Pascal Quignard etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pascal Quignard etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Cinsellik ve Korku / Pascal Quignard

Orgazm, zevkin doruğu olarak betim­leniyordu; önce sıcak, sonra sürtünen, daha sonra çalkantı­lar içine giren, sonunda patlayan bir zevk. Bu zevk, yükse­len dalgaları doruğunda (erkeğin köpüğü oluşmadan) patlı­yor ve bu sayede insanın ölümlü teni, yeniden üreme gü­cüyle tanışıyor, toplumsal bedenin sürekliliğini sağlama yeteneğini kanıtlıyordu. Yunan ve Roma toplulukları, biyo­loji ile politikayı birbirinden ayırmıyordu. Beden, site, deniz, tarla, savaş, yapıt, aynı kısırlık riskini taşıyan, kendilerinden aynı doğurganlığın beklendiği tek bir canlılık biçi­mi ile yüz yüzeydi.
Erkeğin cinsel organı sertliğini sürekli koruyamaz. Er­kek, potentia ile impotenüa'nın kendince anlaşılmaz ve ira­de dışı art arda gelişine boyun eğmek zorundadır. Kimi za­man sönük penis, kimi zaman sertleşmiş phallos'tur (mentula ve fascinus). İşte bu yüzden iktidar bütünüyle erkeğe özgü bir sorundur; çünkü bu sorun onun kendine özgü kırıl­ganlığını ve bu konuda sürekli kaygı taşımasının kaynağı­nı oluşturur.
Boşalma zevke bağlı bir yitimdir. Bundan kaynakla­nan uyarılma yitimi ise hüzün kaynağıdır; çünkü bu, fışkır­makta olan kaynağın kuruması anlamına gelir. Bu hüznü Roma uygarlığı kadar hiçbir uygarlığın duymamış olduğu ileri sürülebilir. Tohum yitimi doğurganlığa yol açabilir; ne var ki bu doğurganlığın, membrum virile'nin vulva dışında o utandırıcı gevşemeye ve küçülmeye uğradığı anda algı­lanmasına olanak yoktur.
Erkeklik organı, vulva'nın içine fascinus olarak girer, oradan mentula olarak çıkar.
Erkeğin erkekliği zoolojik zevk içinde, insan bedeninin ölüm içinde yok oluşu gibi yok olur. Çünkü erkeğin (uir) en özlü benliği, hiçbir zaman onun kafasının içinde ya da yü­zünün çizgilerinde değildir: Benlik, beden kendini tehdit al­tında gördüğü anda erkeğin elinin gittiği yerdedir.
Zafer kazanarak yönetimi altına aldığı tüm halkların dinlerini kendi zaferiyle, kendi 'inancıyla' bağdaştırıp gide­rek daha yayılmacı hale gelen bir dine, giderek daha uğur­suz hale gelen bir korku egemen oluyordu. Büyülerle ilgili birçok jesti, hareketi kullanan Romalılar, kem gözleri kov­mak ya da ludibrium'un alaycılığına başvurarak etkisiz kılmak için, o büyüyü 'sahibine geri çevirmek' için bu kez apotropaion'a başvurur oldular; Perseus'un, Medusa'nın ba­kışından kurtulmak için kalkanını kullanması gibi. Apotropaion Yunanca'da, taşıdığı ürkütücü (terribilis) nitelik yü­zünden insanlarda aynı zamanda hem gülme, hem korku duygusu uyandıran kötülüğü kovan resim ya da heykelcik anlamına gelir. Fascinum (yapay fascinus) bir baskanion'dur (insanı kemgöze karşı koruyan bir kılıf, bir prezervatif). Plutharkos, cinsel organ biçimli nazarlıkların, büyü yapmak isteyenin (fascinator) bakışlarını üzerine çekerek bu bakışların kurbanın üzerine dikilmesini engellediğini yazar. Müzelerde sergilenen nazarlıkların, müstehcen kü­pelerin, kemerlerin, gerdanlıkların, arkeolojik kazılarda bulunan, her biri Priapos biçimli, altından, fildişinden, taş­tan, bronzdan yapılmış çirkin cüce heykelciklerinin inanıl­maz ölçüde çok olması, bu inanıştan kaynaklanır. Gergin tutulan ortaparmak (digitus impudicus; el parmaklarının, yukarı doğru dik tutulan orta parmak, mesos dactylos dışın­da yumulması, en büyük küfürdü), fica'yı canlandıran (baş­parmağın ucunun işaret ve orta parmak arasından geçiril­mesi) nazarlıklar, cinsel organ biçiminde masa ayakları, lamba ayakları, bunlardan başka bronzdan ya da başka me­talden yapılmış tintinnabulum'lar (üzerine küçük çanlar yerleştirilmiş, kemere, parmağa, kulağa, direklere, ayaklı lambalara, üç ayaklı nesnelere takılan fascînuslar) da ben­zeri inanışın örnekleridir. İnsan bedeninin bu özelliği en çok taşıyan tek uzvu, erkeğin penisidir; bunun ardından er-bezi torbası, daha sonra da yeterince dolgunsa kadınların göğüsleri ve kalçaları gelir. Bu bakımdan, bedenin cinsel istek uyandıran bölümleri, yani titreşerek cinsel isteği kamçılayan bölümleri aracılığıyla ilgi ve istek duyulan şey, insanın cinselliğidir. Bedenimizin dışında, uzantı olarak yer alan ve gözle görülür değişimlere uğrayan bu biçimler, bu yüzden bedenin en çok korunan bölümleridir. Eski Roma'daki kadınların, İmparatorluk dönemi Roması'nda oldu­ğu gibi, göğüslerini bandajla sıkıştırması, bu sakınma sap­lantısının kanıtlarını sergiler. Yunanca'da strophion adı verilen sutyen, Latince'de fascia sözcüğü ile karşılanır, do­layısıyla erkeklerin fascinum'u ile bağlantılıdır. Bu amaçla kullanılan dikişsiz bezin altına, göğüsleri sıkıştıran, sığır derisinden yapılmış ince bantlar gizleniyordu. Kadın göğ­sünü gösteren erotik resimlere ender rastlanır. Tacitus (XV, 57), Pison'un komplosu ile karşı karşıya kalan Epicharis'i, fascia'sını kendini boğmak için çıkarırken can­landırır.

24 Nisan 2012 Salı

Cinsellik ve Korku / Pascal Quignard

Seneca da, 'ölümü aşağılama'nın (contemne morteni) insana yaşamı boyunca iyi gelen bir ilaç (remedium) olduğunu söy­lüyordu.
Bahçeye bakan pencerenin angusta (dar) olması gere­kir. Bunalım, insanın boğazını sıkan şeydir. Güzellik mer­kezcildir. Her güzellik, ada biçiminde, ada kendiliği çerçe­vesinde, atomsal olarak bütünleşir ve kendisini izleyen ba­kış karşısında dağılır gider. Çerçeveleyiciler, sınır koyan­lardır. Çerçevelemek, kutsal bir yer yaratmaktır. Pencere, bir çerçeve olarak, dünyanın bir parçasını bir tapmağa dö­nüştürür. Pencere bahçeyi, çerçevenin yalnız kıldığı, tekleştirdiği manzarayı yoğunlaştırdığı biçimde oluşturur. Çerçe­venin içinde yalnızlık, uzaklaşma yaratmaya çalışan biçim­ler, bu biçimlere yavaş yavaş, adım adım yaklaşan kişinin onlar karşısında sonu gelmez bir gerileme yaşamasına ne­den olur.
Yaşamın, yaşamla birleşmeyen, yaşamdan ayrık bir yaşam olarak canlandırılması, canlının öldürülmesi anlamına gelir.
Bu devinim, daha özünde bir 'yalnızlığa çekilme'dir. Resim, insanı dünyadan çekip alır.
Utanma, bir başka yalnızlığa çekilmedir. Sevişmek için karanlık bir odaya çekilmeye yol açan cinsel utanma, bede­ni ince bir ayla ile (Plinius'un deyişiyle Parrhasios'un icat ettiği extremitas ile) örter. Söz konusu ayla, insanın bedeni­ni kurgusal bir yaralanmazlıkla, ele gelmeyecek kadar ince bir zırhla kaplar: Bu, gözle görülmez bir templum'dur. Bu­rada, gözle görülmeyen 'giysi', Adem'in 'giysi'si, libidoya değgin büyülü doku, ayla teması söz konusudur. Bu, yakı­nımızda yer alan şiddetten kaçma olduğu kadar, tiksinmeyi kendine yasaklamaktır da.
Bu, (tanrıların bedeni olan) yıldızları sardığı biçimiyle saygı aylasıdır. Posidonius, bir yapıtın güzelliğini oluştu­ran öğelerin, kozmosun öğeleri olduğunu söylüyordu. Biçi­mi, rengi, görkemi ve yıldızların ışıldamasını ayla biçimin­de ayırt ediyordu.


Görsel: Francis Bacon

3 Eylül 2011 Cumartesi

Cinsellik ve Korku / Pascal Quignard



Cinsellik korkuyla bağlantılıdır. Apuleius'un yazıların­da Psykhe kendine şu soruyu sorar (Metamorphoses, VI, 5): "Hangi gecenin (tenebris) içine saklanabilirim, yüce Ve­nüs'ün {magnae Veneris) kaçınılmaz bakışlarından (inevita-biles oculos) kaçabilmek için?" Lucretius 'kaygılı bir istek'ten, 'korkutucu bir istek'ten (dira cupido) söz eder ve bu isteğin cupiditas'mı, insanların 'gizli yarası' (uolnere caeco) olarak tanımlar. Vergilius, aşkı 'insanı kör ya da gizli bir ateşle yakan eski ve derin bir yara' olarak tanımlar. Catullus'a göre aşk ölümcül bir hastalıktır (Carmina, LXXVI): "Ey tanrı­lar, acımak size özgüyse eğer, ölüm saati geldiğinde insan­lara korkudan başka şeyler de bağışlıyorsanız; bana çevirin gözlerinizi, görün zavallılığımı (me miserum adspicite). Gü­nahsız bir yaşamım oldu benim. Buna karşılık siz de beni esirgeyin. Beni aşk denen o vebadan (pestem) kurtarın; ke­miklerimin içinde donup kalmış, damla damla kanıma ka­rışan, sevinci (laeütia) yüreğimden kovan o zehirden kurta­rın beni."
...................................
Ressam, kesinlikle suskun bir şair değildir; şairin bir söz ressamı olamayacağı gibi. Eskilerin resmi, imge halinde yoğunlaş­mış bir şair anlatışıdır. Simonides şöyle diyordu: "Söz, ey­lemlerin imgesidir. " Etik an, imgenin 'sessiz sö­zü'dür. Bunu Yunanca söyleyecek olursak, zographia (canlı olanın yazıya geçirilmesi), imgenin içinde yoğunlaşan, 'su­sarak' (siöpösan) konuşan, diye ekliyordu Simonides, dü­ğümdür, entrigdir. İmge-eylemler insanların ethos halinde yoğunlaşarak (tanrılaşarak) öteki insanların belleğine gir­mesini sağlar.
Heykeltıraşın kafasındaki güzellik ideali etikti. Din­ginlik ile taşlaşmayı birbirinden ayırmak zordur. Bu, ölüm­süzlerin tranquilla pax'ı, placida pax*ı, summa pax'ıdır. Lucretius'un sanata yüklediği tuhaf amaç bu düşünceden kaynaklanır: 'Bilgelikten yoksun olana bir süre için bilge­nin dinginliğini kazandırmak'. Buysa tanrılaşmadır (tanrı­ya dönüşme): tanrıların bedenini kuşanmak. Dinginliğe erişmiş olanların katına varmak. Bu kişiler sevinci sarsıl­maz olanlardır, acıdan, acımadan, öfkeden, iyilikten, açgöz­lülükten, kıskançlıktan, ölüm korkusundan, aşk duygusun­dan, çalışmanın getirdiği yorgunluktan uzak olanlardır; dünyayı yönetmezler. Bakarlar yalnızca. Bunlar, kendileri­ne özgü ethos'larına göre sitenin ödenek ayırdığı, beslediği ölümsüz tiyatro masklarıdır.
Vergilius'ta, gelecek olan ölüm yüzünden benzi atmış, yanakları titrer, gözlerine kanın gölgesi düşmüş durumda­ki Didon, kendi canına kıydığı anda şöyle der: "Yaşamayı bitirdim. Şimdi, bir büyük imge (magna imago) gibi yerin altına ineceğim."
Güzellikte, devinimsizleşmiş tanrıdan bir şeyler vardır. İnsanlara, yaklaşan ölümün içinde bizi kollayıp bekleyen devinimsizliğin ve sessizliğin daveti­ni sunmaktadır. 'Büyük imge’, mezarın içindeki heykeldir. Resmin sorunu şudur: Sonsuz ânının içine gömülmüş bir tanrının görünüşü gibi bir görüntü nasıl yaratılabilir?
.........................................

5 Temmuz 2011 Salı

Perseus ve Medusa / Pascal Quignard


Güzel olan bir şeye, o güzelliğin bize zarar verebileceği düşüncesiyle de bakabiliriz. Ona, içimizi sevinç kaplamaksızın hayranlıkla bakarız. Hayranlık sözcüğü burada tanım olarak uygun düşmüyor: Üzerimizdeki çekiciliği tiksinme­ye dönüşen bir şeyi saygıyla izleriz. Saygı sözcüğünü kullandığımızdaysa Venüs'ü yeniden buluyoruz. Platon'un gü­zellik ile korku arasında fark gözetmeyi kabul etmediğini de anımsıyoruz. Böylece 'şaşırmak', 'şaşkınlıktan donup kalmak' (Fr. meduser) sözcüklerine yaklaşmış oluyoruz; buysa, kaçmak gereken şeyden kaçmamıza engel olmak, korkumuza bile 'saygı duymak', sonunda ölüm tehlikesi de olsa korkumuzu saygımıza yeğlemek anlamına geliyor.
Medusa'nın şöyle bir öyküsü var: Batının en batı ucun­da, dünyanın sınırlarının ötesinde, Gece'nin yöresinde üç canavar yaşıyordu. Bu canavarlardan ikisi, Stheno ile Euryale ölümsüzdü. Üçüncü canavar ise ölümlüydü, adı da Medusa'ydı. Bu canavarların başlarının çevresinde yılanlar vardı. Yabandomuzlarının korunduğu gibi korunuyorlardı; bronzdan elleri, altından kanatlan vardı. Gözleri ışıldıyor­du. İster tanrı, ister insan, kim olursa olsun, bu canavarlar­la göz göze gelen herkes taş kesilirdi.
Argos Kralı'nın çok güzel, deli gibi sevdiği bir kızı var­dı. Kızın adı Danae idi. Kâhin, kralı uyararak kızı bir oğ­lan doğuracak olursa, torununun dedesini öldüreceğini söyledi. Kral, kızını bu yüzden duvarları bronzdan yapılmış bir yeraltı odasına kapattı.
Zeus, altın damlalar halinde yağan yağmura dönüşerek kızı görmeye geldi, Perseus işte böyle doğdu.
Kral gözyaşı döktü. Deniz kıyısına gitti. Kızını ve toru­nunu tahta bir kasaya kapattırdı. Ve kasayı denize attırdı. Kasa, bir balıkçının ağına takıldı. Balıkçı, anneye baktı, küçük çocuğu büyüttü. Günün birinde zorba Kral Polydectes Danae'ye tutuldu ve ona sahip olmak istedi. Perseus, bu isteğini erteleyecek olursa, kadın yüzlü canavarın başını krala getireceğini söyledi.
Gorgon (Medusa), ölümü gözlerinin içinde taşıyordu. Ölüm getiren bakışları olan bu başı kesip torbasının içine koymayı başaran kişi 'ölümün efendisi' (mestör phoboio) olarak kutsanacaktı. Medusa'nın yüzü nasıldı? Faltaşı gibi açılmış sabit bakışlı gözleri, aslan yüzü gibi geniş ve değir­mi bir yüzü, yabanıl bir yelesi ya da ayağa dikilmiş binler­ce yılandan oluşan saçları, öküz kulağına benzer iki kulağı, sürekli sırıtır gibi duran, yüzünde enlemesine açılmış bir yarığı andıran, kazma gibi dişlerini açığa çıkaran bir ağzı vardı. Dili, sakallarla kaplı çenesinin üstünde yer alan kaz­ma dişli koca ağzından dışarı fırlamıştı.
Perseus, Medusa'nın insanlara ne biçimde göründüğü­nü biliyordu; mızrağını eline aldı, kalkanını koluna bağladı ve ölüme doğru yola çıktı. Dünyanın batısında, Gorgonlar gibi birlikte yaşayan üç canavar olan Grailerle boğuştu. Bunların, düşmanlarını parçalamak için elden ele geçirdik­leri tek dişi vardı. Ayrıca, parçaladıkları yaratıkları göre­bilmek için, her an yüzden yüze geçen, sürekli açık tek bir gözü vardı.
Perseus, bir sıçrayışta o tek gözü kaptı, tek dişi de ele geçirdikten sonra Gorgonlardan, nymphelerin oturdukları yeri öğrendi. Nymphelerden, öldüren bakıştan korunması için gerekli olan büyülü dört şeyi gizlice aldı. Büyülü şey­lerden ilki kunee idi (Ölüler Tanrısı'nın kurt postundan ya­pılmış başlığı; bu başlığı başına geçiren kişi görünmez olu­yordu, çünkü ölüm, canlıları gece ile 'sarmalıyordu'). İkin­cisi kanatlı sandallardı (ayağa geçirilen bu sandallar, insa­nın bir anda tüm dünyayı aşıp yeraltı dünyasına kadar gitmesini sağlıyordu). Üçüncüsü kibisis idi (kesik bağların içi­ne konacağı heybe ya da daha doğrusu, av torbası). Sonun­cusu da harpe idi (baş kesmek için kullanacağı yay biçimin­de orak; bu, Kronos'un, babasının üreme organlarını kes­mek için kullandığı oraktı).
Perseus, Medusa'nın yaşadığı yere vardı. Onunla göz göze gelmemek için üç önlem aldı. Önce, Gorgonları uyku­da, gözleri kapalı olarak yakalamak için, yaşadıkları kor­kunç mağaraya gece girmeye karar verdi. Sonra, karanlık mağaraya girdiğinde gözlerini, Medusa'nın bakabileceği yö­nün tersine çevirdi. Perseus ayrıca, bronz kalkanını parlat­tı.
Perseus işte böylelikle, saldırdığı sırada onunla göz gö­ze gelmedi: Onu görmek için, kalkanından bir ayna gibi ya­rarlandı. Kalkan, Medusa'ya kendi görüntüsünü yansıttı; Medusa kendi görüntüsünden korkarak taş kesildi.
      Başından kunee'sini çıkarmamış, gözlerini mağaranın dibine dikmiş olan Perseus bunun üzerine orağını havaya kaldırdı. Kadın yüzlü kadın canavarın başını gövdesinden ayırdı. Gorgon Medusa'nın başını, gecenin karanlığında el­leriyle yoklayarak bulup kibisis'inin içine koydu ve sitenin tanrıçası Athena'ya götürdü; Athena bu başı kalkanının ortasına yerleştirdi.
 Caravaggio / Medusa 


“Her tablo bir medusa başıdır. İnsan, içindeki dehşeti, dehşetin imgesiyle yenebilir. Her ressam bir Perseus’tur” Caravaggio


                                                        Rubens / Medusa


Cinsellik ve Korku incelemesinden. Can Yayınları