İNSAN
ZİHNİNE SAHİP BİR ÖRDEK
Şimdi’nin
Gücü adlı kitabımda, iki ördek kavga ettiğinde – ki hiç uzun sürmez – bir süre
sonra ayrıldıklarını ve farklı yönlere doğru uçtuklarını belirtmiştim. Sonra
her iki ördek de kanatlarını birkaç kez güçlü bir şekilde çırparlar ve böylece
kavga sırasında topladıkları enerjiyi atarlar. Kanatlarını çırptıktan sonra,
hiçbir şey olmamış gibi huzurlu bir şekilde süzülürler.
Eğer
ördekler insan zihnine sahip olsalardı, kavgayı düşüncelerinde canlı tutar,
hikâyeler kurarlardı. Bir ördeğin hikâyesi muhtemelen şöyle olurdu: "Az
önce yaptığı şeye inanamıyorum. On santim yanıma yaklaştı. Sanki gölün sahibi
oymuş gibi davranıyor. Özel alanıma hiç saygısı yok. Ona bir daha asla
güvenmeyeceğim. Bir daha sefere beni kızdırmak için başka bir şey yapacak.
Şimdiden komplo planlamaya başladığından eminim. Ama buna daha fazla izin
vermeyeceğim. Bir daha sefere ona unutamayacağı bir ders vereceğim."
Böylelikle, zihin bir sürü hikâyeler kurup durur ve aradan günler, aylar ve
hatta yıllar geçmesine rağmen, öfke ilk günkü gibi devam eder. Vücuda gelince;
düşüncelerde kavga hâlâ devam ettiği ve vücut da gerçekle düşünceler arasındaki
farkı bilemediği için, bütün düşüncelerin yarattığı bütün duygulara karşılık
enerji üreterek tepki verir ve bu da daha fazla düşünceye yol açar. Bu, egonun
duygusal düşünce süreci haline gelir. Bir insan zihni olsaydı, ördeğin
hayatının ne kadar karmaşık bir hal alabileceğini görüyor musunuz? Ama ne
yazık ki çoğu insan sürekli bu şekilde yaşıyor. Hiçbir durum ya da olay
gerçekten bitmiyor. Zihin ve zihin ürünü "ben ve hikâyem" sürekli
devam ediyor.
Bizler,
yolunu kaybetmiş bir canlı türüyüz. Her doğal şeyin, her çiçeğin ya da ağacın
ve her hayvanın, bize öğretecek önemli dersleri var. Tek yapmamız gereken,
durup bakmak ve dinlemek. Ördeğin bize verdiği ders şudur: Kanatlarını çırp -
yani "hikâyeyi bırak" - ve tek güç yerine geri dön: Şimdiye!
GEÇMİŞİ
BERABERİNDE TAŞIMAK
İnsan
zihninin geçmişi bırakmak konusundaki beceriksizliği ya da isteksizliği,
Tanzan ve Ekido adında, şiddetli yağmurlardan sonra oldukça çamurlu bir hale
gelmiş olan toprak kır yolunda yürüyen iki Zen rahibinin hikâyesinde güzel bir
şekilde örneklenmektedir. Bir köyün yakınından geçerlerken, yolun karşı
tarafına geçmeye çalışan genç bir kadın görürler. Çamur çok derin olduğu için,
kadın üzerindeki ipek kimonoyu berbat etmeden karşı tarafa geçemeyecektir.
Tanzan hiç tereddüt etmeden kadını kucağına alıp yolun karşı tarafına geçirir.
Sonrasında
rahipler sessizce yollarına devam ederler. Beş saat sonra, yaşadıkları tapınağa
yaklaşırlarken, Ekido daha fazla kendini tutamayarak Tanzan'a döner.
"Neden kızı yolun karşı tarafına geçirdin?" diye sorar. "Biz
rahiplerin bu tür şeyler yapmaması gerekir."
"Ben
kızı saatler önce bırakmıştım," der Tanzan. "Sen hâlâ taşıyor
musun?"
Şimdi
birinin sürekli Ekido gibi hoşuna gitmeyen olay veya durumları zihninde
taşıyarak ve düşünce üstüne düşünce biriktirerek yaşadığını düşünürseniz, gezegendeki
insanların çoğunun nasıl yaşadığıyla ilgili bir fikir edinmiş olursunuz.
Zihinlerinde taşıdıkları yükün ağırlığına bakar mısınız?
Geçmiş,
anılar olarak içinizde yaşar ama anıların kendileri sorun değildir. Aslını
söylemek gerekirse, geçmişten ve geçmiş hatalarımızdan ancak anılarımızı hatırlayarak
ders alabiliriz. Ancak anılar, yani geçmişle ilgili düşünceler sizi tamamen
ele geçirdikleri ve benlik duygunuzun bir parçası haline geldikleri zaman bir
sorun, bir yük oluştururlar. Bu olduğunda, geçmişle şartlanmış olan
kişiliğiniz, hapishaneniz haline gelir. Anılarınızda bir benlik duygusu vardır
ve hikâyeniz kendinizi algılama biçiminiz haline gelir. Bu "küçük
ben" aslında zamana ve biçime bağlı olmayan varlığınız olarak gerçek
kimliğinizi gölgeler.
Geçmişinizde
sadece zihinsel değil, aynı zamanda duygusal anılar da vardır; eski duygular,
sürekli olarak yeniden yaşanır. Hoşnutsuzluğunu beş saat boyunca düşünceleriyle
besleyerek taşıyan rahip gibi, çoğu insan büyük miktarda fazladan bagaj
taşırlar. Kendilerini kırgınlıklar, pişmanlıklar, düşmanlıklar ve suçluluk
duygusuyla sınırlarlar. Duygusal düşünce sistemleri, benliklerinin bir parçası
haline gelir ve böylece, kimliklerini güçlendirmek için eski duygulara
tutunmayı öğrenirler insan eski duyguları sürdürme eğiliminde olduğundan,
neredeyse herkes, eski duygusal açılarıyla kendi etrafında bir enerji alanı
örer ki ben buna "acı beden diyorum.
Öte
yandan, zaten sahip olduğumuz acı bedeni daha da büyütmekten vazgeçebiliriz. Kanatlarımızı
çırpar - mecazi anlamda elbette - ve zihinsel olarak geçmişte yaşamaktan
vazgeçerek, eski duyguları biriktirmekten ve beraberimizde sürüklemekten
kendimizi kurtarabiliriz. Olayları veya durumları zihnimizde canlı tutmamayı,
zihinsel film yönetmenliğini sürdürmek yerine dikkatimizi şu ana çevirmeyi
öğrenebiliriz. O zaman düşüncelerimiz ve duygularımız yerine, Varlığımız
kimliğimiz haline gelir.
Geçmişte, sizi şimdide yaşamaktan alıkoyabilecek hiçbir şey
olmadı; eğer geçmişin sizi şimdide yaşamaktan alıkoyacak gücü yoksa, başka ne
gücü olabilir ki?