Halil Cibran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Halil Cibran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
30 Temmuz 2014 Çarşamba
19 Şubat 2014 Çarşamba
Çocuklar'a Dair / Halil Cibran
dedi:
Konuş bizlere Çocuklar’a dair.
Ve
o dedi:
Çocuklarınız
sizin çocuklarınız değildir.
Onlar
Hayat’ın kendine duyduğu hasretin
oğulları
ve kızlarıdır.
Onlar
sizin vasıtanızla gelirler fakat sizden değiller,
Ve
gerçi sizinledirler, ama size ait değiller.
Onlara
sevginizi verebilirsiniz, ama
düşüncelerinizi
değil,
Zira
onların kendi düşünceleri var.
Onların
bedenlerini barındırabilirsiniz,
ama ruhlarını
değil,
Zira
onların ruhları yarının hanesini
mesken
tutmuştur, sizin ziyaret
edemeyeceğiniz,
rüyalarınızda bile.
Onlar
gibi olmaya gayret edebilirsiniz,
ama onları
kendinize benzetmeye kalkmayın.
Zira
hayat geriye doğru gitmez, ne de
oyalanır
dünle.
Sizler
yaylarsınız, çocuklarınızın diri oklar
misali
ileriye fırlatıldığı.
Kemankeş,
sonsuzun yolu üzerindeki
nişangâhı
görür ve Kendi kudretiyle sizi gerer,
Kendi
okları gidebilsin diye hızlı ve ırağa.
Bırakın,
Kemankeş’in elinde gerilişiniz
Memnuniyetle
olsun;
Zira
O, süzülen oku sevdiği kadar
muhkem
olan yayı da sever.
31 Ocak 2014 Cuma
Halil Cibran / Osho
Halil
Cibran saf bir müziktir. Sadece şiir tarafından bazı zamanlar ama sadece bazı
zamanlar anlaşılabilecek bir gizemdir. Yüzyıllar boyunca birçok büyük insan var
oldu ama Halil Cibran kendi başına bir kategori olarak kaldı. Gelecekte bile
insan kalbinin ve bizi saran bilinmezin bu kadar derinlerine ulaşabilecek
içgörüye sahip başka bir insanın dünyaya gelme olasılığı olduğuna inanamam.
O
olanaksız şeyler başardı, insan dilinin bilmediği en az birkaç tane yeni
kavramı ortaya çıkardı. İnsanlığın dilini ve bilincini başka hiçbir insanın
yapmadığı kadar geliştirdi. Bütün mistikler, bütün şairler ve bütün yaratıcı
ruhlar bir araya geldiler ve içlerini Halil Cibran’a döktüler.
O
her ne kadar insanlara ulaşmakta son derece başarılı da olsa, bunun yine de
gerçeğin tamamı olmadığını ve ona dair çok küçük bir yansıma olduğunu
hissediyordu. Ama bu gerçeğe dair bu küçük yansımalar seni sonsuz olana, mutlak
olana ve evrensel olana yönlendiren bir hac yolculuğunun başlangıcıdır.
Bir
diğer güzel insan, Claude Bragdon da Halil Cibran ile ilgili şöyle birkaç güzel
şey söyledi: “Onun gücü ruhsal yaşama dair büyük bir kaynaktan geliyor. Eğer
böyle olmasaydı o bu kadar evrensel ve kudretli olamazdı. Ama bu kaynaktan
gelenlerin üzerine giydirdiği dilin yüceliği ve güzelliği tamamen ona
aittir." Aynı fikirde olmasam bile Bragdon’un bu ifadesini her zaman çok
beğenmişimdir.
İnsanın
güzel bir çiçekle aynı fikirde olması gerekmez, insanın yıldızlarla dolu
gökyüzüyle aynı fikirde olması gerekmez. Ama yine de ona değer verebilir.
Anlaşmak ve değer vermek arasında net bir ayrım yapıyorum. Ve bir insan eğer bu
ayrımı yapabilirse uygar sayılır. Ama eğer bu ayrımı yapamıyorsa hâlâ ilkel ve
uygarlıktan uzak bir bilinç hali içindedir.
Onunla
bir açıdan da aynı fikirdeyim. Çünkü Bragdon’un söylediği her şey güzeldir ve
bu nedenle onlara değer veririm. Ama aynı fikirde olamam çünkü onun söylediği
her şey birer tahminden ibarettir ve onun kendi deneyimi değildir.
Ne
söylemiş olduğuna dikkat ettin mi? O diyor ki, “Onun gücü ruhsal yaşama dair
büyük bir kaynaktan geliyor. Eğer böyle olmasaydı o bu kadar evrensel ve
kudretli olamazdı.” Bu akıl yürütmeye, mantığa dayanan ama deneyime dayalı
olmayan bir şey. O, Halil Cibran aracılığıyla zihin tarafından kavranamayacak
bir şeylerin geldiğini hissediyor ama emin değil ve olamaz da. Çünkü bu onun
deneyimi değil. O sadece her sözcüğü başlı başına bir şiir gibi olan güzel bir
ifade tarzından oldukça etkilenmiş durumda. Kendisi onun tadına bakmış değil.
Halil Cibran’ı seviyor ama onu yaşamış değil.
Halil
Cibran gerçekten büyük bir şair. Hatta belki de dünya üzerine gelmiş olan
şairlerin en büyüğüdür. Ama o bir mistik değil. Bir şair ile bir mistik
arasında son derece büyük bir fark vardır. Şair bir süreliğine kendini mistiğin
de içinde bulunduğu o boşlukta bulur. Bu ender anlarda üzerine gül yapraklan
dökülür. Nadiren olmakla birlikte neredeyse bir Gautama Buda gibi hisseder.
Ama unutma! "Neredeyse" diyorum.
Bu
ender anlar gelir ve giderler. Şair bu anların efendisi değildir. Onlar bir
rüzgâr gibi ya da bir koku gibi gelirler ve şair onların farkına vardığı anda
çoktan gitmiş olurlar.
Bir
şairin dehası işte bu anlarda bazı sözcükleri yakalayabilmesinde yatar. Bu anlar
senin yaşamında da ortaya çıkarlar. Onlar varoluşun bedelsiz armağanlarıdır.
Başka bir deyişle bu yansımalar seni bir arayışa çıkman için kışkırtırlar. Bu
arayış sırasında öyle bir an gelir ki bu boşluk senin yaşamının, kanının,
kemiklerinin, iliğinin bizzat kendisi olur. Onu solursun ve nabzında o atar.
İstesen bile onu yitirmeyi başaramazsın.
Şair
birkaç kısa an için mistiktir ve mistik sonsuza kadar bir şairdir.
Ama
bu durum şimdiye dek kimsenin çözememiş olduğu zor bir soruyu ortaya çıkarır.
Benim
ona mütevazı bir yanıtım var. Bu soru dünyanın her yerinde binlerce kez
soruldu: "Eğer şairler sadece belli yansımalara ulaşabilmelerine rağmen
bu kadar fazla güzellik ve şiir yaratabiliyorlarsa ve sözcükler onlar
tarafından dokunulduklarında canlı hale geliyorlarsa, mistikler neden onlara
benzer şiirler üretemiyorlar?" Bir günde yirmi dört saat var ve onlar gece
gündüz bu yaratıcı ruh halindeler ama onların sözleri aynı güzelliği
taşımıyor. Gautama Buda’nın ve Mesih İsa’nın sözleri bile Halil Cibran’ın,
Mikhail Naimy’nin ve Rabindranath Tagore’un sözlerinin karşısında sönük
kalıyorlar. Bu gerçekten çok garip. Çünkü şairler sadece belli anları
yaşamalarına rağmen bu kadar çok şey yaratabiliyorlar. Peki ya evrensel bilince
hem uyanıkken hem de uyurken sürekli açık olan mistikler? Burada olan şey
nedir? Neden onların arasından başka Halil Cibranlar çıkmıyor? Kimse buna yanıt
vermedi.
Benim
deneyimime göre, eğer bir dilenci bir altın madeni bulursa şarkı söyleyip dans
edecektir ve sevinçten çıldıracaktır. Ama bir imparator böyle yapmaz.
Şair
arada bir imparator olur. Ama sadece arada bir. Bu nedenle onu sürekli
gerçekleşen bir şey olarak göremez. Ama mistik evrensel bilinçle sadece bir an
için birleşmiş değildir. O tamamen o bilinçle bir olmuş haldedir ve bu
birleşmenin artık geriye döndürülmesi imkânsızdır.
Bu
küçük yansımalar belki sözcüklere dökülebilirler çünkü onlar sadece çiy
damlalarıdır. Ama mistik, bir okyanusa dönüşmüş durumdadır. Bu nedenle
sessizlik onun şarkısı haline gelir. Bütün sözcükler yetersiz görünür ve hiçbir
şey onun deneyiminin söze dökülmesini sağlayamaz. Okyanus o kadar büyüktür ki o
her an onunla birdir ve doğal olarak ayrı bir varlık olduğunu unutur.
Yaratmak
için, yaratacağın yerde olmalısın. Şarkı söylemek için söyleyeceğin yerde
olmalısın. Ama mistiğin kendisi artık bir şarkı haline gelmiş haldedir. Onun
varlığı bir şiirdir. Onu yazamazsın, onu boyayamazsın. Onu sadece içebilirsin.
Bir
şairle iletişim kurmak kendine özgü bir olay ama bir mistik ile aynı yerde
bulunmak tamamen farklı bir şey. Şairlerle başlamak iyidir çünkü çiy
damlalarını sindiremiyorsan, okyanus senin için uygun değil demektir. Ya da
daha doğru bir ifadeyle, sen okyanusa uygun değilsin. Senin için çiy damlaları
bile büyük bir okyanus gibi görünüyor.
Gerçek
ressam kendi resimlerinin içinde çözünür ve gerçek şair kendi şiirlerinin
içinde yok olur. Ama yaratıcılığın bu tarzı mistiğe aittir. Mistik kendi
yaratıcılığı içinde gözden kaybolduğu için onun resmini ya da şiirini
imzalamaya ihtiyacı yoktur. Şairler bunu yapabilir. Çünkü bir an için pencere
açılır ve onlar öteleri görürler ve sonra pencere kapanır.
Halil
Cibran neredeyse otuz tane kitap yazdı. Bunlar arasında ilk kitabı olan Peygamber
bir mücevher gibidir, diğerleri berbattır. Bu garip bir fenomen. Bu adama ne
oldu? O, Peygamber’i yazdığı zaman gençti. Yirmi bir yaşındaydı, insan zaman
geçtikçe daha fazlasının gelmesini bekler. O da bunu sağlamak için çok çalıştı.
Bütün yaşamı boyunca yazdı ama hiçbir eseri Peygamber’in güzelliğine ve
gerçeğine yaklaşamadı bile. Belki de pencere yeniden açılmadı.
Bir
şair kazara mistik olmuş kişidir. Durum tamamen kazadan ibarettir. Bir rüzgâr
sana kendiliğinden ulaşır, onu sen üretemezsin. O da dünya çapında ün
kazandığı için -çünkü ilk kitabı dünyanın bütün dillerine çevrilen belki de ilk
kitaptı- daha iyi bir şeyler yapmaya çalıştı. İşte tam da orada başarısız oldu.
Ona şu basit gerçeği söyleyecek biriyle karşılaşmamış olması talihsizlik:
"Peygamber'i
yazarken hiç zorlanmadın. O kendiliğinden oldu. Ama şimdi onu yapmaya
çalışıyorsun.”
O
sadece gerçekleşti. O senin çabanın ürünü değildi. Sen onun aracı oldun. O sana
ait olan bir şey değil. O tıpkı bir çocuğun annesinden doğması gibiydi. Anne
çocuğu yaratamaz, o sadece bir geçittir. Peygamber de sana, senin çalışmana ve
zekâna bağlı olmayan az sayıdaki kitaptan biri. Onlar sadece sen yokken ve
onlara gerçekleşmeleri için izin vermişken, onların yollarına çık- mıyorken
ortaya çıkarlar. Böyle bir durumda sen ona müdahale etmeyecek kadar rahat
olursun.
O
çok az rastlanan türde bir kitaptır. Onun içinde Halil Cibran'ı bulamayacaksın.
Kitabın güzelliği de burada zaten. O, evrene kendisi üzerinden akması için izin
verdi. O sadece bir medyum ya da bir geçit gibiydi. Tıpkı flütü çalan kişiye
engel olmayan boş bir bambu gibiydi.
Benim
deneyimime göre, Peygamber gibi kitaplar senin sözde kutsal kitaplarından daha
kutsaldır. Bu kitaplar kendilerine özgü bir kutsallığa sahip oldukları için
kendi çevrelerinde bir din yaratmazlar. Onlar sana hiçbir ibadet şekli
vermezler. Hiçbir disiplin ya da emir vermezler. Onlar sana sadece kendi
başlarına gelen deneyimin yansımalarını görebilmen için izin verirler.
Deneyimin
tamamı sözcüklere dökülemez ama ona dair bir şeylerden bahsedilebilir. Belki
gülün tamamı değil ama birkaç yaprağı... Yaprakları gülün var olduğuna dair
yeterli kanıt oluşturur. Şimdi penceren açıldı ve rüzgâr içeri bazen bu
yapraklardan getirebilir.
Senin
varlığına rüzgâr aracılığıyla gelen bu yapraklar bilinmeyene davettirler.
Tanrı seni uzun bir hac yolculuğuna çağırıyor. Bu yolculuk yapılmadığı sürece
anlamsızlık içinde kalacaksın. Sürüklenip duracak ve gerçek bir yaşam
süremeyeceksin. Kalbinden kahkahalar yükselemeyecek.
Halil
Cibran kendi adını gizliyordu ve Almustafa takma adını kullanıyordu. Almustafa
peygamberdir. Halil Cibran, Almustafa adı altında mistisizmin temellerini
verir. O herhangi bir dini övmez, dinin kendisini över.
Almustafa
sadece bir ad. Onun aracılığıyla konuşan kişi Halil Cibran. Bunun bir nedeni
var. O doğrudan kendi adı altında da konuşabilirdi. Arada Almustafa'nın
bulunmasına gerek yoktu. Ama söyledikleri dindarlığın temellerini anlatsa da,
Halil Cibran bir din yaratmak istemedi. Ve bunun gerçekleşmesini engellemek
istedi. Çünkü insanlar dinler adına birçok insanlık dışı işler ve katliamlar
gerçekleştirdiler.
Milyonlarca
insan öldürüldü. Binlercesi diri diri yakıldı. Bir din organize ve kristalize
hale gelirse yaşamda değerli olan her şey için tehlike oluşturmaya başlar.
Bundan sonra o artık Tanrı'nın yolu olamaz ve sadece savaş için bir bahaneye
dönüşür.
Halil
Cibran kendini Almustafa'nın arkasına sakladı ve böylece insanlar ona
tapınmadılar ve bu sayede çirkin geçmiş devam ettirilmedi. Söylemek istediğini
doğrudan söylemek yerine “Almustafa" adlı bir alet yarattı. Almustafa
sayesinde yazdığı kitap bir kutsal kitap muamelesi görmedi. Ama buna rağmen o
kitap dünyadaki en kutsal kitaplardan biridir. Onunla karşılaştırıldıkları
zaman bütün diğer kutsal kitaplar kutsallıktan uzak görünürler.
O
Almustafa’yı yaratarak kitabının kurgusal bir eser ve bir şiir gibi kabul
görmesini sağladı. Bu onun şefkati ve büyüklüğüdür. Bütün kutsal yazıtlara bak,
onların hiçbirinde tıpkı bir ok gibi doğrudan kalbine gidecek kadar canlı
sözcükler bulamazsın. Hatta insanlıktan uzak olan ve kutsal kitaplarda yer
almaması gereken birçok şey bulursun. Ama insan çok kördür ve sadece Almustafa
adı altındaki küçük bir kurgu sayesinde şu çok temel gerçeği unutur: Böyle bir
kitapta yazılan gerçekler, sen onları deneyimlemediğin sürece ve onlar sana ait
deneyimler olmadığı sürece anlatılamaz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)