Edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ağustos 2017 Cuma

Edebiyat / George Gurdjieff

Olağanüstü İnsanlarla Karşılaşmalar Kitabından Gurdjieff'in İranlı bir konuşmacıdan aktardığı bölüm.

"Günümüz edebiyatının tümü, içerik açısından üç kategoriye ayrılır: ilki bilimsel alan denilen alandır, ikincisi anlatılardan oluşur, üçüncüsü ise tariflerdir. Bilimsel kitaplar genellikle zaten herkesin bildiği, fakat değişik şekillerde bir araya getirilmiş ve yeni konulara uygulanmış her çeşit hipotezi bir araya getirir.

Anlatılarda, başka bir deyişle romanlarda ise -ki bunlara da kalın ciltler hasredilmiştir- çoğu yerde herhangi bir detaya girmeden John Jones ile Mary Smith'in 'aşklarının' doyumunu nasıl elde ettikleri anlatılır.

Aşk denilen bu kutsal duygu, insanlardaki iradesizlik ve zayıflık sonucu zamanla yozlaşmış ve şimdi günümüzdeki çağdaş insanda tamamen kötü alışkanlık haline dönüşmüştür. Halbuki bu duygunun doğal bir şekilde ortaya konulma olanağı bize, Yaratıcımız tarafından ruhlarımızın kurtulması ve beraberce az çok mutlu bir hayat sürmek için gerekli olan karşılıklı moral desteğini sağlamak amacıyla verilmiştir.

Üçüncü kategorideki kitaplar geziler, maceralar, çok farklı ülkelerdeki hayvan ve bitkiler hakkında tasvirler verir. Bu çeşit çalışmalar genellikle hiçbir yere gitmemiş, gerçekte hiçbir şey görmemiş, yani kapısının dışına ayak atmamış kişiler tarafından yazılır; çok az bir istisnayla, bu insanlar kolayca idareyi kendi hayal güçlerinin eline verirler veya daha önce kendileri gibi kişiler tarafından yazılmış kitaplardaki çeşitli bölümleri kopya ederler.

Böyle saçma bir sorumluluk anlayışıyla ve anlamsız edebiyat
çalışmalarıyla stilin daha güzel olması için çalışan günümüz yazarları, kendi anlayışlarına göre bir ahenk güzelliği elde etmek için bazen yazılarında inanılmaz karmaşıklıklar icat ederler. Bu da zaten yazdıklarının zayıf olan anlamını daha fazla bozar. Size garip görünecek bir başka şey de, fikrimce, çağdaş edebiyatın gördüğü zararın büyük bir kısmı dil bilgisinden gelmiştir, yani çağdaş uygarlığın beraberce söylediği benim 'bozuk ses konseri' dediğim konserde rol alan bütün insanların kullandığı lisanların dil bilgisinden.

Onların farklı lisanlarının dil bilgisi, çoğu durumda, yapay olarak oluşturulmuştur ve esasen, gerçek yaşamı ve ortak ilişkiler için gerçek yaşamdan evrimleşmiş lisanı anlamak bakımından hayli 'okuma yazma bilmez' bir insan kategorisi tarafından düzenlenip değiştirilmektedir.

Diğer taraftan antik tarihin bize kesinlikle gösterdiği gibi, eski çağların bütün toplumlarında, dil bilgisi her zaman insanların gelişmelerinin değişik aşamalarına, yaşadıkları esas mekanın iklimsel şartlarına ve yiyecek elde etmede kullandıkları ana araçlara bağlı olarak şekillenmiştir.

Bugünkü uygarlıkta bazı lisanların dil bilgisi, yazarın iletmek istediği anlamı o kadar bozmaktadır ki okur, hele bir de yabancı bir kişiyse, başka bir şekilde ifade edilseydi, yani bu çeşit bir dil bilgisi kullanılmasaydı belki anlayabileceği küçük düşünce kırıntılarını dahi anlamaktan mahrum kalmaktadır.
...........

Birçok büyük insan tarafından da gösterildiği gibi, coğrafi ve diğer şartlar nedeniyle modern uygarlığın etkilerinden soyutlanmış Asya kıtasında yaşayan günümüz insanlarında duyguların Avrupa' da yaşayan insanlardan daha yüksek bir gelişmişlik seviyesine ulaştığı bir gerçektir. Duygular, sağduyunun temelini oluşturdukları için Asyalılar, genel kültürleri daha az olmasına rağmen, gözlemledikleri nesneler hakkında çağdaş uygarlığın bu gürültüsü içindeki insanlardan daha doğru bilgiye sahiptirler.

Avrupalıların gözlemledikleri bir nesne hakkındaki anlayışları yalnızca 'matematiksel bilgilenme' denilen her konuda kullanılabilen araçlar tarafından şekillendirilmiştir. Asyalılar ise gözlemledikleri nesnenin özünü, bazen yalnızca duygularıyla hatta bazen de sadece içgüdüleriyle kavrarlar."

7 Ocak 2013 Pazartesi

Oblomov / Ivan Goncarov


— Toplum düzenimizin işleyişini olduğu gibi ortaya koyuyor, hem de şiirli bir biçim içinde. Toplumun bütün güçlerine değiniyor. Toplumsal merdivenin bütün basamaklarını ele alıyor. Yazar bu eserde zayıf, kötü ruhlu devlet adamını, çevresindeki dalkavuk rüşvetçileri, ahlaksızlığa düşmüş Fransız, Alman, Fin ve daha başka uluslardan kadınları sanki bir mahkeme önüne çıkarıyor. Her şeyi öyle yaman, öyle yürek paralayan bir gerçekçilikle anlatmış ki... Bazı parçalarını dinledim. Büyük yazar: Kâh Dante'yi kâh Shakespeare'i andırıyor...
         Oblomov hayretle doğrularak:
— Amma da yaptın ha! dedi.
Penkin hemen, gerçekten çok ileri gittiğini anlayarak durdu, daha az taşkınlıkla:
— Oku da bak, dedi; değerini kendin daha iyi anlarsın.
— Hayır, Penkin, okuyamam.
— Peki ama niçin? Olay yaratacak bir eser; daha şimdiden herkes ondan söz ediyor.
— Bırak söz etsinler! Birtakım adamların işi gücü bu!
— Merak edip okuyuver canım.
— Nesini merak edeyim? Ne diye yazı yazar bu adamlar? Gönül eğlendirmek için herhalde.
— Haksızlık ediyorsun. Hayata o kadar yakın ki, o kadar yaşıyor ki bunlar. Portreler canlı gibi. Tüccar, memur, subay, jandarma, hepsi. Tıpkı yaşayan insanlar gibi.
— Evet, bütün yaptıkları bu kadar. Bir insan alıp kopyasını çıkarıyorlar. Gerçeğe uygun oluyor diye övünüyorlar. Ama, hayat ne oluyor? Eserlerinde o yok işte, dünyayı kavrayış, insanlığı gerçekten anlayış yok. Boş şeylerle övünüyorlar. Hırsızları, düşkün kızları, yolda yakalayıp hapse atar gibi edebiyata sokuyorlar! Nerede sanatkârın "gizli gözyaşları";' sadece kaba, zalim, alaycı bir gülüş!
— İyi söyledin. Bu coşup taşan öfke, bu kötülüklere amansızca saldırış, alçalmış insanları kepaze ediş, işte asıl edebiyat budur.
Oblomov birden parladı:
— Hayır, hiç de değil! Hırsızı, düşmüş kadını, aldatılmış bir budalayı anlatın, anlatın ama insanı da unutmayın. Sizin için insan diye bir şey yok mu? Yalnız kafanızla yazmak istiyorsunuz. Düşünmek için kalpsiz olmak gerekir, sanıyorsunuz. Hayır, düşünmeyi besleyen sevgidir. Düşen adama el uzatın, mahvolan bir adamın haline ağlayın, onunla alay etmeyin. Sevin onu! Onda kendinizi görün ve ona kendinizmiş gibi bakın.
Oblomov, tekrar kanepeye sakin sakin uzandı:
— İşte o zaman yazdıklarınızı okurum, önünüzde eğilirim. Hırsızı, düşmüş kadını anlatıyorlar da insanı unutuyor veya anlatmıyorlar. Bu mudur sanat, bu mudur bulduğunuz büyük edebiyat? Kötülüğü, çamuru gösterin ama, rica ederim, buna edebiyat demeyin.
— Ya! Demek hatırınız için tabiat tasvirleri yapalım, gülden, bülbülden, bir kış sabahının güzelliğinden söz edelim öyle mi? Çevremizde uğuldayan, kaynaşan hayatı görmeyelim... Biz yalnız toplumun fizyolojisini arıyoruz; şiirle, şarkı ile işimiz yok...
— İnsanı, yalnız insanı anlatın bana, insanı sevin. Penkin coştu:
— Faizciyi sevelim, softayı sevelim, budala veya hırsız memuru sevelim, değil mi? Laf mı bu? Edebiyatla uğraşma dığın belli! Hayır, bu adamları cezalandırmalı, toplumdan kovmalı...
Penkin'in önünde ayağa kalkan Oblomov birdenbire bir peygamber tavrıyla:
— Toplumdan kovmalı ha? dedi. Bu bozulmuş çamurda yüksek bir prensip olduğunu, bu düşmüş insanın gene de insan, yani kendin olduğunu, unutuyor musun? Onu kovmalı mı eledin? Ama ne yapsan, onu insanlıktan, tabiattan, Tan rının rahmetinden dışarı kovabilir misin?
Oblomov bu sözleri söylerken gözleri parlıyordu. Şaşıran Penkin:
— Amma da coştun! dedi.
Oblomov gerçekten pek ileri gittiğini gördü. Birdenbire sustu, bir dakika kadar ayakta durdu, esnedi ve yavaş yavaş kanepeye uzandı.
İkisi de bir süre sustular, Penkin:
— Sen neler okuyorsun? diye sordu.
— Ben mi... Daha çok yolculuk üstüne yazılmış kitapları.
Tekrar sustular. Penkin:
— Dediğim kitap çıkınca okuyacaksın değil mi? İstersen getireyim sana. dedi.
Oblomov başıyla istemem der gibi bir işaret yaptı.
— Öyle ise sana hikâyemi göndereyim...
Oblomov başıyla peki, dedi.
— Matbaaya gidiyorum, geç kaldım. Bak sana niçin geldiğimi söylemeyi unuttum. Ekaterinenhov'a gidelim diyecektim. Arabam var. Bugünkü şenlik için bir makale yazmam gerekiyor. Birlikte bakarız. Benim görmediğim şeyleri sen görür bana söylersin, iyi olur, gidelim...
Oblomov yüzünü buruşturup üstüne örtüleri çekerek:
— Hayır, biraz rahatsızım, dedi. Rutubet dokunuyor, güneş henüz etrafı iyice kızdırmadı. Ama sen bana yemeğe gel; konuşuruz; öyle iki dert var ki başımda...
— Hayır, bizim yazar arkadaşlarla Sen-Georgi lokantasında toplanıyoruz; oradan Ekaterinenhov'a gideceğiz. Bütün gece de çalışacağım; gün doğarken makalem matbaada olmalı. Hoşça kal.
— Güle güle, Penkin.
Oblomov yine düşünmeye daldı:
"Bütün gece çalışacak! Hiç uyumayacak! Herhalde yılda en az beş bin ruble kazanır. Fena para değil; ama yazı yazmak, boşuna kafamızı, ruhumuzu harcamak, hayallerimizi, düşüncelerimizi satmak, tabiatımızı zorlamak, durup dinlenmeden hareket içinde olmak, hep bir amaç peşinde koşmak... Sonra da yazmak, yazmak, dönen bir tekerlek gibi, bir makine gibi yazmak! Yarın, öbür gün, daha öbür gün hep yazmak! Tatil yok! Bayram yok! Ne zaman duracak, ne zaman dinlenecek bu adam? Vah zavallı!"

Resim:Anastasia R. Simes