Bununla birlikte, Frans de Waall gibi etologların primatlar üzerine eserlerini okuyunca büyük maymunların oldukça yetenekli olduklarını görmezden gelemeyiz. Onlarla aramızda büyük benzerlikler, hatta söz konusu bonobolar olunca, toplumsal alanda üstünlük göze çarpmakta: Bizler gibi bonobolar da kavga edip didişirler, ancak çok daha hoşgörülü davranır ve daha çabuk barışırlar. Grubun bütünlüğünün temelinde cinsellik yatar ve cinselliğe bizden çok daha fazla zaman ayırırlar! İnsanlar gibi, yüz yüze oldukları pozisyonu tercih eder ve ilişki sırasında göz teması ararlar.
Bonobolardan ünlü yıldızlar da çıkmıştır: Doğumundan beri bir insan ailesi (Sue Savage-Rumbaugh ve kocası) tarafından, Atlanta'daki Georgia Devlet Üniversitesi dil araştırmaları merkezinde büyütülen Kanzi gibi. Kanzi, sadece koruyucularının sözlerini anlamayı değil, fiiller, isimler ve sıfatlar belirten simge veya şekillerle kendini ifade etmeyi de öğrenmiştir. Böylece Kanzi gerekli işaretleri parmakla göstererek cümleler kurar. Daha sonra Pambanişa gibi başka genç bonobolar da yüzlerce işaretten oluşan Yerkish dilini öğrenmişlerdir.
Başka bir deyişle, bir bebek maymun annesinin taşla ceviz kırdığını görse de, annesi ona bunun nasıl yapılacağını hiçbir zaman göstermeyecek, hata yaparsa düzeltmeyecektir. Bebek her şeyi taklit ederek, ne tür bir taş kullanacağını arayarak, ondan önce annesinin yaptığı hataları tekrarlayarak tek başına öğrenecektir. Bir yetişkin kısa bir sürede ona öğretebileceği sağlam tekniği edinmesi altı yılını alacaktır. Maymunlar, ne derece gelişmiş olurlarsa olsunlar, şimdiki zamanı o kadar yoğun yaşarlar ki,gelecek zamanı kavrayacak yetileri kalmaz, örneğin yavrularının biraz eğitimle çok daha hızlı öğreneceklerini anlayacak kadar yakın bir geleceği bile. Onların bilgiyi aktarmayı ve eğitmeyi bilmemesi, aramızdaki büyük farkı oluşturur.
Gene de insanın bu gözlemden doğan üstünlük duygusuna kendini kaptırmaması gerek: ileride göreceğimiz gibi, her ne kadar maymunlar bizimki gibi üstün bir bilince sahip olmadıklarından, yaşadıkları anın içinde hapis olsalar da, yaşları ilerledikçe o mutlak şimdiki zamanın hakimi haline gelirler, bizler bu alanda onların tırnağı bile olamayız. Örneğin, maymunlar
on kadar nesnenin yerini hemen, bir saniyeden kısa bir sürede, ezberleyebilir, oysa biz aynı sürede 4-5 tanesini güç bela hatırlayabiliriz.
Uzun süreli bir ateş yakmak için onu canlı tutmak gerekir. Bir başka şart ise, ateş yakmak için oduna ve havaya ihtiyaç olduğunu anlamaktır. Odun olmazsa ateş söner, hava olmazsa, boğulur... Homo erectus bunu anlamadan önce savana veya ormanlarda kendiliğinden çıkan birçok yangın izlemiş olmalıdır. Tüm hayvanlar içgüdüsel olarak ateşten kaçtıklarına göre, önce korkusunun üstesinden gelmesi gerekmiştir, bu da meraklı yapısının önemini gösterir. Sonra çalı çırpıyla denemeler yapmış, sonra da ateşi taşımaya çalışmıştır. Daha sonrasında ise odun stoklarını ve ateşin sürekli yanacağı ocakları geliştirilmesinin uzun hikayesini düşünebiliriz. En sonunda sadece ateşi yakma değil, canlı tutma ve taşıma tekniği de geliştirilmiştir.
Doğayı gözlemlemek, bir olguyu kavramak, ateş ocağını ve odun stokunu hazırlayacak kadar geleceği düşünebilmeyi gerektirdiğinden, demek ki ateş büyük deha gerektiren bir buluş. Tüm bunlar yüksek bir farkındalık seviyesi, yani gelişmiş bir bilinç yapısı gerektirir.
Burada her bir çocuğun bilince ulaşmak için kendi başına ne kadar yol kat etmesi gerektiğini de kavrarız, zira daha önce gördüğümüz gibi, bilince kavuşmak, çocuğun insanlığın sahip olduğu farkındalığa eriştiği ikinci bir doğum gibidir. Çocukluk her insanın tarihöncesidir bir bakıma. Tarihöncesi ilk insanlardan bu yana sürekli zenginleşen kültürümüz sayesinde, tüm insanlık tarihi her çocuğun bilinç sıçramasına adeta bir tramplen oluşturur.
Yirminci yüzyıl başlarının büyük Fransız psikoloğu Pierre Janet , çağrışımların bir tarihçinin çalışmasına benzer bir şekilde işlediğini vurgular (anlatılar, çıkarsamalar, vs.)
Aynı yönde, sinirbilimi uzmanı Gerald Edelman hayvanlar alemini nitelendiren birincil bilincin "geçmişi ve şimdiki zamanıyla bir kişi olma anlayışını içermediğini" doğrular.
Oliver Sacks, bazıları kendi öykülerinin ucunu kaçırmış olan hastalarını gözlemleyerek bu yaklaşıma somut örnekler getirir ve "kendimiz olabilmemiz için bir yaşam öykümüz olmalı ... Bir insanın kimliğini, onu oluşturan benliğini korumak için bu sürekli içsel anlatıya ihtiyacı vardır" der.
Bu da bize, Boris Cyrulnik'in dediği gibi, "geçmişin temsilinin şimdiki zamanın ürünü" olduğunu ve 4 yaşındaki bir çocuğun şimdisinde kendi hikayesinde anlatacağı bir başka ben olmadığını doğrular. İçsel diyalogun oluşması için gerekli olan
Öteki-benlik henüz biçimlenmemiştir.
Anılarla olduğu gibi, 5-7 yaştan önce çocuğun kendi ölümünün bilincinde olmadığını gözlemek mümkündür. Bazıları çocuğun kendini ölümsüz zannettiğini bile söyler, aslında onun hiçbir şekilde zaman içinde sınır kavramı yoktur: ne ölümlüdür ne de ölümsüz, o sadece sürekli olarak şimdiki zamanda yaşar.