Ahmet Kocaman. T. S. Eliot,
denemesinde Baudelaire, Mallarme ve daha çok Paul Valery'nin, Edgar Allan Poe' nun
şiir ve kuramına gösterdiği tepkiyi çözümlemektedir. Aşağıda yazının İngilizce
aslından yapılan çevirisinde Eliot'un eleştirel bakışını toparladığı ve şairsel
öz yansıma sorununa karşı tavır aldığı son bölümünü bulacaksınız.
Bütün
şiirin insanların kendileriyle, kutsal varlıklarla ve kendilerini çevreleyen
evrenle deneyimlerinden kaynaklanan duyguları çıkış noktası olarak ele aldığı
söylenebilir; bu nedenle, duyguların ortaya çıkardığı, duyguların kaynağı olan
düşünce ve eylemle de ilgilidir şiir. Ancak ne ölçüde ilkel anlatım ve beğeni
aşamasında olursa olsun şiirin işlevi, şairin okurlarında salt aynı duyguları
uyandırmak olamaz. Dryden'ın ünlü uzun şiirinde İskender'in ziyafet öyküsünü
anımsarsınız. Asya fatihi, ozan Timotheus’un müziğini ustalıkla değiştirerek
kendisinde uyandırdığı güçlü duygularla gerçekte büyülenmiş olduğunda, Büyük
İskender alkol zehirlenmesinin ortaya çıkardığı bir özdevimden (automatism)
ıstırap çekmekteydi ve müzik ya da şiir sanatını değerlendiremeyecek
durumdaydı. İlk şiirlerde ya da şiirden zevk almanın en temel biçimlerinde
dinleyenin dikkati konuya yöneltilir; şiir sanatının etkisi, dinleyici
bütünüyle bu sanatın bilincine varmaksızın duyumsanır. Dil bilincinin
gelişmesiyle başka bir aşamaya ulaşılır; bu aşamada, o zamana değin okur
olabilecek olan dinleyici, öykünün kendi içinde ve anlatılma biçiminde iki
yanlı bir ilginin bilincine varır: başka bir anlatımla, biçemin ayırdına varır.
O zaman, değişik şairlerin aynı konuyu ele alış biçimleri arasındaki ayrımları
ayırdetmekten zevk alabiliriz; yalnızca daha iyi ya da daha kötüyü değil, aynı
ölçüde hayranlık uyandıran biçemler arasındaki ayrımları değerlendiririz.
Gelişmenin üçüncü aşamasında, konu arka planda kalabilir, şiirin amacı olacak
yerde salt şiirin gerçekleşmesi için gerekli bir araç olur. Bu aşamada okur ya
da dinleyici, ilkel dinleyici biçeme ne ölçüde kayıtsız idiyse o ölçüde
kayıtsız olabilir. Ancak başlangıçta biçeme ya da sonunda konuya bütünüyle
bilinçsizlik ya da kayıtsızlık bizi bütün bütün şiirin dışına çıkarabilir;
çünkü konu dışındaki her şey konusunda bilinçsizlik, bu dinleyici için şiirin
henüz ortaya çıkmadığı anlamına gelir; biçem dışında her şey konusunda
bütünüyle bilinçsizlik ise şiirin yokolduğu anlamına gelir.
Bu
artan özbilincin, ya da dil bilinci de diyebiliriz, kuramsal ereği, la poesie pure (katışıksız şiir)
diyebileceğimiz bir şeydir. Bunun hiçbir zaman erişilemeyecek bir erek olduğuna
inanıyorum, çünkü şiir bu anlamda bir ölçüde «katışık» öğeyi bulundurduğu
sürece şiirdir ancak; başka bir deyişle, konu, konu olarak değerlendirildiği
sürece. Eğer doğru anladıysam, Abbe Bremond bir şiiri şiir yapmak için katışıksız
şiir öğesi gerekli olmakla birlikte, hiçbir şiirin yalnızca katışıksız şiirden oluşamayacağını
ileri sürer. Valery'de ise konuya ilişkin bir tutum değişikliği söz konusudur.
Konunun «daha az verimli» olduğunu söylemekten kaçınırken dikkatli olmalıyız.
Konu daha değişik bir önem kazanmıştır: araç olarak önemlidir, sonuç ise şiirdir.
Konu şiir için vardır, şiir konu için değil. Bir şiir, olanı belli bir biçimde
birleştirerek birkaç konuyu ele alabilir; bu bakımdan «şiirin konusu nedir?»
diye sormak anlamsız olabilir. Birkaç konunun bütünleşmesinden başka bir konu
değil, şiir ortaya çıkar.
Bu
noktada bir estetikçinin önerdiği şiir kuramı ile bir şairin şiir kuramı
arasındaki ayrımı belirtmek istiyorum. Bir şairin, bilmeden şiiri nasıl
yazdığını söylemesi ile şairin kendisinin bilinçli olarak o kurama göre
yazması ayrı ayrı şeylerdir. Kuram şairin salt yazdığını açıklaması anlamından
başka bir şeydir yazmayı etkilerken. Valery gerçekten bilinçle ve özenle yazan
bir şairdi; belki de tümüyle kuramın yönlendirmesi olmadığında en yetkin
konumundaydı, ancak kuram üzerinde düşünmesi, yazdığı şiirin türünü kuşkusuz
etkilemiştir. Şairler içinde özbilinci en üst düzeyde olanıydı.
Valery'nin
bu aşırı özbilinçliliğine başka bir şey eklenmeli: aşırı kuşkuculuğu. Şiirin
konusu olabilecek hiçbir şeye inanmayan böyle bir kişinin, «sanat sanat içindir»
öğretisine sığınacağı düşünülebilir. Ancak Valery sanata bile inanmayacak kadar
aşırı kuşkucu biriydi; ilginçtir yazdıklarını çoğu kez bir karalama, ebauche
olarak nitelemiştir. Sonuçlarla ilgilenmeyi bırakmıştı, salt süreçlerle ilgiliydi.
Sanki şiir yazarken, salt kendini içe dönük biçimde gözlemek için şiir yazmayı
sürdürüyordu: kişinin gözlemlerini anlattığı denemelerini (bunlar kimi zaman
şiirlerinden daha coşkuludur, çünkü bunları yazarken daha çok coşku duyduğundan
kuşku duyuyor insan) okuması yeter. Denemelerini topladığı son kitabı olan Variete V’te bunu ortaya koyan bir görüş
vardır: «Bana gelince, itiraf etmeliyim, sanat yapıtlarının biçimlenmesi ve
oluşumu ile yapıtların kendilerinden daha çok ilgiliyim»; daha sonra şunları
ekliyor: «Görüşüme göre en gerçekçi felsefe, düşünce nesnelerinden çok,
düşüncenin kendisinde ve yönlendirilmesindedir.»
Burada
Valery’nin en üst düzeye taşıdığı, Poe’ya değin götürülebilecek bir kavram var
elimizde. İlk olarak Baudelaire'in Poe' dan çıkardığı, daha önce sözünü ettiğim
öğreti var; «Şiirin önünde şiirin kendisinden başka bir şey olmamalıdır»;
ikinci olarak şiirin kompozisyonu olabildiğince bilinçli ve amaçlı olmalı,
şair yazma eylemi sırasında kendisini gözlemeli ve bu, Valery gibi kuşkucu bir
kişide, aykırı biçimde tutarsız bir sonuca, kompozisyonun, onun sonucu olan
şiirden daha ilginç olduğu sonucuna götürüyor.
Önce,
Poe'nun şiirinin «katışıksızlığı» konusu var. «Dilin katışıksızlığı» anlamında
düşündüğümüzde, Poe'nun şiiri katışıksız olmaktan çok uzaktır, çünkü Poe'nun
sözcük kullanımındaki özensizlikten ve savrukluktan sözetmiştim. Ancak katışıksız
şiir anlamındaki katışıksızlık Poe'ya kolayca ulaşmıştır. Konu önemsizdir,
işleyiş her şeydir. Katışıksızlığı arılaştırma işlemi yoluyla elde etmek
zorunda değildi, çünkü gereci zaten temelsizdi. İkincisi Poe'da kuramlara
inanmaktan çok onları gözönüne almak diye sözünü ettiğim bir kusur var. İşte
yine bu noktada Poe ve Valery ile birlikte aşırılıklar buluşuyor; olgunlaşmamış
zihin inançlar noktasına değin gelişemediği için düşüncelerle oynarken,
yetişkin zihin inançları tanıma konusunda çok kuşkucu olduğu için düşüncelerle
oynar. Sanırım bu karşıtlık yoluyla Valery'nin Eureka'ya hayranlığını
açıklayabiliriz - Poe'nun felsefe, teoloji ya da doğal bilimlerde
yeteneksizliğini bildiğimiz için çoğumuz üzerinde hiç derin izler bırakmayan,
ama Baudelaire'in ardından Valery'nin «düzyazı-şiir» olarak son derece değer
verdiği o evren- bilimsel fantezi. Son olarak, Raven'in kompozisyonunu
çözümlemesine ilişkin Poe'nun şaşırtıcı sonucu var. Kompozisyon felsefesi bir
aldatmaca, kendi kendini kandırmaca, ya da şiiri yazarken Poe'nun öngörülenin
epeyce doğru bir kaydı olmasının önemi yok; önemli olan, bunun Valery'ye bir
yöntem ve uğraşı yazarken kendi kendini gözleme çabasını telkin etmesi. Elbette
Poe'dan başkaları da şiirsel süreci incelemişlerdir. Coleridge Biographia
Literaria'da kuşkusuz öncelikle Wordsworth'un şiiriyle ilgilidir; felsefe irdelemeleri
ile eşzamanlı olarak şiirin yazılışının peşine düşmez, ama Valery'yi büyüleyen
sorunu usa getirir: «Şiir yazarken ne yapıyorum?» Ancak Poe'nun The Philosophy
of Composition' sorunun mise au point'ıdır (temeli, dayanak noktası), bu ona
Valery ile sona eren bu süreç bakımından büyük önem kazandırır. İçebakışın
şiirsele kaynaması için, Valery eleştirel etkinliği en uç noktaya, İkincinin
(içebakışın) birinciyi yoketmeye başladığı noktaya değin götürür. M. Louis
Bolle bu şairi incelerken çok yerinde olarak şu gözlemde bulunur: «yapıtını
bütünüyle açıklamasa bile bu aydınca özseverlik (narcissism) şaire yabancı
değildir, «bir sanat yapıtı, sanat yapıtının üretimi olarak neden
düşünülmesin?»
Sanırım,
daha önce de işaret ettiğim gibi, başlangıcını Poe'da gördüğümüz ve Valery'nin
yapıtında meyvesini veren art poetique (yazınbilim) gideceği yere kadar
gitmiştir. Bu estetiğin daha sonra gelecek şairlere bir yararı olacağına
inanmıyorum. Yerini neyin alacağını da bilmiyorum. Salt buna ters düşen bir
estetik de işe yaramaz. Tek önemli şeyin konu olduğunu, şairin doğaçtan,
düşünceye yer vermeyen birisi olması gerektiğini, tekniği gözardı edip esine
dayanması gerektiğini dirençle savunmak aslında oldukça uygar bir tutumdan
barbarca bir tutuma düşmek demektir. Poe ve Valery'nin estetiğini kapsayan ve
onu aşan bir estetiğe sahip olmamız gerekir. Bu sorun zihnimi çokça
uğraştırmıyor, çünkü şairin kuramlarının uygulamalarından çıkması gerektiğini,
uygulamalarının kuramından çıkması gerekmediğini düşünüyorum. Ama önce Poe'dan
Valery’ye uzanan gelenekte en çok hayranlık duyduğum ve hoşlandığım birtakım
çağdaş şiirler var; ikinci olarak, geleneğin kendisinin aynı yüzyılda her yerde
şiirsel bilincin en ilginç gelişmesini simgelediğini düşünüyorum ve son olarak,
bütün olasılıkların ortaya çıkarılması gerektiğini düşündüğümüzden, kimi
şiirsel olasılıkların kendi içinde ortaya çıkarılmalarına değer veriyorum.
Poe'ya Baudelaire, Mallerme ve hepsinin ötesinde Valery'nin gözleriyle
baktığımda önemine, yapıtının bir bütün olarak önemine inanıyorum. Geleceğe
gelince: şu savunulabilir, özbilincin gelişmesi, Valery'de gördüğümüz dil
konusundaki aşırı bilinç ve duyarlık, eninde sonunda insan zihninin ve
sinirlerinin başkaldıracağı bir baskı yüzünden çöküntüye uğrayacaktır; nasıl
ki bilimsel bulgu ve buluşların, siyasal ve toplumsal düzeneğin sınırsız
biçimde ayrıntılanması, insanlığın karşı konulmaz bir tepkisine yol açabilir
ve çağdaş uygarlığın yükünü taşımaktansa en ilkel zorlukları kabul etmeye hazır
olunacak bir noktaya ulaşabilir. Bu konuda belirli bir düşüncem yok: konuyu
size bırakıyorum.
1948
20.Yüzyıl Edebiyat Sanatı / İmge Yayınevi
Görsel: Edvard Munch