Osho etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osho etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2014 Cuma

Halil Cibran / Osho


    Halil Cibran saf bir müziktir. Sadece şiir tarafından bazı zamanlar ama sadece bazı zamanlar anlaşılabilecek bir gizemdir. Yüzyıllar boyunca birçok büyük insan var oldu ama Halil Cibran kendi başı­na bir kategori olarak kaldı. Gelecekte bile insan kalbinin ve bizi saran bilinmezin bu kadar derinlerine ulaşabilecek içgörüye sahip başka bir insanın dünyaya gelme olasılığı olduğuna inanamam.
O olanaksız şeyler başardı, insan dilinin bilmediği en az bir­kaç tane yeni kavramı ortaya çıkardı. İnsanlığın dilini ve bilincini başka hiçbir insanın yapmadığı kadar geliştirdi. Bütün mistikler, bütün şairler ve bütün yaratıcı ruhlar bir araya geldiler ve içlerini Halil Cibran’a döktüler.
O her ne kadar insanlara ulaşmakta son derece başarılı da olsa, bunun yine de gerçeğin tamamı olmadığını ve ona dair çok küçük bir yansıma olduğunu hissediyordu. Ama bu gerçeğe dair bu küçük yansımalar seni sonsuz olana, mutlak olana ve evrensel olana yönlendiren bir hac yolculuğunun başlangıcıdır.
Bir diğer güzel insan, Claude Bragdon da Halil Cibran ile ilgili şöyle birkaç güzel şey söyledi: “Onun gücü ruhsal yaşama dair büyük bir kaynaktan geliyor. Eğer böyle olmasaydı o bu kadar evrensel ve kudretli olamazdı. Ama bu kaynaktan gelenlerin üzerine giydirdiği dilin yüceliği ve güzelliği tamamen ona aittir." Aynı fikirde olmasam bile Bragdon’un bu ifadesini her zaman çok beğenmişimdir.
İnsanın güzel bir çiçekle aynı fikirde olması gerekmez, insanın yıldızlarla dolu gökyüzüyle aynı fikirde olması gerekmez. Ama yine de ona değer verebilir. Anlaşmak ve değer vermek arasında net bir ayrım yapıyorum. Ve bir insan eğer bu ayrımı yapabilirse uygar sayılır. Ama eğer bu ayrımı yapamıyorsa hâlâ ilkel ve uygar­lıktan uzak bir bilinç hali içindedir.
Onunla bir açıdan da aynı fikirdeyim. Çünkü Bragdon’un söy­lediği her şey güzeldir ve bu nedenle onlara değer veririm. Ama aynı fikirde olamam çünkü onun söylediği her şey birer tahmin­den ibarettir ve onun kendi deneyimi değildir.
Ne söylemiş olduğuna dikkat ettin mi? O diyor ki, “Onun gücü ruhsal yaşama dair büyük bir kaynaktan geliyor. Eğer böyle olma­saydı o bu kadar evrensel ve kudretli olamazdı.” Bu akıl yürüt­meye, mantığa dayanan ama deneyime dayalı olmayan bir şey. O, Halil Cibran aracılığıyla zihin tarafından kavranamayacak bir şeylerin geldiğini hissediyor ama emin değil ve olamaz da. Çünkü bu onun deneyimi değil. O sadece her sözcüğü başlı başına bir şiir gibi olan güzel bir ifade tarzından oldukça etkilenmiş durumda. Kendisi onun tadına bakmış değil. Halil Cibran’ı seviyor ama onu yaşamış değil.
Halil Cibran gerçekten büyük bir şair. Hatta belki de dünya üzerine gelmiş olan şairlerin en büyüğüdür. Ama o bir mistik değil. Bir şair ile bir mistik arasında son derece büyük bir fark vardır. Şair bir süreliğine kendini mistiğin de içinde bulunduğu o boşlukta bulur. Bu ender anlarda üzerine gül yapraklan dökülür. Nadiren olmakla birlikte neredeyse bir Gautama Buda gibi hisse­der. Ama unutma! "Neredeyse" diyorum.
Bu ender anlar gelir ve giderler. Şair bu anların efendisi değil­dir. Onlar bir rüzgâr gibi ya da bir koku gibi gelirler ve şair onların farkına vardığı anda çoktan gitmiş olurlar.
Bir şairin dehası işte bu anlarda bazı sözcükleri yakalayabilme­sinde yatar. Bu anlar senin yaşamında da ortaya çıkarlar. Onlar varoluşun bedelsiz armağanlarıdır. Başka bir deyişle bu yansıma­lar seni bir arayışa çıkman için kışkırtırlar. Bu arayış sırasında öyle bir an gelir ki bu boşluk senin yaşamının, kanının, kemiklerinin, iliğinin bizzat kendisi olur. Onu solursun ve nabzında o atar. İstesen bile onu yitirmeyi başaramazsın.
Şair birkaç kısa an için mistiktir ve mistik sonsuza kadar bir şairdir.
Ama bu durum şimdiye dek kimsenin çözememiş olduğu zor bir soruyu ortaya çıkarır.
Benim ona mütevazı bir yanıtım var. Bu soru dünyanın her yerinde binlerce kez soruldu: "Eğer şairler sadece belli yansı­malara ulaşabilmelerine rağmen bu kadar fazla güzellik ve şiir yaratabiliyorlarsa ve sözcükler onlar tarafından dokunuldukla­rında canlı hale geliyorlarsa, mistikler neden onlara benzer şiirler üretemiyorlar?" Bir günde yirmi dört saat var ve onlar gece gün­düz bu yaratıcı ruh halindeler ama onların sözleri aynı güzelliği taşımıyor. Gautama Buda’nın ve Mesih İsa’nın sözleri bile Halil Cibran’ın, Mikhail Naimy’nin ve Rabindranath Tagore’un sözle­rinin karşısında sönük kalıyorlar. Bu gerçekten çok garip. Çünkü şairler sadece belli anları yaşamalarına rağmen bu kadar çok şey yaratabiliyorlar. Peki ya evrensel bilince hem uyanıkken hem de uyurken sürekli açık olan mistikler? Burada olan şey nedir? Neden onların arasından başka Halil Cibranlar çıkmıyor? Kimse buna yanıt vermedi.
Benim deneyimime göre, eğer bir dilenci bir altın madeni bulursa şarkı söyleyip dans edecektir ve sevinçten çıldıracaktır. Ama bir imparator böyle yapmaz.
Şair arada bir imparator olur. Ama sadece arada bir. Bu nedenle onu sürekli gerçekleşen bir şey olarak göremez. Ama mistik evrensel bilinçle sadece bir an için birleşmiş değildir. O tamamen o bilinçle bir olmuş haldedir ve bu birleşmenin artık geriye döndürülmesi imkânsızdır.
Bu küçük yansımalar belki sözcüklere dökülebilirler çünkü onlar sadece çiy damlalarıdır. Ama mistik, bir okyanusa dönüş­müş durumdadır. Bu nedenle sessizlik onun şarkısı haline gelir. Bütün sözcükler yetersiz görünür ve hiçbir şey onun deneyiminin söze dökülmesini sağlayamaz. Okyanus o kadar büyüktür ki o her an onunla birdir ve doğal olarak ayrı bir varlık olduğunu unutur.
Yaratmak için, yaratacağın yerde olmalısın. Şarkı söylemek için söyleyeceğin yerde olmalısın. Ama mistiğin kendisi artık bir şarkı haline gelmiş haldedir. Onun varlığı bir şiirdir. Onu yazamaz­sın, onu boyayamazsın. Onu sadece içebilirsin.
Bir şairle iletişim kurmak kendine özgü bir olay ama bir mistik ile aynı yerde bulunmak tamamen farklı bir şey. Şairlerle başla­mak iyidir çünkü çiy damlalarını sindiremiyorsan, okyanus senin için uygun değil demektir. Ya da daha doğru bir ifadeyle, sen okyanusa uygun değilsin. Senin için çiy damlaları bile büyük bir okyanus gibi görünüyor.
Gerçek ressam kendi resimlerinin içinde çözünür ve gerçek şair kendi şiirlerinin içinde yok olur. Ama yaratıcılığın bu tarzı mis­tiğe aittir. Mistik kendi yaratıcılığı içinde gözden kaybolduğu için onun resmini ya da şiirini imzalamaya ihtiyacı yoktur. Şairler bunu yapabilir. Çünkü bir an için pencere açılır ve onlar öteleri görürler ve sonra pencere kapanır.
Halil Cibran neredeyse otuz tane kitap yazdı. Bunlar arasında ilk kitabı olan Peygamber bir mücevher gibidir, diğerleri berbattır. Bu garip bir fenomen. Bu adama ne oldu? O, Peygamber’i yazdığı zaman gençti. Yirmi bir yaşındaydı, insan zaman geçtikçe daha fazlasının gelmesini bekler. O da bunu sağlamak için çok çalış­tı. Bütün yaşamı boyunca yazdı ama hiçbir eseri Peygamber’in güzelliğine ve gerçeğine yaklaşamadı bile. Belki de pencere yeni­den açılmadı.
Bir şair kazara mistik olmuş kişidir. Durum tamamen kazadan ibarettir. Bir rüzgâr sana kendiliğinden ulaşır, onu sen ürete­mezsin. O da dünya çapında ün kazandığı için -çünkü ilk kitabı dünyanın bütün dillerine çevrilen belki de ilk kitaptı- daha iyi bir şeyler yapmaya çalıştı. İşte tam da orada başarısız oldu. Ona şu basit gerçeği söyleyecek biriyle karşılaşmamış olması talihsizlik:
"Peygamber'i yazarken hiç zorlanmadın. O kendiliğinden oldu. Ama şimdi onu yapmaya çalışıyorsun.”
O sadece gerçekleşti. O senin çabanın ürünü değildi. Sen onun aracı oldun. O sana ait olan bir şey değil. O tıpkı bir çocuğun annesinden doğması gibiydi. Anne çocuğu yaratamaz, o sadece bir geçittir. Peygamber de sana, senin çalışmana ve zekâna bağlı olmayan az sayıdaki kitaptan biri. Onlar sadece sen yokken ve onlara gerçekleşmeleri için izin vermişken, onların yollarına çık- mıyorken ortaya çıkarlar. Böyle bir durumda sen ona müdahale etmeyecek kadar rahat olursun.
O çok az rastlanan türde bir kitaptır. Onun içinde Halil Cibran'ı bulamayacaksın. Kitabın güzelliği de burada zaten. O, evrene kendisi üzerinden akması için izin verdi. O sadece bir medyum ya da bir geçit gibiydi. Tıpkı flütü çalan kişiye engel olmayan boş bir bambu gibiydi.
Benim deneyimime göre, Peygamber gibi kitaplar senin sözde kutsal kitaplarından daha kutsaldır. Bu kitaplar kendilerine özgü bir kutsallığa sahip oldukları için kendi çevrelerinde bir din yarat­mazlar. Onlar sana hiçbir ibadet şekli vermezler. Hiçbir disiplin ya da emir vermezler. Onlar sana sadece kendi başlarına gelen deneyimin yansımalarını görebilmen için izin verirler.
Deneyimin tamamı sözcüklere dökülemez ama ona dair bir şeylerden bahsedilebilir. Belki gülün tamamı değil ama birkaç yaprağı... Yaprakları gülün var olduğuna dair yeterli kanıt oluştu­rur. Şimdi penceren açıldı ve rüzgâr içeri bazen bu yapraklardan getirebilir.
Senin varlığına rüzgâr aracılığıyla gelen bu yapraklar bilinme­yene davettirler. Tanrı seni uzun bir hac yolculuğuna çağırıyor. Bu yolculuk yapılmadığı sürece anlamsızlık içinde kalacaksın. Sürük­lenip duracak ve gerçek bir yaşam süremeyeceksin. Kalbinden kahkahalar yükselemeyecek.
Halil Cibran kendi adını gizliyordu ve Almustafa takma adını kullanıyordu. Almustafa peygamberdir. Halil Cibran, Almustafa adı altında mistisizmin temellerini verir. O herhangi bir dini övmez, dinin kendisini över.
Almustafa sadece bir ad. Onun aracılığıyla konuşan kişi Halil Cibran. Bunun bir nedeni var. O doğrudan kendi adı altında da konuşabilirdi. Arada Almustafa'nın bulunmasına gerek yoktu. Ama söyledikleri dindarlığın temellerini anlatsa da, Halil Cibran bir din yaratmak istemedi. Ve bunun gerçekleşmesini engellemek istedi. Çünkü insanlar dinler adına birçok insanlık dışı işler ve kat­liamlar gerçekleştirdiler.
Milyonlarca insan öldürüldü. Binlercesi diri diri yakıldı. Bir din organize ve kristalize hale gelirse yaşamda değerli olan her şey için tehlike oluşturmaya başlar. Bundan sonra o artık Tanrı'nın yolu olamaz ve sadece savaş için bir bahaneye dönüşür.
Halil Cibran kendini Almustafa'nın arkasına sakladı ve böylece insanlar ona tapınmadılar ve bu sayede çirkin geçmiş devam etti­rilmedi. Söylemek istediğini doğrudan söylemek yerine “Almus­tafa" adlı bir alet yarattı. Almustafa sayesinde yazdığı kitap bir kutsal kitap muamelesi görmedi. Ama buna rağmen o kitap dünyadaki en kutsal kitaplardan biridir. Onunla karşılaştırıldıkları zaman bütün diğer kutsal kitaplar kutsallıktan uzak görünürler.
O Almustafa’yı yaratarak kitabının kurgusal bir eser ve bir şiir gibi kabul görmesini sağladı. Bu onun şefkati ve büyüklüğüdür. Bütün kutsal yazıtlara bak, onların hiçbirinde tıpkı bir ok gibi doğrudan kalbine gidecek kadar canlı sözcükler bulamazsın. Hatta insanlıktan uzak olan ve kutsal kitaplarda yer almaması gereken birçok şey bulursun. Ama insan çok kördür ve sadece Almustafa adı altındaki küçük bir kurgu sayesinde şu çok temel gerçeği unutur: Böyle bir kitapta yazılan gerçekler, sen onları deneyimlemediğin sürece ve onlar sana ait deneyimler olmadığı sürece anlatılamaz.



16 Ocak 2014 Perşembe

Çocuk - Kendin Olma Özgürlüğü / Osho

Mutluluktan kendinden geçmek her çocukta doğuştan vardır. Mutluluktan kendinden geçmek doğaldır. Bu sadece ermişlerin başına gelmez. O herkesin dünyaya birlikte getirdiği bir şeydir. Herkes onunla birlikte gelir. O hayatın özünde vardır. O canlı olmanın parçasıdır. Hayatın kendisi baş döndürücüdür. Her çocuk onu dünyaya getirir ama toplum onun üzerine çullanır, kendinden geçme olasılığını yok etmeye başlar, çocuğu mutsuzlaştırmaya başlar, çocuğu koşullandırmaya başlar.
      Toplum hastadır ve o mutluluktan kendinden geçen insanlara izin vermez. Onlar toplum için tehlikelidir. 

3 Mayıs 2013 Cuma

Boş Kayık / Osho


 Önsöz
-Osho, bir-iki günlüğüne burada olduğum için öğretini kısaca özetlemeni rica ediyorum.
Bu imkânsız. Her şeyden önce benim özetlenecek bir öğre­tim yok. Ben öğretmen değilim, ben bir mevcudiyetim. Benim dini bir öğretim yok. Sana on emir veremem - şunu yap, bunu yapma.
Üstelik bugün söylediğim bir şeye yarın karşı çıkabilirim - çünkü yalnızca içinde bulunduğum âna karşı sorumluyum. Dün söylediğim her neyse, bugün artık ona karşı hiçbir bağım olmayabilir. Söylediğim anda ondan kurtulmuş olurum. Artık onu dert etmeyeceğim, dönüp ona bir daha bakmayacağım. Sana şu anda söylediğim her neyse, tam şu anda doğru; yarın ona bağlı kalmayacağım. Yarın ne getiriyorsa onu söyleye­ceğim. Eğer söylediklerim çelişiyorsa, ben kim oluyorum da onları tutarlı hale getiriyorum? Ben kendi adıma hiçbir çaba sarf etmem.
Benim bağlılığım ânadır. Asla geçmişe bağlı değilim. Bir nehir gibiyim: Yarın nerede olacağımı kimse bilemez, ben bile. Şaşırabilirsin, ben de şaşırabilirim.
Bu soruyu soran Akirema adını verdiğim -Amerika’nın tersten okunuşu- kıtadan geliyor olmalı. Amerika karman çorman. Her şey karmakarışık. İnsanlar öyle bir telaş içinde ki, sabrın zorunlu olduğu, telaşa getiremeyeceğin birkaç şeyin varlığını unuttular.
Hakikate böyle bir telaş içindeyken ulaşamazsın. Hakika­tin temel koşulu sabırdır. Hazır kahve gibi olmaz ve teneke kutularda paketlenmiş olarak gelmez. Hazır gelmez. Hakikat birisinin sana verebileceği bir eşya değildir. Senin içinde gelişir.
Öğretmen değil mevcudiyet olduğumu söylediğimde kastet tiğim şey bu. Eğer buradaysan, içinde bir şey gelişebilir. “Belki” diyorum, çünkü bu sana bağlı. Ben buradayım. Beni almaya hazırsan, içinde bir şey büyümeye başlayacak. Bir çocuğun genç bir erkek olması gibi. Evet, hakikat böyledir. Sahte kişilik düşer, gerçek varlık doğar. Bir çocuğun genç bir erkek olması, genç bir erkeğin yaşlanması gibi. Süreci hızlandırmanın yolu yoktur. Bir çocuğu bir gecede, bir-iki günde çabucak büyütemezsin. Zaman alacaktır. Zaman alması da iyi zaten, çünkü olaylar ancak zamanla oturur.
Hayır, bunu yapamam, özetleyemem. Bir öğretim yok. Olsaydı bile özetleyemezdim, çünkü bir şeyi ne kadar özetler­sen canlılığından o kadar yitirir. Sevgi uçsuz bucaksızdır, yaşam uçsuz bucaksızdır; kural sınırlıdır. Yöntem özetlenebilir; sevgi özetlenemez. Yöntem tanımlıdır ama yaşam aşkındır. Yaşamı özetleyemezsin; yöntemi özetleyebilirsin. Ben yaşamım. Beni özetlemenin yolu yok.
Ve hâlâ canlı olduğum için özetlediğin her şeyi yarın yerle bir edeceğim.
Özetlediğin zaman olaylar giderek anlamsızlaşır.
Canlı hiçbir şeyi asla özetleme. Ölüp gittiğimde insanlar özetleyecek. Ben de başlarına dert olacağım. Kolay bir iş olmayacak. Kafayı yiyecekler. Beni özetlemek zor olacak.
Her zaman böyle oldu. Buddha’yı özetleyemezsin. Özetle­meler yüzünden bir sürü okul ortaya çıktı. Buddha öldü, o zaman bir soru vardı. İnsanlar özetlemek istediler. Adam kırk yıldır öğretiyor -sabah, öğlen, akşam- kırk yıldır. Çok konuş­muş, pek çok şey söylemiş ve şimdi gittiğine göre özetlenmesi gerekiyordu.
Hakikat eşyaya benzemez. Bana geldiğinde, eğer benim hakikatimin ne olduğunu gerçekten bilmek istiyorsan, burada olmak zorunda kalacaksın. Benim hakikatim sana ancak ben de senin hakikatini öğrendiğim zaman ifade edilebilir. Ben seni öğrendiğim zaman ve sen de beni öğrendiğinde, işaret o buluşmada olacak. O sana verilemez. Sen onu almak zorunda kalacaksın ve onun için hazırlanman gerekecek. Çok rahat bir varlık haline gelmek zorunda kalacaksın. Beni sünger gibi çekmen ve kalbinin derinliklerine gömülmeme izin vermen gerekecek.

24 Nisan 2013 Çarşamba

George Bernard Shaw / Osho



Gerçekten, yönetme arzusu karmaşadan kaynaklanır; insanlığın lideri olma arzusu kafanın karışık olmasından kaynaklanır. Başkalarını idare etmeye başladığında kendi keşmekeşini unutursun - bu bir çeşit kaçış, bir hiledir. Sen hastasın, ama eğer birisi hastaysa ve sen o insanın tedavisiyle meşgul olursan, kendi hastalığını unutursun.
George Bernard Shaw doktorunu arar ve “Çok kötüyüm, kalbimin yenik düşeceğini hissediyorum. Hemen gel!” der.
Doktor koşarak gelir. Ter içinde üç kat merdiven tırmanmak zorunda kalır, içeri girer ve hiçbir şey söylemeden bir koltuğa yığılır ve gözlerini kapatır. Bernard Shaw yatağından fırlar ve “Ne oldu?” diye sorar.
“Hiçbir şey söyleme. Galiba ölüyorum. Kalp krizi” der doktor.
Bernard Shaw ona yardım etmeye başlar; bir fincan çay, bir aspirin getirir; elinden geleni yapar. Doktor yarım saat içinde kendine gelir. “Şimdi gitmem lazım, bana ücretimi ver” der.
“Bu gerçekten inanılmaz. Senin bana para vermen lazım! Yarım saattir senin için koşuşturuyorum ve sen benim neyim olduğunu bile sormadın” der Shaw.
“Seni iyileştirdim. Bu bir tedavidir ve sen bana para ödemek zorundasın” der doktor.
Başka birisinin hastalığıyla meşgul olduğunda kendi hasta­lığını unutursun; bu yüzden bir sürü lider, bir sürü guru, bir sürü efendi var. Sana bir meşguliyet sağlıyor. Başka insanlarla meşgul oluyorsan, insanlara hizmet ediyorsan, başkalarına yardım eden bir sosyal hizmet görevlisiysen kendi karmaşanı, kendi telaşını unutacaksın - çok meşgulsün.
Psikiyatrlar asla delirmez - buna karşı bağışık oldukların­dan değil, başka insanların deliliğini tedavi etmekle o kadar meşguldürler ki kendileri de delirebileceklerini tamamen unuturlar.
Sayısız sosyal hizmet görevlisi, lider, politikacı ve guru tanıdım; sırf başkalarıyla ilgilendikleri için sağlıklı kalıyorlar.
Fakat başkalarını yönettiğinde, başkalarına hükmettiğinde, kendi karışıklığın yüzünden onların hayatında da karmaşa yaratacaksın. Bu senin için bir tedavi olabilir, senin için iyi bir kaçış olabilir, ama hastalığın yayılmasına neden olur.
Görsel:Gilbert Garcin

19 Mart 2013 Salı

Osho / Coşku


“Şunu okuyordum:

İhtiyar Ted nehrin kıyısında oltasına tek bir balık vurmadan saatlerdir oturmaktaydı. Şişelerce bira ve sıcak güneşin karışımı uykuya dalmasına neden olmuştu ve güçlü bir balık oltaya takılıp misinaya kuvvetle vurduğunda tamamıyla hazırlıksızdı. Tamamen dengesiz bir şekilde yakalanmıştı ve toparlanamadan kendisini nehirde buluverdi.

Küçük bir çocuk tüm olan biteni büyük bir ilgiyle izlemekteydi. Adam sudan çıkmaya uğraşırken babasına dönüp sordu, "Baba bu adam mı balığı tutuyor yoksa balık mı adamı yakalıyor?"

İnsan tamamen tepetaklak olmuştur. Balık seni tutuyor ve çekiyor; sen balığı tutmuyorsun. Nerede parayı görürsen, artık kendin değilsin. Nerede gücü, prestiji görürsen, artık kendin değilsin. Nerede saygınlığı görürsen, artık kendin değilsin. Aniden her şeyi unutuyorsun. Hayatının özünde taşıdığı değerleri; mutluluğunu, coşkunu, sevincini unutuyorsun. Her zaman dışarıdan bir şeyi seçiyorsun ve içinden bir şeyle onun pazarlığını yapıyorsun. Dıştakini elde edip içtekini kaybediyorsun.

Fakat, ne yapacaksın? Tüm dünyayı ayaklarının altına almış ve kendini kaybetmişsen, dünyanın tüm zenginliklerini fethetmiş ve kendi içsel hazineni kaybetmişsen, zenginliklerinle ne yapacaksın?

Perişanlık budur.”
……

Şayet bir dansçı olacak idiysen, hayat bu kapıdan gelir çünkü hayat şimdiye kadar bir dansçı olmuş olman gerekir diye düşünür. Bu kapıyı çalar ama sen orada değilsin; sen bir bankacısın. Hayatın senin bir bankacı olacağını bilmesi nasıl beklenir? Hayat sana doğanın senin olmanı istediği yoldan gelir; o sadece bu adresi bilir ama sen asla orada bulunmadın, sen başka bir yerdesin, başka birisinin maskesi altında, başka birisinin kıyafetlerine bürünmüş olarak, başka birisinin adı altında gizleniyorsun. Varoluş seni aramaya devam edip duruyor. O senin adını biliyor ama sen bu ismi unutmuş durumdasın. O senin adresini biliyor ama sen bu adreste hiç yaşamadın. Dünyanın aklını çelmesine izin verdin.

"Dün gece rüyamda bir çocuktum," diyordu Joe, Al'a, "ve Disneyland'daki her şey için geçerli olan serbest geçiş kartım vardı. Oğlum öyle güzel vakit geçirdim ki! Hangisine bineceğimi seçmek zorunda değildim; ben de hepsine bindim."

"Bu ilgi çekici," dedi arkadaşı. "Ben de çok canlı bir rüya gördüm dün gece. Rüyamda güzel bir sarışın kapımı çaldı ve arzusuyla beni baştan çıkardı. Sonra tam başlamak üzereydik ki, başka bir ziyaretçi, muhteşem bir vücuda sahip çok çekici bir kumral içeri girdi ve o da beni istedi!"

"Vay be," diye araya girdi Joe. "Oğlum, orada olmak isterdim! Niçin beni çağırmadın?"

"Çağırdım," diye yanıtladı Al. "Ve annen senin Disneyland' da olduğunu söyledi."

19 Şubat 2013 Salı

Osho / Öfke, Sorumluluk, Kendin Üstüne


Herkes kendi varlığından ve davranışlarından sorumludur, tamamıyla sorumlu. Sorumlu olmaktan başlangıçta çok canın sıkılacak çünkü sen her zaman mutlu olmak istiyor olduğunu düşünmüştün; o halde nasıl olur da kendi mutsuzluğundan sorumlu olabilirsin? Her zaman mutluluktan uçmayı arzuluyorsun, nasıl olur da kendi kendine kızabiliyorsun? Ve bu yüzden sorumluluğu başkalarının üzerine atıyorsun.
Eğer sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya devam edecek olursan şunu unutma ki bir köle olarak kalacaksın çünkü hiç kimse başka birisini değiştiremez. Başka birini nasıl değiştirebilirsin? Hiç birisi başka birini değiştirmiş midir? Dünyadaki en az yerine gelmiş dileklerden birisi başka birisinin değişmesini istemektir. Bunu hiç kimse bugüne kadar yapamadı, bu imkansızdır çünkü başka bir insan da kendinden menkul bir varoluş sürer; onu değiştirmezsin. Sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya devam edersin ama diğerini değiştiremezsin. Ve sorumluluğu başkalarına attığın için de temel sorumluluğun sana ait olduğunu hiç göremezsin. Temel değişiklik kendi içinde gereklidir.
Tuzağa şu şekilde düşersin: Şayet tüm eylemlerinden, tüm ruh hallerinden sorumlu olduğunu düşünmeye başlarsan başlangıçta depresyona gireceksin. Ama bu depresyonun içinden geçebilirsen hemen sonra ışığı hissedeceksin çünkü artık başkalarından özgürleştin. Artık kendi kendine çalışabilirsin. Özgür olabilirsin, mutlu olabilirsin. Bütün dünya özgür ve mutlu olmasa bile farketmez. Ve ilk özgürlük başkalarına sorumluluğu atmayı bırakmaktır ve ilk özgürlük sorumlu olduğunu bilmektir. O zaman pek çok şey birden mümkün hale gelir.