Hulâsa, sana senden yakın hiçbir şey yoktur. Kendini bilmezsen, başkasını nasıl bilirsin? Kendimi biliyorum, tanıyorum diyorsan yanılıyorsun! Zira böyle bilmek, Hakkı tanımanın anahtarı olamaz. Hayvanlar da kendilerinden bu kadar bilir. Sen kendinden başın, yüzün, elin, ayağın, etin ve derinden fazla bir şey bilmiyorsun. Bâtından ise bildiğin, acıktığın zaman yemen, kızdığın zaman bir kimseye saldırman, şehvetin galebe çaldığı zaman hanımına yaklaşmandan fazla bir şey değildir. Bu hususlarda, bütün hayvanlar seninle aynıdır. O hâlde senin, hakikatini araman lâzımdır. Sen nesin, nereden gelmişsin, nereye gideceksin, bu dünyaya ne yapmak için geldin, seni niçin yarattılar, saadetin nedir, nededir; şakiliğin [şaki: bedbaht], ziyanın nedir, nededir? Senin bâtınında toplanan sıfatların bir kısmı umum hayvanlara, bir kısmı yırtıcı hayvanlara, bir kısmı şeytanlara ve bir kısmı da meleklere mahsus sıfatlardır. Sen bunlardan hangisindensin? Cevherinin hakikati hangisidir? Hangileri ariyettir [tekrar alınmak üzere sana verilmiştir?]. Bunu bilmezsen, saadetini arayamazsın. Çünkü, her birinin gıdası ayrı, saadeti başkadır.
Kendini Gözlemleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kendini Gözlemleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Temmuz 2017 Cuma
Sana senden yakın hiçbir şey yoktur / İmam Gazali
Hulâsa, sana senden yakın hiçbir şey yoktur. Kendini bilmezsen, başkasını nasıl bilirsin? Kendimi biliyorum, tanıyorum diyorsan yanılıyorsun! Zira böyle bilmek, Hakkı tanımanın anahtarı olamaz. Hayvanlar da kendilerinden bu kadar bilir. Sen kendinden başın, yüzün, elin, ayağın, etin ve derinden fazla bir şey bilmiyorsun. Bâtından ise bildiğin, acıktığın zaman yemen, kızdığın zaman bir kimseye saldırman, şehvetin galebe çaldığı zaman hanımına yaklaşmandan fazla bir şey değildir. Bu hususlarda, bütün hayvanlar seninle aynıdır. O hâlde senin, hakikatini araman lâzımdır. Sen nesin, nereden gelmişsin, nereye gideceksin, bu dünyaya ne yapmak için geldin, seni niçin yarattılar, saadetin nedir, nededir; şakiliğin [şaki: bedbaht], ziyanın nedir, nededir? Senin bâtınında toplanan sıfatların bir kısmı umum hayvanlara, bir kısmı yırtıcı hayvanlara, bir kısmı şeytanlara ve bir kısmı da meleklere mahsus sıfatlardır. Sen bunlardan hangisindensin? Cevherinin hakikati hangisidir? Hangileri ariyettir [tekrar alınmak üzere sana verilmiştir?]. Bunu bilmezsen, saadetini arayamazsın. Çünkü, her birinin gıdası ayrı, saadeti başkadır.
31 Mayıs 2017 Çarşamba
Genç Şaire Mektuplar / Rainer Maria Rilke
Şiirlerinizin iyi olup olmadığını soruyorsunuz. Bana yöneltiyorsunuz bu soruyu. Daha önce başkalarına yönelttiniz. Dergilere yolluyorsunuz şiirlerinizi. Onları başka şiirlerle karşılaştırıyorsunuz ve kimi dergilerin yazı işleri kurullarının şiirlerinizi geri çevirmeleri sizi tedirgin ediyor. Mademki bir öğüt için başvurdunuz bana, size bu gibi girişimlerden tümüyle el çekmenizi söyleyeceğim. Gözlerinizi dışarlara çevirmişsiniz; ama işte şu an, en başta vazgeçmeniz gereken şey. Kimse size akıl veremez ve yardım edemez, hiç kimse.Tek çıkar yol, gözlerinizi kendi içinize çevirmenizdir.
25 Haziran 2015 Perşembe
Ben / Red Hawk
Kendini gözlemlemenin dört
temel ilkesi şunlardır:
1) Yargılamaksızın: Bu,
anlaşılması en zor ilkedir. Zihin yargıçtır, sürekli olarak hayatımdaki
herkesi, her olayı ve her şeyi yargılar. Bilgiyi dosyalamak/depolamak için
yargılar. Hayatımda yer alan bütün insanları, olayları ve şeyleri iki büyük
kategori de genelleştirerek yapar bunu: sevme//sevmeme (ya da iyi//kötü — vb. )
Daha sonra etiketleyip dosyalayabilmek için hayatımdaki her bir şeyi
ilişkilendirerek (karşılaştırma ve kıyaslama) sürekli olarak yargılar. Ayrıca
kendim ile eylem arasında bir ayrım olduğu yanılsaması yaratmak için
eylemlerimin her birini yargılar: Kötü sözler sarf ederim, ardından bu sözleri
yargılarım ve böyle yaparak, yargılanan eylemden ayrı olduğum yanılsaması
yaratırım.
Suçlamanın
olduğu an, suçlanan şeyden kendini ayrı tutmak da vardır. Bu şekilde,
davranışımı görüp hissetmekten ve onun tüm sorumluluğunu üstlenmekten,
davranışımı sahiplenmekten korurum kendimi. Yargılama kendime karşı kör kalmamı
sağlar. Üstelik, bana söylediklerini ya kabul ederek ya da reddederek, bu
yargılama sürecine tümüyle inanırım. Her iki şekilde de ben yargılanma
süreciyle “tanımlanmışımdır” (= “ben o olmuşumdur”). O yönetir, ben de hiç
sorgulamadan itaat ederim.
Bu
nedenle, hiç yargılamadan gözlemleme, dikkati sürekli olarak bedensel-
duyumsamada * tutmak anlamına gelir; bedende sabit ve kıpırdamadan kalmak,
bedeni rahatlatmak ve sürecin zamanla yok olmasına izin vermektir.
Zihin-duygu-karmaşası, içinde bulunulan durumun gerektirmediği herhangi bir
hareketi tetiklediğinde, düşüncenin ve/veya duygunun bana dikkati bedensel duyumsama
üzerinde tutup dengelememi hatırlatmasına izin veririm - düşünceyi ya da
duyguyu durdurmaya çalışmadan (onunla özdeşleşmeden) bedenin içinde kalırım:
kendimi bulur, bedeni idare ederim. Ardından onun peşinden gitmediğim ya da dikkati esir etmesine izin vermediğim zaman, düşünce/duygu enerjisine ne olduğuna bakarım. Avcının takip ettiği bir geyiğin uzun çimenler arasında saklanması gibi, zihin-duygu-karmaşasının kendi alışılagelmiş, köklü amaçları için (kalıplarını yenilemek ve/veya sürdürmek için) dikkati ele geçirip tüketmek istediği bir durumun ortasında, dikkati tamamen dingin, sabit, durağan ve sakin bırakırım.
Sürekliliğin kuralı şudur: Beslenmeyen şey zayıflar; beslenen şey gittikçe daha da güçlenir. Zihin-duygu-karmaşası ya dikkatle beslenir ve gittikçe güçlenir (bu sırada dikkat gitgide zayıflar, her esintiden nem kapar, kolayca dağılır ve her düşünce/duygu parazitine kapılır); ya da dikkat, zihin-duygu-karmaşasıyla beslenir ve gittikçe güçlenir, daha sağlamlaşır, daha uzun sürelerle sabit durumda kalmayı, dikkat dağıtıcı şeylerden uzak durmayı, özgür kalmayı ve en şiddetli zihinsel//duygusal fırtınalardan sağlam çıkmayı becerebilir. Olgun ruhun amacı* bedenin ölüm anında bile özgür ve sağlam bir dikkattir. Ruh, dikkattir; o dikkatini vermez, o dikkatin (bilincin) kendisidir. Ben, dikkatimdir.
Sürekliliğin kuralı şudur: Beslenmeyen şey zayıflar; beslenen şey gittikçe daha da güçlenir. Zihin-duygu-karmaşası ya dikkatle beslenir ve gittikçe güçlenir (bu sırada dikkat gitgide zayıflar, her esintiden nem kapar, kolayca dağılır ve her düşünce/duygu parazitine kapılır); ya da dikkat, zihin-duygu-karmaşasıyla beslenir ve gittikçe güçlenir, daha sağlamlaşır, daha uzun sürelerle sabit durumda kalmayı, dikkat dağıtıcı şeylerden uzak durmayı, özgür kalmayı ve en şiddetli zihinsel//duygusal fırtınalardan sağlam çıkmayı becerebilir. Olgun ruhun amacı* bedenin ölüm anında bile özgür ve sağlam bir dikkattir. Ruh, dikkattir; o dikkatini vermez, o dikkatin (bilincin) kendisidir. Ben, dikkatimdir.
2) Gözlemlenen şeyi değiştirmeden:
Yine bunu da anlamak zordur çünkü davranışımda gözlemlediğim şeyi değiştirme
dürtüsü, beni sonu gelmez bir suçluluk ve suçlama döngüsüne esir eden bir
tuzaktır. Bu, gözlemlenen şeyi değiştirmeye çalışan yargıçtır davranışı
değiştirmeye yönelik bu yargı komutu hemen dikkati kendine çeker ve onu
gözlemlenen şeyle “özdeşleştirme” durumuna yöneltir. Dikkat artık özgür ve
durağan değildir; yargılayıcı zihin, davranışı “sevmek//sevmemek” ya da
“iyi//kötü” vs’den ibaret büyük deposunda etiketleyip dosyalayarak
(karşılaştırma ve kıyaslama) onu kendine çekip tüketmiştir.
Davranışı
“kötü” olarak etiketlemeye kapıldığım an, gözlemlemeyi keserim. Artık
yargılayan ve bu yargılamayla tüketilen dikkat olmuşumdur. Bedenin içsel
fonksiyonlarına özgürce dikkatimi veremem artık, çünkü bu yargılama dikkati ele
geçirmiştir. Artık davranışla özdeşleştiğinden ve bu davranışın “kötü” olduğuna
hükmedildiğinden, komut kendimi değiştirmek olur. Şöyle ki: “Sigarayı bırakmam
lazım. Sigara içmek kötü.” Kendi içinde bu doğru olabilir ama özdeşleşildiğinde
bu mesaj şuna dönüşür: “Kötüyüm ve değişmek zorundayım.” Yargı, dikkatle
beslenir; alışkanlığın yaşayıp büyümesi için beslenmesi gerekir.
Ama dikkat sabit ve durağan kaldığında, bedensel duyumsamaya ve bedeni rahat bırakmaya kilitlendiğinde , o zaman yargının sabit ve durağan dikkati beslemekten başka gidecek yeri kalmaz. Düşünce ve duygu = bedendeki enerjidir. Maddenin ilk kanunu (Newton fiziği) şudur: madde (yani, enerji) ne yaratılabilir ne de yok edilebilir, sadece dönüştürülebilir. Bu nedenle, bedene bir enerji akışı olduğunda (ki bu sürekli olur: "Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver" diye söyler bunu İncil) bu enerji, zihin-duygu-karmaşası tarafından ele geçirilir (çalınır) ve psikodramalarını ortaya çıkarmak için kullanılır. Bu enerji bir yere yönelmek zorundadır, yani zihin-duygu-karmaşası tarafından psiko-drama olarak tüketilmezse, o zaman kurallar gereği dikkatin besini olmaya dönüştürülmelidir. Psiko-drama şudur: "İyi değilim/kötüyüm/hatalıyım" yargısına dayanan kendimi değiştirme mücadelesi = olduğum şeyi değiştirmek için ömür boyu süren bir dram. Bunun alternatifi, yargılama süreciyle "özdeşleşmeden" gözlemlemek, her ne görürsem kabul etmek, onun bedende var olmasına izin vermek ve bu konuda ne aleyhte ne de lehte kesinlikle hiçbir şey yapmamaktır: basitçe gözlemlemek, rahatlamak,kabul etmek, izin vermektir. Antik ruhani ekollerde bu uygulamaya "neti-neti" = "ne bu-ne o" denir. Ayrıca, "dünyayı durdurmak" olarak da adlandırılır. Bu, dikkatin kuralını anlayan ve onları izleyen olgun bir ruhtur. Bu kuralı izlemeyen kişi bir mahkum, bir esir, yargının söylediklerini hiç sorgulamadan, çektiği acı ve kederi iyice kanıksamış halde, ömrü boyunca aynen uygulayarak "özdeşleşme"nin kölesi olmuştur. Yargılama süreciyle bu daimi özdeşleşme "kirlenme"* olarak bilinir.
3) Dikkati bedensel
duyumlara ve rahatlamış bir bedene vererek: Duyumsamaksızın gözlemleme
yapılamayacağım söylemek, bu ilkeyi açıklamanın bir diğer yoludur. Bazı
geleneklerde buna “kendini hatırlama” denir. Yani, bu kendini hatırlamanın ilk
ve öncü aşamasıdır: Kendimi bulurum. Kendimi hatırlamıyorsam, tek başına
kendini gözlemleme yetmez - dolayısıyla, gözlemleme yaptığımda önce kendimi
bulmak, zamanda ve mekânda, bedende, şu anki durumda kendimi konumlandırmak zorundayımdır.
Aynı zamanda gözlemleme yaparken, dikkatimin bir kısmını bedensel duyumlara
yoğunlaşmış halde tutmam gerekir. Bedende daima duyum vardır; hem bedenin
içinden hem de onu gözlemleyerek dışından tecrübe edilebilir. Ama gözlemlemeyi,
dikkati bedensel duyumda tutarak temellendiremezsem (bedende dolaşan enerjinin
duyumu, hareket eden düşüncenin duyumu, hareket eden duygunun duyumu,
kaslardaki fiziksel gerginliğin duyumu, rahatlamanın, uykulu halin duyumu, beş
duyu aracılığıyla makinede oluşan duyular: görme, koku, tatma, dokunma, ses -
tüm bunlar “duyu” demektir) o zaman sadece zihin merkezinden gözlemleme
yapılmış olur. Bu yüzden de temellendirilmemiş ve sadece cinnete tuz basmış
olur. Şöyle kuruntulara yol açar: bak bana, “çalışıyorum” şimdi; ya da: bak bana,
“Çalışma” nın içindeyim ve sürekli “çalışıyorum.” Bunun gibi. Zihin yalan
söyleyecektir. Hiç böyle bir şey yokken Çalışma’nın yapıldığını zannedecektir.
Dolayısıyla kendini gözlemlemenin ilk üç kuralı şunlardır:
1)
Yargılamaksızın kendini gözlemle.
2)
Gözlemlediğin şeyi değiştirme.
3)
Duyumsama olmadan gözlemleme olmaz.
Dikkatin
mutlaka temellendirilmiş halde kalması gerekir şimdiki zamanda, tam önümde
olanın ne olduğuna odaklanmış halde.
İçinden bütün "izlenimlerin" akıp geçtiği bedene odaklanmaktan daha iyi ne olabilir? Beden daima ve sadece şu andadır; beden sadece bir şimdi-fenomenidir. Zihin mevcut zamanın dışında gezinir, bedenin geri kalanıysa bunu yapmaz. Duyumsama daima bir şimdi-fenomenidir. "Şimdi burada," bu yerde, bu anda olduğumu hatırlamak zorundayım. Yoksa bu yalnızca tümüyle zihinden gelen ve hiçbir temeli ya da mevcudiyeti olmayan bir hayal ediş, boş davranış olur. Bedende daima duyumsama vardır. Uzuvlarınızı hissedin (sağ ayak başparmağınızı, ona bakmadan hissetmeye çalışın), bedenin ağırlığını ve kütlesini duyumsayın. Bedeni duyumsamak için bir diğer iyi egzersiz, ayakların ikisini de yere koymak ve iyi, rahat bir duruşta omurgayı dik tutmaktır. Buna "bedensel duyum egzersizi" denir, çünkü a) dikkati hemen bedene (yani, olduğum şeye) çekecek, ona temellenecek, dikkati kendi temeline yani bedene yerleştirecektir;
b) dikkati bedene ve onun duyumlarına yoğunlaştıracaktır;
c) dikkati zihinden ve ruh halinden uzaklaştırıp onu şimdiki zamana, mevcut ruh halimin benim yerime tercihte bulunup benim adıma konuşma ve davranmasındansa seçme özgürlüğümün olduğu yere çekecektir. Başka bir deyişle, o anda otomatik pilota bağlı bir robot, alışkanlıktan ibaret bir makine değil de bir insan olabilirim. Bütün çaba daima ve her şeyde dikkati (yani, olduğum şeyi) özgür bırakmak üzerinedir, böylece bedenin alışkanlık gücüyle yakalanıp tüketilmez, aksine ruh halinden değil de amaçtan yana tercihte bulunmakta özgürdür. Çoğu insanın tavırlarına ruh halleri karar verir, bu yüzden onlar daima ruh halinin kölesidir. Onların yerine düşünen, konuşan ve hareket eden, hep ruh halleridir. Ruh hali hava gibidir - gökteki bulut benim sorunum değildir, elimden onu gözlemlemekten başka bir şey de gelmez; aynı biçimde ruh hali de içteki havadır, iç göğünden geçen bir buluttur. O ben değildir, herhangi bir şekilde beni etkilemesi gerekmez ve tıpkı bulut gibi, beni hiç ilgilendirmez ya da benim sorunum değildir. Bu yüzden olgun ruhların tavrını , geçici ruh halleri belirlemez. Dahili ve harici koşullar ne olursa olsun, her an kendi tavrımı seçmekte özgürümdür. Herhangi türden bir duygusal çatışma içinde olduğumda, bununla özdeşleşmemem için bana yardım edecek bedensel duyum egzersizi vardır: dikkati bedenin içini ve dışını duyumsamaya yöneltmek. Bu, kendini hatırlamayı içeren kendini gözlemlemedir.
4) Amansızca kendine
dürüstlük (Lee Lozowick’in öğretisinden) şu anlama da gelir: beni
ne kadar kötü gösterirse göstersin, kendim hakkında doğruyu söylerim. Bu türden
dürüstlük, kendini gözlemleme için elzemdir. Bu olmadan, en büyük derdi
başkalarının önünde iyi görünmek olan geniş insan kitlesine dahil oluruz. Yani
bu “amansızca kendine dürüstlük” kendini gözlemlemenin dördüncü kuralı
sayılabilir çünkü bu beni dürüst tutar ve bu arada da tevazu gibi çok güzel bir
yan ürün üretir. Tevazu bir armağandır, inceliktir ve dürüst bir biçimde kendi
üzerinde çalışan insana gelir. Kendime yalan söylemek kolaydır ve bunu sürekli
yaparım. Kendimi haklı, iyi, soylu, bütün bu hayranlık uyandıran meziyetlerle
gördüğüm bir imaj vardır kafamda; ya dabu imaj “Ben hiçbir işe yaramam”da
olduğu gibi kötü, çirkin de olabilir. Bunların ikisi de yanlıştır, ikisi de
eksiktir, tam değildir, başkalarının önünde de böyleymişim gibi davranırım. Ve
içimde kendi çelişkilerime karşı körümdür. Yalan söyleyişimin beni görmekten ve
katlanmaktan alıkoyduğu bu kendi-görüntümle çatışan davranış alışkanlığımdır
bu. “Amansızca kendine dürüstlük” uyguladığımda gönüllü acıçekmenin * ne demek
olduğunu öğreneceğimdir, çünkü yalanlar ya da yargılamalar olmaksızın, sadece
içimde bulundukları şekliyle çelişkilerimi görmeye başlayacağımdır. Çalışma
benden bu acı içinde' durmamı, hiçbir şey yapmamamı, hiçbir şeyi değiştirmeye
çalışmamamı, hiçbir şeyi yargılamamamı, onu iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış
diye yargılamadan bu acıyı sadece hissetmemi ister. Basitçe, acının içinde
kalıp onun tüm bedende hissedilmesini... Duygusal ya da psikolojik acı,
bedendeki enerjidir. Başka bir şey değil. Beden bu enerjiyle ne yapacağını
bilir ama sadece ben müdahale etmediğimzaman. Yine de alışkanlıklarım müdahale
eder: acıyı düşünürüm, acıya tepki veririm, acıyı yargılarım, acıyla savaşırım,
acıyı “gidermeye” çalışırım, böyle sürüp gider. Alışılagelmiş davranışımla
müdahale ederim. Bu yüzden, acı kötüleşir; daha da büyür. Ama sadece acının
içinde, hiçbir şey yapmadan, bedeni ve acıyı hissederek kalırsam, beden bu
enerjiyi dönüştürür. Özdeşleşirsem acıyı beslerim; hiçbir yargılamada bulunmaksızın
ve acının için-de kalarak, onu bedende hissederek gözlemlersem, acı beni besler:
bu meta-fiziksel bir denklemdir. Newton fiziğinde, hareketin birinci kanunu
şöyle der: “Hareketli bir nesne [acı] ona dışarıdan bir güç [yargılamaksızın
yapılan kendini gözlemleme] uygulanmadığı sürece hareketini sürdürme
eğilimindedir.”
E.J.
Gold, “İnsan biyolojik makinesi, dönüşümsel bir düzenektir,” der. Ben müdahale
etmezsem, o acıyla ne yapacağını bilir. Bunu bir kez gördüğünüzde duygusal
acınızla tekrar aynı ilişkiye sahip olmayacaksınız, olamazsınız. Çünkü denkleme
netlik girmiştir ve netlik bir kez girince, tek bir defa bile olsa, tekrar aynı
insan olamam. Bu, alışkanlıkların sona erdiği anlamına gelmez. Elbette böyle
bir şey olmaz. Ama alışkanlıkla olan ilişkim farklıdır.
Dünyada
fark yaratan budur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)