Karımla
ben, arkadaşlarla birlikte ilk kez birkaç yıl önce, bu yolların müptelası
olmaya başlamıştık. Bu yollara birkaç kez, değişiklik ya da başka bir ana yola
kestirme çıkış olsun diye girmiştik, her seferinde manzara çok güzeldi ve
yoldan, gevşemiş ve mutlu bir şekilde ayrılmıştık. Bunu birkaç kez yineledikten
sonra, aslında bariz olan bir şeyi, bu yolların ana yollardan tümüyle farklı
olduğunu anladık. Bunların çevresinde yaşayan insanların yaşam ritmi ve
kişilikleri tümüyle farklıdır. Onlar bir yerlere gidiyor değillerdir. Kibar olmak
için çok fazla çaba harcamazlar. Nesneler hakkında tüm bildikleri burdalıkları
ve şimdilikleridir. Ötekiler, yıllar önce kentlere göçenler ve onların yitik
kuşakları bunu unutmuşlardır. Bunu öğrenmemiz, gerçek bir keşif olmuştu.
Bunu
bu denli geç anlamış olmamıza şaşıyordum. Görmüş, ama gene de görememiştik. Ya
da daha doğrusu, onu görmemek üzere eğitilmiştik. Belki de, gerçek
hareketliliğin büyük kentlerdeki gibi olması gerektiği ve burada
gördüklerimizin, tümüyle, sıkıcı taşra özellikleri olduğu konusunda
şartlanmıştık. Doğrusu, garip bir şeydi; gerçek, kapınızı çalıyor ve siz “Git
buradan, ben gerçeği arıyorum,” diyorsunuz ve o da gidiyor. Gerçekten garip.
Fakat
bir kez anladıktan sonra, hiçbir şey bizi bu yollardan uzak tutamazdı; hafta
sonları, geceler, tatiller. Bizler gerçek birer “tali yolda motosiklet sürme”
meraklısı olduk, o yollarda gittikçe, öğrenecek şeyler olduğunu bulduk.
Örneğin,
iyi yerleri haritada belirlemeyi öğrendik. Eğer çizgi kıvrılıyorsa bu iyidir;
dağlık bölgeyi gösterir. Eğer yol, bir kasabayı bir kente bağlayan ana arter
ise bu kötüdür. En iyisi, hiçbir yeri hiçbir yere bağlamayan ve ondan daha
çabuk gidebileceğiniz bir alternatifi olan yollardır. Büyük bir kasabadan
kuzeydoğuya doğru gidiyorsanız kasabadan çıkıp uzun bir süre aynı yönde asla
gitmeyin. Kasabadan çıktıktan sonra kuzeye dönüp ilerleyin, sonra doğuya, sonra
yeniden kuzeye; çok geçmeden kendinizi, yalnızca bölge halkının kullandığı bir
tali yolda bulursunuz.