Başlangıçtaki
sorgulamamıza dönecek olursak: Hastalık, hastanın algıladığı belirli ya da yanındaki
kişilerin gözlemlediği davranış değildir. Bunlar altta yatan bir kişilik
bozukluğunun görülebilir etkileri, zırhlanmanın fiziksel sonucudur. Belirtiler
ve davranış çeşitli biçimlerde —kimyasal, fiziksel ruhbilimsel— değiştirilebilir
ama yaşamın kısıtlı olarak yaşanmasını belirleyen alttaki bozukluk devam eder.
Hissetme, düşünme, eyleme, ilişkilendirme üzerinde kısıtlamalar olacak ve bu kısıtlamalar
o yaşama niteliksel bir damga vuracaktır. Korkularımız karşısında kendimizi zırhla
kuşatırız ve çelik zırhlarımız yaşamlarımız üzerinde dar bir ceket haline
gelir.
Duygusal
işlevsizlik belirtilerin ve davranışsal sapmaların ötesine geçer; dünyamıza
tam anlamıyla tepki vermedeki sınırlamalarımızı kuşatır. Zırhlanmış insanlar
yaşamı metabolize etme kusuru nedeniyle sıkıntı çeker.
"Sessiz
çaresizliğimiz" içinde yaşadığımızdan çoğunlukla nasıl bağlı olduğumuzu
fark etmeyiz. Kendimizi yalnızca dar alanda düşünmekle kısıtladığımızı hiç akla
getirmeksizin konuşma özgürlüğü gösterisine katılırız. Varoluşun gizeminde yüzmekten
o kadar korkarız ki anksiyetemizi örgütlenmiş dinin hazır yanıtlarıyla yatıştırmada
acele eder ya da miras olarak aldığımız bilimsel formüllerle cesur bir gösteri
sergileriz. Kızdığımızda kavga etme korkumuzu ussallaştırırız. Sevecen duygular
yaşama tehlikesi baş gösterdiğinde sertleşiriz. Sevme tehdidi altında olduğumuzda
düzüşürüz.
Psikiyatrik
orgon sağaltımı tam anlamıyla bir tedavi değildir. Bir miktar fiziksel ve sıklıkla
da büyük miktarda duygusal rahatsızlık gerektiren zahmetli bir sağaltım
sistemidir. Pek çok hastanın yaşamında tatmin edici değişiklikler yaratmayı başarmıştır.