Arthur Schopenhauer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arthur Schopenhauer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2011 Çarşamba

Arzunun Ölümü / A.Schopenhauer / T.Eagleton


...ten, insanoğlunu bir tür yürüyen felsefi bilmeceye dönüştürerek, irade ve temsilin, içerisi ve dışarısının esrarengiz ve inanılmaz biçimde bir araya getirildiği gölgeli sınırdır. Kendi mevcudiyetimizin dolaysız bilgisi ile diğer her şeyin dolaylı ve temsili bilgisi arasında kapanmaz bir uçurum vardır. Bu elbette Romantik ikilemlerin en banalidir; fakat Schopenhauer ona özgü bir vurgu yapar. İçeride olanı Romantik bir tarzda ayrıcalıklı tutsa da onu kahramanlaştırmayı reddeder. Kendi kendimizin bu kısa süren, dolaysız bilgisi ideal bir doğruyu göstermekten uzak olup, bizim istek dolu iradeyi kederle kavrayışımızdan başka bir şey değildir.
Schopenhauer için bu tantanalı, kerameti kendinden menkul soyun karşısında histerik bir kahkaha patlamasını tutmak çok zordur. Kayıtsız ve acımasız bir yaşama-iradesi tarafından ele geçirilmiş olan bu insanlar, kendilerinin üstün değerine dindarca inandırılarak bir anda bir hiçe dönüşecek samimi amaçlar peşinde birbirleriyle kapışıp durmaktadırlar. Dünya dev bir pazar yeridir, ancak birbirlerini yiyip yutarak bir süre direnen, istek ve telaşla varlıklarını aktaran ve en sonunda ölümün kollarına düşene kadar çoğunlukla korkunç kederlere katlanan sürekli muhtaç yaratıkların dünyası.

16 Ocak 2011 Pazar

Arthur Schopenhauer / Pelin Özgür



            
           Paranoyaktı... Geceleri bir gürültü duyduğunda yatağından fırlayıp tabancasıyla kılıcını eline alıyor, her gün berberine o gün usturasıyla boğazını keseceği korkusuyla titreyerek gidiyor, yarattığı hayali hastalıkların gerçekleşmesi ihtimalini düşünerek günlerce kendine işkence ediyordu.

Cimriydi... Altın paralarını mürekkep hokkasının altına, hisse senetlerini günlüklerinin arasına saklıyor, yüklü miktardaki parasının faizini her hafta isteği üzerine bankasının evine gönderdiği güvenilir bir memurla birkaç kez üst üste sayıyordu. Kırılır veya bozulur endişesiyle dokunulmasını istemediği değerli eşyalarının 'kazayla' tozunun alındığını fark ettiğinde ise kıyameti koparıyor, hizmetçilerine ağza alınmayacak küfürler yağdırıyordu.
Kadın düşmanıydı... "Kadınlar çocukluğumuzun hemşireleri ve öğretmenleri olmaya uygundurlar" diyor, onları çocuksu, aptal ve basiretsiz buluyor, sanattan tat alma duygularının olmadığını söylediği kadınları çocukla erkek arasındaki yaratıklar olarak görüyordu. Belki de annesi yüzünden kadınlardan bu kadar nefret ediyordu. Issız kırlar arasındaki malikânelerinde kocası tarafından sadece hafta sonları ziyaret edilen annesi marazi duygular içinde, yakınlarına 'oyuncak bebekleriyle oynadığını' yazan, ne Arthur'a ne de kızı Adele'e sevgi gösteren bir kadındı. Sevmeden evlendiği tüccar kocasının yokluğunda düzenlediği balolara davet ettiği kişilerse, edebî çalışmalarını onaylatmak istediği yazarlarla sanatçılardı.
Arthur bu sıralarda on beş yaşındaydı, Latin ve Yunan dillerini öğrenmek istiyordu. Aile işini devralmasını isteyen babası iki seçenek sundu ona. Ya Britanya ve Fransa'ya yapacakları iki yıllık gezide ailesine eşlik edecek ve bu arada tüccarlığa adım atacaktı, ya da üniversiteye girmek için tek başına çabalayacaktı. Ailesiyle birlikte yola çıktı çaresiz.
İki yılın sonunda "bu dünyanın her şeyiyle iyi olan bir varlığın değil, çektikleri ıstırabı seyredip zevk almak için yaratıklar var eden bir iblisin eseri olabileceği" sonucuna varmıştı. Almanya'ya döndüklerinde sıkıcı bir muhasebe bürosunda çalışmaya başladı. Babasının beklenmedik ölümüyle sarsılırken, bütün işleri devredip evlerini sattı annesi. Bağımsız bir dukalık olan VVeimar'da yaşayacaklardı artık.
Arthur şimdi babasına sağlığında olduğundan daha çok hayrandı. Güçlü karakterini ondan aldığına inanıyordu. Bu anlaşılabilir bir şeydi ama her fırsatta kadınları aptal bulduğunu tekrarlarken zekâsını annesinden aldığını söylemesi biraz tuhaftı.
Aslında hiç istememesine rağmen onun anısına olan saygısından, biraz da babasından miras aldığı melankoliyi bir yana bırakmasını isteyen annesine duyduğu öfkeden muhasebe bürosuna gitmeyi sürdürdü. Ama bir yıl dayanabildi. Sonra gramer okuluna başladı. Annesinin saygıdeğer dostu ve evlerinin daimi konuğu Goethe'yle de bu . dönemde tanıştı, lleriki yıllarda büyük hayranlık duyduğu şairle ilişkisini, kendisini fikirlerini yayması için kullandığını fark ettiğinde kesecekti.
Yalnız bir adamdı Schopenhauer... Sabah yedide kalkıyor, duş aldıktan sonra kahvaltı etmeden yazı masasına oturuyor, ardından flüt çalıyor ve genellikle en iyi otellerde tek başına uzun süren öğle yemekleri yiyor, akşamüstleri ise küçük kanisiyle birlikte kendi kendine bir şeyler mırıldanarak yürüyüşe çıkıyordu. Eğer gün içinde isteği dışında birkaç kişiyle görüşmüşse akşam davetsiz misafirleri geri çeviriyor, saat on olmadan da
yatağa giriyordu.
Göttingen Üniversitesi'nde tıp ve ardından felsefe eğitimi aldığı, sevgililerinden kıskandığı annesiyle ilk kavgalarını ettiği ve pansiyonlarda kaldığı dönemde, niçin böyle para kazanamayacağı yararsız işlere kafa yorduğunu soran bir akrabasına şöyle demişti:
"Yaşam lanet bir iş... Onu,anlamaya çalışarak harcamaya karar verdim."
Yaşamı anlamaya çalışırken yazdığı ilk kitabını kendi şiir kitabıyla kıyaslayarak alay eden annesine verdiği yanıt ise hayli sertti.
"Senin ıvır zıvırların unutulup gittiğinde benim yapıtlarım hâlâ satılıyor olacak.'
Schopenhauer haklıydı. Ama beklediği üne kavuşana kadar hayli hırpalanacaktı. Kimse onunla ilgilenmeyince fikirlerini yaymak için Berlin'de öğretmenliğe başlayacak, öğrencilerinin karşısına üniforma giyerek çıkan Hegel'le aynı saatte verdiği derslerine çok az öğrenci girecek ve bu durum onu derin ümitsizliklere sürükleyecekti.
Hırslı olduğu kadar acımasızdı da... Tanınmayı ve takdir görmeyi beklediği sırada otuzlarının ilk yarısındaydı. Evlenmemişti. Sevgilisi veya metresi yoktu. Canı sevişmek istediği zaman hizmetçilerini yanına çağırıyordu. "Kadınlardan çok hoşlanıyorum. Keşke beni arzu etmiş olsalardı" diyen ünsüz ve huzursuz düşünür bir gün on dokuz yaşındaki Berlinli aktris Caroline Richter'e âşık oldu. Ne var ki Caroline çok sayıda âşığı olan sadakatsiz bir kadındı. Schopenhauer kendisinden sandığı çocuğun babasının aslında bir başka erkek olduğunu öğrendiğinde büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Üstüne üstlük o kaçtığı hastalık, genç kadının ciğerlerine yayılmaktaydı.
Ama bunların hiçbiri kolera salgınından kaçarken yanında onu da götürmek istemesini engellemedi. Ancak yola çıkarken çocuğunu birilerine bırakması gerektiğini söylemesi Caroline'i öfkelendirdi. Schopenhauer yola yalnız çıktı ve bir ara düşündüğü evlenme fikri de ebediyen uçtu gitti aklından.
Kendisini görmezden gelen entelektüel çevrelere küskün de olsa çalışmalarını yalnız başına sürdürdü. Altmışına geldiğinde artık ünlü bir düşünürdü. İsviçre'deki ve Almanya'daki üniversitelerde istenç ve Tasarım Olarak Dünya, Aşkın Metafiziği gibi iki asır sonra da konuşulacak yapıtları üzerine dersler veriliyor, İtalya'da ve Fransa'da fikirleri üzerine incelemeler yayımlanıyor, doğum günlerinde tanımadığı kimselerden pahalı hediyeler alıyordu. Haklı ününün keyfini sürüyordu Schopenhauer.
Hayatı boyunca dünyanın hiç dinmeyen bir kederin yaşandığı bir yer olduğunu savunmuş, insanların birbirine başka bir biçimde değil sadece 'ıstırap arkadaşım' şeklinde hitap etmesi gerektiğini söylemiş, cinsel arzuların bütün diğer arzulardan daha güçlü olduğunu ve bu uğurda insanların da hayvanların da her tehlikeyi ve çatışmayı göze aldığını ileri sürmüştü.
1860 yılında yetmiş ikinci yaşında durmaya hazırlanırken hasta kalbi, modern psikolojinin kurucusu ilan edileceğinden, bir zamanlar Kant'a duyduğu hayranlığı, geleceğin Nietzsche'sinin, Wittgenstein'ının, Proust'unun kendisine duyacağından habersizdi.

16 Aralık 2010 Perşembe

Arzunun Ölümü / Arthur Schopenhauer / Terry Eagleton


[Algı] şimdinin, eğlence ve neşenin aracıdır; dahası onun herhangi bir çaba ile ilişkisi yoktur. Düşünmede ise tam tersi geçerlidir; o, bilginin ikinci gücüdür, işleyişinde her zaman bir miktar, çoğunlukla da dikkate değer bir çaba gerekir; bizim dolaysız arzularımızın doyurulmasına sıklıkla karşı duran düşüncenin kavramlarıdır; çünkü geçmişin, geleceğin ve ciddi olan şeylerin aracı olup, korkularımız, pişmanlıklarımız ve tüm endişelerimizin taşıyıcısı olarak hareket ederler. O halde bu katı, yorulmaz ve baş edilmez mürebbiyeyi, akıl yetimizi, bir defa olsun yetersizlikten mahkum olduğunu görmek bizim için memnuniyet verici olmalıdır. Dolayısıyla bu açıdan gülmenin çehresi veya görünüşü sevincinki ile çok yakından ilişkilidir.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Cinsel Açlık / Arthur Schopenhauer

"cinsel açlık...tam olarak insanın özünü oluşturan arzudur..bu açlığı gidermek için hayvan ve insan bütün tehkikelere karşı koyar,her türlü mücadeleye girişirler...cinsel içgüdü savaşın nedeni ve barışın amacıdır;bütün ciddi eylemlerin temelini oluşturur,tükenmez bir espri kaynağı ,bütün imaların anahtarı,bütün dilsiz göstergelerin ,dile gelmemiş bütün önermelerin ,bütün kaçamak bakışların açıklamasıdır,genç adamın ve çoğu zaman ihtiyarın her günkü düşüncesi,arzusudur;edepsizlerin bütün vaktini alan sabit fikir ve namusluların gözlerinin önünden gitmeyen bir görüntüdür;aslında dünyanın en ciddi meselesi olduğundan her zaman için hazırda bir şaka malzemesidir.dünyanın dokunaklı ve eğlenceli tarafıysa ,bütün insanların başlıca meselesinin gizliden gizliye ele alınması ve olabilecek en büyük cehalete göz göre göre üstünün kapatılmasıdır.ama aslında bu içgüdünün ,dünyanın gerçek efendisi ve mirasçısı olarak ,yalnızca gücünün mutlaklığını kullanıp kendiliğinden ,yüzlerce yıllık tahtına kurulduğunu görürüz her an,ve onu zincire vurmak ,hapsetmek,en azından sınırlandırmak ve fırsat çıktığında bütünüyle bastırmak yada yalnızca ikincil ve son derece önemsiz bir mesele gibigörünebileceği biçimde,ona hükmetmek üzere alınan o önlemleri alaycı gülüşüyle birleşen küçümseyici bakışlarla süzer oradan-bütün bu olgular cinsel içgdünün yaşama istencinin özünü oluşturduğunu,onun yoğunlaşmış biçimini temsil ettiği fikriyle bağdaşır..hatta daha ileri gidip insanın bedenleşmiş bir cinsel içgüdü olduğunu bile söyleyebiliriz;insanoğlunun doğumu bir çiftleşme edimidir,arzuların arzusu bir çifleşme edimidir,ve biçimsiz ürünlerinin tamamını da yalnızca bu içgüdüyle birbirine bağlayıp sürekliliklerini sağlar...Gerçektende en incelmiş yücelmiş bir aşk bile ,kaynağını yalnız ve yalnız cinsel içtepide bulur.daha doğrusu her aşk,daha belirlenmiş,daha özelleştirilmiş ve en dar anlamıyla daha bireyselleştirilmiş bir cinsel içtepidir ancak..bu düşünceyi kabul eden bir kimse ,cinsel içtepinin piyeslerde ve romanlarda değil de günlük hayatta bütün çeşitlilikleri ve farklılıkları ile oynadığı rolü göz önünde tutarsa;hayata bağlılığın yanı sıra ,en güçlü ve etkili bir eğilimi dile getirdiğini görürse ;insanlığın, gençlerden oluşan kalabalığının bütün düşünce ve güçlerinin en az yarısına sözünü geçirdiği fark ederse ;hemen hemen bütün insansal çabalarınbiricik amacı olduğunu anlarsa ;en önemli olaylar üzerinde ters bir etki yaptığını ,en ciddi işleri bozduğunu ,belirli bir süre için en yüce zihinleri karıştırdığını,devlet adamlarının çalışmalarına ve bilim adamlarının incelemelerine burnunu soktuğunu ,bakanların cüzdanlarına ve fiozofların müsveddelerine güzel kadınların saçlarında kesilmiş lüleleri ve aşk mektuplarını yerleştirmeyi becerdiğini;her gün en feci ve karmaşık durumları yarattığını ,en değerli bağlılıkları yıktığını ,en sağlam yakınlıkları hiçe indirdiğini ,kimi zaman sağlığın da,hayatın da ,zenginliğin de,edinilmiş mevkinin de ,mutlululuğunda kurban edilmesini istediğini;hatta vefalıları birer kalleş hali getirdiğini tepeden tırnağa namuslu kimseleribirer vicdansız durumuna düşürdüğünü,kısaca ,yanıltıcı,bozucu,karıştırıcı ve yıkıcı bir şeytan gibi ortaya çıktığını farkederse;bunca gürültü niçin diye haykırmaz mı?....böylesine önemsiz bir şey insanın düzenli hayatını niçin karıştırsın ve bozsun?...bütün aşk serüvenlerinin son amacı,ister gülünç ister trajik olsun gelecek kuşakların ortaya çıkmasından ,yaratılmasından başka bir şey değildir.biz çekilip gittiğimiz zaman ,ortaya çıkacak oyuncular,hem varlıkları hem de özleri bakımından ,işte bu önemsiz aşk serüvenlerinde belirlenirler....