David Le Breton etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
David Le Breton etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Aralık 2011 Pazar

Ten ve İz / David Le Breton

Bu kitabın ana teması insanın bedenini bilinçli olarak yarala­ması ama bu yaralamanın bireyin kendisini sakatlamasına kadar gitmemesidir. Burada incelenen sınırlar insanı zorunlu olarak naif bir mutluluk eğilimi, oyun ya da kendini esirgeme gibi duyguların dışında ele almaya götürür; buna karşılık yaşamak için acı ya da ölümü arzulama durumuyla karşı karşıya bırakır. İnsan mantıklı ya da rasyonel bir varlık değildir, son derece bilinçli bir halde en kötü olasılığa doğru gidebilir ya da yaşamının tehlikede olduğunu göremeyebilir, kendinde onulmaz maddi ya da manevi yaralar açabilir. Sıradan bir yaşamda bile karışıklıklar, belirsizlikler, kör­leşme, yolunu sapıtma durumları vardır, kimi zaman başkaları yol­larını şaşırdıklarında tutulacak tek yol da olabilir bu sapıtılan yol. İnsan kimi zaman tercih yapabilecek durumda olmaz ve yaşamının pamuk ipliğine bağlı olduğu karmakarışık bir ortamda yaşayabilir. O zaman bilinçsiz varlığına yem olabilir, davranış ve tavırlarını de- netleyemeyebilir ama öte yandan her şeye rağmen toplumsal ve kişisel bir tutarlılık içinde de olabilir. Kimi zaman yaşamak için, hayatta kalmak için kendi ölüm ihtimaliyle oynaması, kişisel bir deneyim yaşaması, başka bir yerde, başka koşullarda daha az acı çekmek için kendi canını kendisinin yakması, kendi kendine acı vermesi gerekebilir. Buradaki gaye Georges Bataille'ın gençliğinde sözünü ettiği paradoksal felsefe (Surya, 1992, 610) tarzında para­doksal bir antropolojidir. Burada kesinlikle (antropolojik) insanlık mantıkları ortaya atılmıştır. Bunları doğru anlamak, çok büyük acı­ların çekildiği durumlarda niçin bedenin bir tür son çare olduğunu kavramak gerekir. Doğal olarak, insani olan hiçbir şey, özellikle bir insan bilimi olan antropolojiye yabancı değildir.
Burada bizi ilgilendiren sınırlarla çatışma durumu hiçbir bi­çimde gizli bir ölüm isteği değildir, tersine yaşama isteği, canını kurtarmak için cana yapışan ölümden kurtulma isteğidir. Hiç kuş­kusuz bir çelişki söz konusudur burada. İnsanın kendisinin pe­şinde koşması engebeli yollara götürür onu. İnsanın kendini doğurmak adına, tercih ettiği için değil, bir iç gereklilik dolayısıyla, kimi zaman kaybolma tehlikesini göze alması gerekir, çünkü acı ya da yaşamdaki bir boşluk insanı kemirir ve yaşamdan ayırır. Bu­rada incelenen tavır ve davranışlar bağlamında kişiye özgü bir anlam üretmek, yaşamla barışık olabilmek için ölümle ya da acıyla oynamak söz konusudur. Ama bu yaşam içinde yanmaktan da korkmamak gerekir. İnsan kimi zaman en kötüsüne ulaşarak ken­disinin sonunda rahatlamış bir versiyonunu elde edebilir
Yaşama kök salma yeterli bir yaşama zevkiyle desteklenmezse insanın yapması gereken şey, kendisini tehlikeye atarak ya da zor durumda bırakarak anlamı tuzağa düşürmek ve böylece eksik olan sınırları bulmak ve özellikle kişisel meşruiyetini test etmektir. Yaşam kendini anlam ve değerin himayesinde teslim etmez oldu­ğunda, birey ölüm tehlikesini göze alıp tenha alanlarda dolaşarak son bir çareye başvurur. Yaşama karşı çıkarak, bedenini keserek ya da yakarak kendinden emin olmaya çalışır; varoluşunu, kişisel değerini sınar. Anlamın yolu önünde çizilmiş değilse, icat edilen mahrem ve gizli ritler aracılığıyla yaşamla yüz yüze gelme du­rumu zorla kabul ettirir kendini. Birey kendinden bir parçayı acıya, kana feda ederek asıl olanı kurtarmaya çalışır. Kendine denetimli bir acı vererek çok daha ağır bir ıstırapla mücadele eder. Bütün ormanı kurtarmak için bir bölümünü feda etmek gerekir. Ateşin rolü budur.


7 Eylül 2010 Salı

Acının Antropolojisi / David Le Breton



Acı sıkıntı veren bir durumdur ama aynı zamanda da dünyanın kaçınılmaz zorluklarına ve acımasızlıklarına karşı çok önemli bir savunma aracıdır. Öte yandan sadece bir savunma işlevine uygun bir tanım içinde de yok olamaz. Daha şaşırtıcı ve beklenmedik özelliklere sahiptir ve kesinlikle hiçbir basit formülle tatmin olmaz. Ortaya çıkan ve tedavi edilmesi gereken bir hastalığı gösteren pusuladır ve bir yandan da kimi zaman insanın rahatça kaybolabileceği ve çok tehlikeli değişmeleri haber vermeyi unuttuğu karışık yönleri gösteren, çekinilmesi gereken sayısız düzensizlik ve dengesizliğe boyun eğer. Acı, farklı kutuplara boyun eğen ve insana yardıma gelen uyanıklığı da şaşırtan ilginç bir pusuladır; yanan parmakta ya da ameliyat edilmiş veya bütünüyle alınmış bir uzuvda hayali olarak yayılır ve bir süre sonra öldürücü olacak olan bir kanserin gelişmesi sırasında susar. Ama insan makine olmadığı gibi acı da bir mekanizma değildir: Potansiyel bir koruma ararcı olan acı ve insan arasında insanı dünyaya bağlayan ilişkinin zıtlığı ve karmaşıklığı vardır.

Acı insanı kendisinden koparması ve sınırlarıyla yüz yüze getirmesi anlamında kutsal bir yaradır. Ama kaprisli bir biçimdir bu bağlamda, ad koymanın mümkün olmadığı bir acımasızlıkla yakar. Bununla birlikte acı, moral bir denetim altında tutulduğu ya da aşıldığı takdirde insanın bakışını genişletir, yaşamın bedelini, geçip gitmekte olan anın tadının çıkarılması gerekliliğini hatırlatır. Her şey insanın ona yüklediği anlama bağlıdır. Vurduğunda yaşama zevki diye bir şey bırakmaz, tersine, uzaklaştığında da bu zevki yeniden harekete geçirir. Yaşama coşkusunu hatırlatır. İnsanı esasa götüren bir memento mori'dir.

*Memento mori, "fani olduğunu hatırla", "öleceğini hatırla" veya "ölümünü hatırla" gibi şekillerde çevrilebilecek bir Latince deyiş.