Mektubuma küçük bir karakalem resim
ekliyorum. Okulun penceresinden bir görünüm. Çocuklarını görmeye gelen
ana-babalar istasyona dönerlerken, çocuklar bu pencereden el sallarlar onlara.
Hiçbirimiz bu pencereden görünümü unutamayız. Hele bu hafta sen de görmeliydin.
Yağmur yağıyordu, özellikle alacakaranlıkta, sokak lambaları yandıktan
sonra, ıslak yol üstüne yansıyan ışıklar görülecek şeydi.
Böyle günlerde Bay Stokes’un sinirleri
bozuluyor bazen, hele çocuklar gerekenden biraz fazla gürültü yaparlarsa, akşam
yemeğini yasakladığı oluyor. Ah, onların o pencereden bakışlarını görmeni
isterdim. Bayağı acıklıydı.. Yemek saatlerini beklemekten başka o kadar az şeyleri
var ki ellerinde günlerin geçmesine yardım edecek.. Bir de onların karanlık
merdivenlerden, karanlık koridorlardan geçip yemek salonuna gidişlerini görmeni
isterdim. Yemekhane parlak, güneşli bir yer..
Bir başka ilginç yer de, yer döşemesi çürümüş
olan oda. Burada altı lavabo var, çocukların yıkanıp temizlenmeleri için,
camları kırık pencereden soluk bir ışık giriyor içeri. Bu da melankolik bir görünüm.
Bu çocuklarla bir kış geçirmek ya da eskiden geçirmiş olmak isterdim, nasıl
olduğunu bilebilmek için.. Sana yaptığım resmin üstüne yanlışlıkla yağ damlattılar,
kusurlarına bakma.
**********
*“Hastaydım,
kafam yorgun, ruhum umutsuz, gövdem acılar içindeydi. Tanrı’nın hiç değilse
manevi enerji ve güçlü bir şefkat içgüdüsüyle donatmış olduğu ben, en acı bir
cesaretsizlik çukurunun dibine düşmüştüm ve çok öldürücü bir zehirin, soluk
alamayan kalbime dolduğunu duyuyordum. Yaylada üç ay geçirdim.. O güzel yöreyi
bilirsiniz, insanın ruhu kendi içine döner ve eşsiz bir dinlenmenin tadına
varır, her şey dinginlik ve huzur yaratır, orada, Tanrı’nın kusursuz yaratımı
önünde, ruhunuz örf ve adetlerin boyunduruğundan kurtulur, toplumu unutur,
toplumun el kol bağlayan zincirlerini gevşetir yenilenmiş bir gençliğin
gücüyle.. Orada her düşünce duaya dönüşür, taze ve özgür doğa ile uyum içinde
olmayan her şey bırakır yüreği. Ah, orada yorgun ruhlar huzur bulur, bitkin
insan gençlik gücüne yeniden kavuşur. Hastalık günlerimi böyle geçirdim işte...
Sonra akşamlar! 'Ayaklarını küller arasına uzatıp kocaman ocağın önünde
oturmak, bacadaki bir çatlaktan sanki beni çağırırmış gibi ışınlarını gönderen
yıldıza bakıp durmak, ya da derin düşlere dalarak ateşe bakmak, alevlerin
yükselip, titreyip, kazanı, ateşten dilleriyle yalamak için birbirleriyle sanki
yarışmalarını seyretmek ve düşünmek.. İnsan yaşamı da budur, diye: Doğmak,
çalışmak, sevmek, büyümek ve yok olmak.” *Bir Felemenk yazarı.
***********
Anneme de söyle, onun eliyle örülmüş çorapları
giymek dünyanın en büyük zevkiydi -hele o Londra yürüyüşünden sonra..- Bu sabah
şafak yine çok güzel söktü. Her sabah, çocukları uyandırırken seyrediyorum güneşin
doğuşunu. Tanrı’ya emanet ol. Seni seven ağabeyin Vincent
***********
Ah, Theo; Theo, yavrum, bunu bir başarabilsem!
Her elimi attığım işin bozulmasından dolayı yaşadığım korkunç bunalımı
yenebilsem, kendi kendime yinelediğim, çevreden işittiğim ayıplamaları üstümden
atabilsem, gerçek bir gelişmeye ulaştırabilecek fırsatı, gücü bulabilsem ve
bulduğum yolda azimle ilerleyebilsem, babam da, ben de Tanrı’ya büyük bir şevkle
şükredeceğiz!
***********
Mektubunda bana çok dokunan bir cümle
var. “Keşke her şeyden uzak olabilseydim” diyorsun. “Çünkü her şeye sebep olan
benim ve herkese yalnızca acı veriyorum. Tüm bu mutsuzlukları kendi başıma da, çevremdekilerin
başına da yalnızca ben getirdim.” Bu sözlerin bana çok çarpıcı geldi, çünkü aynı
duyguları, ama tamı tamına aynı, ne bir dirhem eksik, ne bir dirhem fazla, ben
de duyuyorum ve vicdan azabı çekiyorum.
Geçmişi düşündüğümde -hemen hemen
yenilmez zorluklarla dolu olan geleceği düşündüğümde, sevmediğim ve kaytarmak
istediğim, ya da tabiatımın kötü yanının kaytarmak istediği onca güç çalışmayı düşündüğümde;
bana donuk, hep bana bakan gözleri düşündüğümde - başaramazsam suçun nerede,
kimde olduğunu bilecekler, bana ufak tefek serzenişlerde bulunmayacaklar, ama
doğru ve erdemli olan -saf altından olan- her konuda denenmiş ve eğitilmiş
olduklarından, yalnızca yüzlerindeki anlam neler diyecek bana: Sana yardımcı
olduk, sana ışık verdik -elimizden gelen her şeyi yaptık senin için, gerçekten
dürüst bir çaba gösterdin mi? Hakettiğimiz karşılık nerede? Tüm uğraşmalarımızın
meyvası nedir? Anlıyorsun ya! Bütün bunları ve benzeri bir sürü şeyi -hepsini sıralamak
olanaksız- düşündükçe, tüm güçlükleri, biz yaşlandıkça azalmayıp çoğalan
dertleri, acıları, düş kırıklıklarını düşünüp başarısız olmak, rezil olmak
korkularına kapıldıkça, ben de, ben de özlüyorum senin özlediğini. Keşke
her şeyden uzak olsaydım, diyorum.
Yine de devam ediyorum, ama temkinlice,
bütün o şeylere karşı koyacak güce sahip olacağımı umarak -o zaman beni tehdit
eden yerinmelere ne cevap vereceğimi bilebileceğim- ve bana karşıymış gibi görünen
her şeye rağmen, amaçladığım hedefe günün birinde ulaşacağıma inanarak. Ve Tanrı
kısmet ederse, sevdiğim kimi kişilerin gözlerinde, peşimden gelecek olanların gözlerinde
sevgi ve inanç okuyacağım.
“İki yana düşmüş ellerinizi kaldırın,”
diye yazar İncil’de, “dermansız dizlerinizi de..” Sonra müritler bütün gece çalışıp
da hiç balık tutamadıklarında, “yeniden denize çıkın, daha derinlere gidin, ağlarınızı
yeniden serin” denmiştir onlara.