Tuvaldeki Başyapıt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tuvaldeki Başyapıt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Nisan 2012 Cumartesi

Tuvaldeki Başyapıt:3 Mayıs 1808 / Francisco Goya


    3 Mayıs 1808, Goya’nın tanık olduğu olayların bir sunumu niteliğini taşımaktadır. 1814 yılında yapılmış olan resimde, Madrit’in dışındaki Pirincipe Pio tepesinde kurşuna dizilen İspanyol ayaklanmacılar anlatılmaktadır. Resim, İspanyol direnişçilerin cesaret ve acılarını ölümsüzleştirmeyi amaçladığı kadar, insanlığın kanlı tarihinin de bir belgesi olma özelliğine sahiptir. Savaşa dair tanıklıkların yansıması olan bir diğer çalışması ise Savaşın Felaketleri adlı 82 levhalık bir gravür dizisidir. Bu dizi üç grup altında incelenebilir: Savaşın korkunç olayları ve kurbanları; açlık ve ölüm; kabuslar, canavarlar ve grotesk unsurlar.. 

1819’da geçirdiği ciddi bir rahatsızlıktan sonra, Madrit dışında halk arasında La Quinta del Sordo olarak bilinen malikanesine çekilmiş olan Goya, burada evinin iki salonunun duvarlarına 14 sahneden oluşan Kara Resimler’i yapmıştır. Sahneler genellikle koyu renk bir zemin üzerine işlenmişlerdir. Bunlar arasına en tanınmış sahne Çocuklarını Yiyen Satürn adlı resimdir:

“...karanlıklar içindeki yaşlı tanrı kendi öz oğlunu yemektedir çünkü çocuklarından birinin onu devirip yerine geçeceğinden korkmaktadır. O insanı kendi kendisinin en büyük düşmanı yapan her şeyin, sadece kötülüklerin ve zulmün değil ama aynı zamanda cehalet, şüphe, korku, hırs ve zayıflık gibi niteliklerin de özümsenmesidir.”


21 Şubat 2012 Salı

Tuvaldeki Başyapıt: Kutlu Haber / Jan van Eyck




1385-1390 arası Maastricht-1441 Bruges, Hollandalı ressam.

1422-1424 yılları arasında Hollanda kontlarının himayesinde ressamlık yaptı. 1425'te, saray ressamı olarak Güney Hollanda'daki kimi toprakların egemenliğini elinde bulunduran Burgond dükü Philip'in himayesine girdi. Van Eyck'in, iki kez "gizli" diplomatik görevlerle İspanya ve Portekiz'e gönderildiği de bilinmektedir. 1430'da Bruges'e yerleşti ve burada, ölümüne dek çalıştığı bir atölye kurdu. Jan Van Eyck'in adı, yağlıboyanın keşfedilmesiyle birlikte anılır. 

Kimi sanat tarihçileri, Jan Van Eyck'in yapıtları olarak değerlendirilen birçok resmin, aslında erkek kardeşi Hubert Van Eyck'e ait olduğunu öne sürdüler. St. Bavon Katedrali'ndeki (Belçika) mihrabı süsleyen resmin çerçevesinde, resme Hubert'in başladığına ve Jan'ın tamamladığına dair bir not vardır. Yağlıboya resme getirdiği yeniliklerin yanı sıra, Orta Çağ geleneklerinin belirlediği sanattan da kopan Van Eyck, gerçekçi bir üslûp geliştirdi. Küçük fırça darbeleri kullanarak, doğal dekorlar içindeki nesneleri tüm ayrıntıları ve dokusal özellikleriyle yansıttı. 
Bu açıdan, yapıtları 17. yüzyıl gerçekçi ev içi resimlerinin öncüsü sayılabilir. İlk bakışta din dışı dünyayı yansıtıyormuş gibi gözüken resimlerinde, gizlenmiş bir dinî simgecilik de göze çarpar. Jan Van Eyck'in ilk resimleri daha küçük boyutluydu ve minyatürleri andırıyordu. Bu resimlerde,dekor olarak genellikle kilise içleri seçiliyor, nesneler küçük boyutta yansıtılıyordu. Daha sonraki yapıtlarındaysa, eskiye oranla daha büyük figürler seçen Van Eyck, bu figürleri daha ufak boyutlu dekorların içine oturttu. 
Başlıca tabloları: "Arnolfini Çifti", "Çeşme Başında Meryem", "İsa'nın Göğe Çıkışı", "Aziz Barbara", "Şansölye Rolin'in Meryem'i"

12 Şubat 2012 Pazar

Tuvaldeki Başyapıt:San Romano Savaşı / Paolo Uccello

Paolo Uccello (1397-1475)
Yapıtları geç gotik üslupla erken Rönesans arasında köprü oluşturan Floransalı ressam. Titiz ve incelikli perspektif çalışmalarıyla tanınır.
On yaşındayken, o sırada Floransa Vaftiz hanesi’nin ünlü tunç kapılan üzerinde çalışan heykelci Lorenzo Ghiberti’nin atölyesinde çıraklık yapıyordu. 1414’te Aziz Luka Loncası’na, ertesi yıl da ressamların bağlı olduğu Hekim ve Eczacılar Loncası’na girdi. Bu yıllarda artık bağımsız bir ressam olduğu düşünülürse de o dönemden günümüze ulaşmış yapıtı yoktur. Bilinen en eski tarihli yapıtları Sta. Maria Novella Kilisesi’nin Chiostro Verde diye tanınan arkadli avlusundaki yaratılış konulu freskleridir. Geç gotik üsluptaki bu fresklerde zarif çizgisel biçimler ve stilize manzara öğeleri öne çıkar.
1425-31 arasında Uccello mozaik ustası olarak Venedik’te çalıştı. (Buradaki çalışmalarından da hiçbiri günümüze ulaşmamıştır.) Daha sonra San Miniato al Monte Kilisesi’nin arkadlı avlusundaki freskleri yapmak üzere yeniden Floransa’ya döndü. Figürlerinin ele alınışı bakımından Sta. Maria Novella Kilisesi’ndekilerle büyük benzerlikler taşıyan bu fresklerde Venedik’te bulunduğu yıllarda Floransa’da ortaya çıkan yeni perspektif şemalarını kullandı, figürleri ise Donatello ile Nanni di Banco’nun en son heykellerini anımsatacak gibi, yalın ve anıtsal bir biçimde işledi.
Uccello 1436’da Floransa Katedrali için, 14. yüzyıl sonunda Floransa birliklerine komuta etmiş olan İngiliz paralı asker Sir John Hawkwood’u at üstünde gösteren tek renk fr büyük bir fresk yaptı. Bu yapıtında tek kaçış noktalı perspektif uygulayarak, heykeli andıran biçimler kullanarak ve figürde de netim altında tutulan bir güç etkisi yarata rak erken Rönesans üslubunu özümsemeye yöneldi.
1447’de kısa bir süre Padova’da kaldıktan sonra yeniden Sta. Maria Novella’ya dönerek Chiostro Verde’de Tufan’ı ve suların çekilmesini betimleyen freski yaptı. Bu yapıtında, Donatello’nun aynı sıralarda Padova’da gerçekleştirdiği kabartmalardan etkilendiği açıkça belli olan bir biçimde, iki ayrı sahneyi abartılı bir perspektifle birleştirdi.
“Tufan” geç gotik üslubun bezemesel tarzıyla erken Rönesans’ın görkemli üslubunu birleştirmede dönemin bütün ressamlarının karşılaştığı güçlükleri ortaya koyar. Uccello’nun en ünlü yapıtı San Romano bozgununu konu alan üç panosudur (Louvre Müzesi, Paris; Ulusal Galeri, Londra; Uffizi Galerisi, Floransa) 

4 Şubat 2012 Cumartesi

Tuvaldeki Başyapıt: Johannes Vermeer / Resmin Alegorisi


Johannes ya da Jan Vermeer (31 Ekim 1632'de Delft'te Joannis ismiyle vaftiz edildi ve 16 Aralık 1675'te aynı şehirde Jan ismiyle gömüldü), evlerin içindeki gündelik hayatı betimlediği tablolarıyla tanınan Hollandalı Barok ressam. Vermeer yaşamı boyunca başarılı, taşralı bir tür ressamı olarak tanındı. Göreceli olarak çok az tablo ürettiği ve ölümünün ardından eşi ve çocuklarına borç bıraktığı için zengin bir adam olarak anılmamaktadır.
Vermeer, parlak renkler, peygamberçiçeği mavisinden sarıya kadar pahalı boya maddeleri kullandığı resimleri üzerinde son derece dikkatli ve yavaş çalıştı. Tablolarındaki ışık kullanımı ve ustalıklı işleyiş ile ünlendi. Çalışmalarında çoğunlukla açık bir sevgi teması özellikle de aşk hastalığı dikkat çeker. Onun eserlerinde yarattığı dünya yaşadığına göre çok daha kusursuzdu.
Ölümünün ardında bir yüzyıl boyunca unutulan Vermeer, 1866 yılında sanat eleştirmeni Thoré Bürger tarafından tekrar keşfedildi. Bürger, Vermeer'in 66 eseri hakkında bir makale yayınladı (bugüne bu eserlerden 35 tanesinin onun olduğu kabul edilmektedir) O günden itibaren Vermeer'in ünü büyüdü ve Hollanda Altın Çağı'nın en önemli ressamlarından biri kabul edilmeye başlandı.
Vermeer pointillé olarak adlandırılan tekniği kullanıyordu ve resimlerini boyayı tuval üzerine gevşek ve tanecikli katmanlar hâlinde yayarak çiziyordu. Resimlerinde kusursuz yerleşimi yakalayabilmiş olmasına rağmen, tablolarında ön çalışmalara ait izler bulunmaz. Ayrıca, tablolar haricinde hiçbir çizim, kesin olarak Vermeer'e mal edilmemiştir. David Hockney'nin yanı sıra, Hockney-Falco tezini savunan birçok sanat tarihçisine göre, ressam bu kesin yerleşimi elde edebilmek için camera obscura kullanıyordu. Çıplak göz yerine bu tür bir lensin kullanılmasıyla ortaya çıkacak ışık ve perspektif etkilerinin Vermeer'in tablolarında da görülmesi, bu görüşü desteklemektedir. Ancak ressamın camera obscura'yı ne ölçüde kullandığı konusu, tarihçiler arasında tartışmalıdır.
On yedinci yüzyıl ressamları arasında Vermeer kadar müsrif bir şekilde lacivert taşı ya da doğal lacivert gibi pahalı boya maddeleri kullanan yoktur. Vermeer, sadece bu maddeleri kullanarak doğallığı yakalamamış ayrıca amber ve toprak gibi maddelerle iç mekandaki ışıklandırma ve duvara birden çok renk yansıtma konusunda başarılı olmuştur. Vermeer'in bu çalışma metodunda Leonardo’dan esinlendiği düşünülmektedir.
Ressamın, doğal laciverti en etkili kullandığı eserlerinden biri Şarap Bardaklı Kız'dır. Kırmızı saten elbisenin gölgelerinde doğal lacivert görülebilir. Kırmızı ve lacivertin birleşmesi ile yer yer oluşan morlarla eserdeki renk kullanımı çok güçlüdür.
Vermeer finansal olarak zora düştüğü 1672 senesinde bile pahalı boya maddeleri kullanmaya devam etti. Bu sebeple Vermeer'in bu maddeleri bir koleksiyoncudan büyük ihtimalle de patronu Pieter Claesz van Ruijven'den tedarik edildiğine inanılmaktadır.


25 Ocak 2012 Çarşamba

Tuvaldeki Başyapıt: Sandro Botticelli / La Primavera

Rönesans Resmi'nin en önemli temsilcilerinden ve ünlü ressamlarından olan Sandro Botticelli (1444/45 – 1510), genellikle alegorik yapıtlarıyla tanınmıştır. Yüksek Rönesans Resmi'nin ilk öncülerinden biri olarak da dikkati çeken sanatçı­nın, konturlara ağırlık vererek oluşturduğu melankolik tesirler yapan figürleri yu­muşak ve zarif bir çizgiselliğe sahiptir.
Botticelli'nin hem dönemi hem de tüm Rönesans çağı için bir simge olabile­cek nitelikteki yapıtı "İlkbahar Alegorisi" 1478 tarihli olup, ressamın sanat anlayışı­nı ve kişiliğini çok güzel bir şekilde belirtmektedir.

Floransa'da Dük Cosimo'nun villası için yapıldığını bildiğimiz bu tablonun üç­gen bir kuruluş şemasına göre oluşturulduğu açıktır. Yapıtın odağını oluşturan Ve­nüs, tüm kuruluş şemasını belirleyen bu üçgenin üzerinden geçen, tablonun ana ekseninde yer almaktadır. Aşk okları atan Amor ise, bu üçgen in tam üst birleşme noktasında bulunarak, tüm şemanın kilidini oluşturmaktadır. Venüs'ün üzerinden geçen eksenle ikiye ayrılan kuruluş şemasının içinde yer alan figürler, tabiatın çi­çek açmış görünümüyle, arka plandaki ağaçların sınırını tayin ettiği tir mekan içinde yer almıştır.
Sağda üçlü bir gurupla karşılaşılmaktadır. Burada Batı rüzgârı lt pnyros, şef­faf elbiseli Flora (Khloris)'yı kucaklamakta ve ona sahip olmaktadır. Bu birleşme­den sonra Çiçek ve Bahar Tanrıçası Flora tabiatın çiçek açmış örtüsüne bürün­mekte ve böylece ilkbahar mevsimi başlamış olmaktadır.

Solda ise şeffaf elbiselere sarınmış üçlü bir gurup bulunmaktadır. Bunlar yu­nan mitolojisinin Kharitleri'dir. Bu üç güzelin en genci Anglaie'dir ve parlaklığı simgeler. Euphroyne, sevinç ve neşeyi; Thalia ise çiçeklenmeyi temsil eder. Bu üç güzel tanrıça, tanrıların ve insanların yüreğine sevinç ve neşe vererek, güzelli­ği, ışıltıyı ve parlaklığı dile getirirler. Kharitler'in hemen yanında da sahnenin sol kenarında kanatlı sandaletleriyle teşhis edilen Merkür (Hermes) dikkati çekmekte­dir.

Botticelli’nin bu kompozisyonda ilkbahar alegorisiyle birlikte Venüs'ün yaşa­dığı çevreyi ve bu mitolojik kurguyu görselleştirmesinin altında yatan sebep aslın­da sanatçının yapıtın işlevine ve iletilmek istenen mesaja uygun nitelikte bir şema arayışı içinde olmasıdır.


Kompozisyonda Botticelli'yi Floransalı çağdaşlarından ayıran belli başlı nite­liklerle karşılaşmaktayız. Çizgisel ve yüzeysel bir anlayışta kompozisyonda birlik ve bütünlük sağlanmıştır. Çizgilerdeki incelik, zarafet ve uyum dikkati çekmekte­dir. Çok-figürlü tasvir tarzına rağmen grafik düzende bir dengesizliğe meydan ve­rilmemiş olup, biçim ile içerik tam anlamıyla kaynaşmıştır.

İkonoloji: Tablonun ana merkezi ve ekseni üzerinde bulunan Venüs, konu­nun temelini tayin etmektedir. Venüs'ten sonra en dikkat çekici öğe olan Amor, tablonun üçgen kuruluş şemasının kesişim noktasında ve en üstte yer alarak, ya­pıtın içeriği ve ana fikrine de ışık tutmaktadır. Hümanist duyumun tüm noktalarına işlediği yapıt, tamamen insani ve din-dışı görüntüsü altında üstün değerler taşı­yan estetik bir işleve sahip olmuştur.
Işık Tanrıçası olarak, aşk ve güzelliklere hükmeden Venüs aynı zamanda tüm tabiatın, yerin bereketinin ve her şeyden önce de ilkbaharın hâkimidir. Bu durum Tanrıçanın konumu ve el hareketleriyle tayin edilirken, başındaki taç da hâkim konumunu iyice etkin bir biçimde ön plana çıkartmaktadır. Venüs'ün giyim­i oluşu da önemli bir özellik olarak dikkat çekerken, saflıkla ilintili beyaz elbise üzerinde bulunan pelerinin yeşil ve kırmızı renklere sahip olması rastlantı değildir. Yaşam ve aşk kavramlarıyla bağıntılı olan tanrıçanın bu yönünün görsel bir ifade­si olarak tabloya ressamın koyduğu açıklayıcı bir nitelik göstermektedir. Bu duru­mun ışığında ucu ateşli ok atmakta olan Amor'un durumu da açıklık kazanmakta­dır. Yapıtın temelini teşkil eden kavramın aşk olduğu bellidir.

Sağ tarafta bulunan Batı Rüzgârı Zephyros'un yeşil olarak gösterilmesi de yaşam ve kaynak oluşuyla, meyveleri olgunlaştıran bu mitolojik figürün yaşamsal niteliğine ışık tutmaktadır. Zephyros'un eşi olan Çiçek Tanrıçası Flora ve ilkbaharı temsil eden Horai, Eirene'nin barış olgusu kadar, bitkilerin tanrıçası olması da ta­mamen doğa ve doğal ortamda var olan yeşerme ve hayat bulma olgusunun bu gurubu n temel niteliği olduğunu göstermektedir. Venüs'e bağlı olarak hareket eden Horailer gibi, sol tarafta yer alan Kharitler de aynı tanrıçaya tabidir. Homler'in mevsimleri idare etmesine karşılık Kharitler de ilkbaharın güzelliğini temsil eder ve neşe doldururlar. Güzellik, zarafet ve lütuf gibi kavramlarla ilişkili olarak üç güzeller adını alan bu üçlü gurubun içinde bulunan Thalia'nın bitkileri yetiştirmesi özelliği olması da ilginç bir husustur. Bu noktada diğer guruba bağlanmalı özelliktedir. Estetik güzellik olgusuyla diğer gurubun doğallığı temsil eden oluşumundan farklı nitelik göstermektedir, Üç güzelin entelektüel enerji, eğitim ve fügarlık gibi kavramlara işaret eden Merkür' ün yanında yer almasıyla doğasaldan sıyrılarak zihni ve kültürel bir nitelik kazanmış olduğu gözden kaçmamaktadır. Elindeki kılıçla -tipik özelliği olan- sözün gücü olgusu pekiştirilen Merkür’ün perileri de aşk kavramına işaret eder niteliktedir. Böylece bu gurubun ana oluşunun -Neo- Platonist düşüncenin yoğun etkisini taşıyan bir yaklaşımla - diğer gurubun doğallığından sıyrıldığı ve söze dayalı oluşumuyla ruhsal bir boyut Kazandığı anlaşılmaktadır. Doğal ve Ruhsal -Platonik- Aşk ve güzellik aynı yapıta yön vermektedir.

Venüs'ün bahçesi olan ağaçlıkta Merkür'ün kopardığı elma bir yandan mitolojide yer alan Paris'in Seçimini hatırlatırken, bir yandan da Venüs'ü temsil eden meyvelerden biri olarak, Hıristiyan kavramlarını da akla getirmektedir. Kötülüğe sapmaktan ve dünyevi aşktan uzak durmaya işaret eden niteliğiyle bu meyve, mi­tolojik olayda da elmayı Paris'e veren Merkür'ün kişiliğinde tabloya yansıtmaktadır. Bu durumuyla yapıta, özgün Rönesans düşüncesinde kazanmış olduğu farklı ve kompleks bir anlam boyutu katmaktadır. Şafakla ilgisi bilinen Merkür'ün doğuyla olan ilgisi, Batı rüzgârı olması nedeniyle Batıyı temsil eden Zephyros'tan farklılaşmakla birlikte yaşam ortamı açısından bir bütünleşme göstermektedir. Ve­nüs'ün sağı Doğu, solu ise Batı ile ilgili olarak bir yaşam mekanı oluşturmaktadır.

Tüm bu oluşumların tanıklığında, sükûn ve aşkla birlikte bitkilerin yeşermesi ve neşenin her tarafı doldurmasıyla temsil edilen ilkbahar Alegorisi olarak görü­len bu sahnenin esasında ard anlamları da bulunduğu anlaşılmaktadır. Doğal ve ruhsal / zihinsel ayrışımının çok belirgin olduğu sahne düzeni, erdem ve şehvet gi­bi ikili bir niteliğe sahip olan Venüs'ün dual betimlemesine yönelik olan imgelem­lere de sahip oluşumu içinde, tanrıçanın olumlu niteliğiyle güzellik ve doğurganlık olgusuna yönelik bir kuruluş göstermektedir. En üstteki Amor'un mevcudiyetinin de kesinleştirdiği gibi, bu ilkbahar temasının aslında Aşkın Zaferi'yle bütünleştirildi­ği anlaşılmaktadır. Dinsel bir niteliğe bürünerek, bir ölçüde kutsiyet de kazanan aşk kavramı Rönesans'a has bir niteliğe bürünmüştür. Doğa ve insan olgusuna duyulan ilgi kendini gösterdiği gibi, güven ve iyimserlik de yapıtı tam anlamıyla sarmıştır.
Rönesans düşüncesinin belki de en güzel ifadesi olan bu yar.l, yaşamın ta­zeliğini ve mutluluğunu hissetmeye başlayan Floransa burjuvazisinin yaşam se­vincini de temsil etmektedir. Aynı duyum Botticelli’nin “Venüs'ün Doğuşu" adlı ya­pıtı için de geçerlidir. Her iki tablonun da yapılmış olduğu ortam, Floransa’da Co­simo ve Lorenzo Medici'nin (1434 -1492) oligarşik yönetimlerine sahne olan sü­reç içinde kalmaktadır. Lorenzo Medici'nin görkemli günlerinde yapılan tablo, Flo­ransa' nın göz alıcı sanat ve kültür yaratılarına ve sanatçılara hamilik yaparak, önemli başarılara sahne olduğu, hümanist düşüncenin doruğuna ulaştığı ve göz alıcı bir entelektüel ortama sahip olduğu zamanı temsil etmektedir. İlkbahar Alegorisi aynı zamanda bu çevre ve içinde oluşan fikirlerin de yansımasıdır.
İlkbahar Alegorisi ve Aşkın Zaferi gibi temalar ve bunların ardında yer alan Evlilik ve Evliliğin Kutsiyeti, Ortaçağın metafizik nitelikli insanüstü dinsel ve ilahi oluşumuyla, inanca dayalı bir değer taşıyan aşkından farklı bir boyuta sahiptir. Pagan dünyayla bütünleşen konu, tüm insanüstü niteliklerine ve sembolik gücü­ne rağmen, ilahi Aşk'ın değişimine neden oluşturmaktadır. İlahı Aşk doğallaşmış ve doğayla bütünleşerek insanı bir boyut kazanmıştır. Aşkın Zaferi tüm doğallığıy­la ve iç dini yönlendirmeleriyle bu durumu insana aktarmakta ve tüm alegorik ku­ruluşuna rağmen pagan dünyanın tanrıları ardına gizlenen Rönesans insanı yapıt­taki insanı boyutla bütünleşmektedir. Doğanın ve yaşamın canlanması olan ilkba­har, tüm güzelliği ve bereketiyle insani bir nitelik kazanmakta ve Amor'un varlığıy­la da doğayla bütünleşen güzellik, cazibe ve lütfu, bereketle birleştiren, kadınsı bir niteliğe bürünerek yepyeni bir aşk anlayışını geçerli kılmaktadır. Gerçekçi ol­maktan çok, felsefi bir nitelik gösteren bu aşk kavramı, Neo-Platonist düşüncenin tipik bir etkileşim unsuru olarak, Rönesans dünyasında geçerlik kazanmış bulu­nan güzellik ve bir ilgi odağı olan kadın ve kadınsı duyumu da tümüyle yansıtmak­tadır.

Tüm kompleks oluşumuyla bu tablonun Rönesans Dönemi boyunca süre­cek ve yoğun ilgi görecek bir tema olan Aşkın Zaferi ve bu temaya bağIı olarak Ruhsal ve Dünyevi Aşk, iffet ve şehvet konulu yapıtların da öncü örneklerinden biri ve belki de en önemlisi olduğu anlaşılmaktadır. Aşkın, ilkbahar Alegorisi ardı­na gizlenmiş tazeliği ve yaşamın yeniden can bulmasıyla birleşen felsefi yorumu, güzelliği entelektüel boyutta temsil eden gurup ve bereketi doğal oluşumuyla yansıtan diğer gurup arasına yerleştirilen Venüs ve Amor'da ulaştığı nitelikle mad­di ve manevi açıdan birleşmektedir.

21 Ocak 2012 Cumartesi

Tuvaldeki Başyapıt: Auguste Renoir / Le moulin de la Galette


Renoir, orta halli bir ailenin çocuğuydu. Babası Leonard Renoir terziydi. Annesi Marguerite Merlet ise bir terzihanede çalışıyordu. Leonard Renoir, Pierre Auguste Renoir’in doğumundan üç yıl sonra tüm ailesiyle birlikte Limoges’den ayrılarak, Paris’te Bibliotheque’de bir eve yerleşti. Renoir yedi yaşına girdiği zaman 'Freres des Ecoles Chretiennes' adında rahiplerin yönettiği okula girdi. Burada okuma yazma ve aritmetik öğrendi. Oğullarının tutku ve yeteneğini fark eden ailesi, 1854 yılında Pierre Auguste’u okuldan alarak, Fosses du Temple caddesinde bulunan atölyelerinde porselen süslemeciliği ile uğraşan Levy Kardeşler’in yanına çırak olarak yerleştirdi.
Auguste Renoir, bu usta sanatçıların atölyesinde porselen tabaklar boyayarak işe başladı. Kısa zamanda oldukça başarılı işler yapmaya başlayan Renoir, akşamları resim derslerini izlemek üzere Dekoratif Sanatlar ve Resim Okulu’na gidiyordu. Bu okulda yine kendisi gibi öğrenci olan Emile Laporte ile tanışarak yakın dostluk kurdu.
1858 ilkbaharında Levy Kardeşler’in atölyesi oldukça zor anlar yaşamaya başladı. O sıralarda gelişmekte olan mekanik basım, el işçiliğiyle rekabet halindeydi. Makine artık el işciliğinin yerini almaktaydı. Bu durumda Renoir da işsiz kaldı. Çok geçmeden, yelpazeleri resimleyen bir atölyede iş buldu. Büyük bir ustalıkla 18. yüzyıla ait taklidi resimler yaptı. Renoir olanca hızıyla çalışıyordu ve oldukça iyi kazanıyordu. Auguste Renoir, düşünü gerçekleştirmeye yetecek kadar para biriktirmişti. Onun büyük düşü, resim sanatı ile uğraşmaktı.
Yaşadığı yer tipik bir 18. yüzyıl felsefesinin oluşturduğu kültürel bir ortamı yansıtıyordu. Orta sınıfın yaşamın tadını çıkardığı bir dönem ahlaki yapısı Renoir’in tablolarında da göze çarpıyordu. Özellikle sanatçı gençlik yıllarında, bu ruh durumunun sevincini, mutluluğunu ve gevşekliğini yansıttı tablolarına.

16 Ocak 2012 Pazartesi

Diego Velázquez Aynadaki Venüs / Tuvaldeki Başyapıt


Aynadaki Venüs (ayrıca Venüs'ün SüslenmesiVenüs ve aşk tanrısıRokeby Venüsü veya İspanyolcaLa Venus del espejo olarak bilinir), İspanyol Altın Çağı'nın önde gelen ressamlarından Diego Velázquez'in (1599–1660) yaptığı tablo. Eser Londra'daki National Gallery'de sergilenmektedir. Velázquez bu tabloyu 1647 ile 1651 yılları arasında tamamladı.
Ressam, bu çalışmasında tanrıça Venüs'ü erotik bir pozda betimledi. Resimde, Venüs yatağa uzanmış, Roma mitolojisi'nde fiziksel aşkın tanrısı olan oğlu Cupido'nun tuttuğu aynada kendini izlemektedir. Velázquez bu tabloyu 1647 ile 1651 yılları arasında büyük olasılıkla İtalya'yı ziyareti sırasında yaptı.
Antik sanattan baroğa kadar pek çok çalışma Velázquez'in ilham kaynağı olarak gösterildi. Özellikle İtalyan ressamlar Giorgione'nin Uyuyan Venüs'ü(1510) ve Titian'ın Urbino Venüsü (1538) önemli örneklerdir. Bu tabloda, Velázquez Venüs'ün çok bilinen iki pozunu birleştirdi: bir koltuk ya da yatak üzerinde uzanma ve aynadaki yansımasını izleme. Ressamın, aynayı merkeze yerleştirmesi ve Venüs'ü resmi izleyene arkasını dönmüş olarak çizmesi resim sanatı açısından o güne kadar görülmemiş farklılıklardı.
Aynadaki Venüs Velázquez'in çizdiği çıplak kadın tabloları arasından bugüne kadar kalabilmiş ve korunabilmiş tek eseridir. İspanyol Engizisyonuüyelerinin baskısı sebebiyle on yedinci yüzyıl İspanyol sanatında bu tür çalışmalara çok sık rastlanmıyordu. Bu yüzden saray eşrafı yabancı ressamların çizdiği  tabloları satın alıp evlerine asıyorlardı. Buna rağmen, Aynadaki Venüs 1813 yılına kadar İspanya'da kaldı. 1813'te ise İngiltere'ninYorkshire kentindeki Rokeby Park'ta sergilenmek üzere o ülkeye gönderildi. 1906 yılında National Gallery adına Ulusal Sanat Koleksiyonları Vakfı'nca satın alındı. 1914 yılında kadınların oy hakkının savunan Mary Richardson tarafından saldırıya uğradı ve büyük zarar gördü. Kısa bir süre içinde restore edilen eser tekrar sergilenmeye başladı.
Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Aynadaki_Ven%C3%BCs