Bu kitabın ana
teması insanın bedenini bilinçli olarak yaralaması ama bu yaralamanın bireyin
kendisini sakatlamasına kadar gitmemesidir. Burada incelenen sınırlar insanı
zorunlu olarak naif bir mutluluk eğilimi, oyun ya da kendini esirgeme gibi
duyguların dışında ele almaya götürür; buna karşılık yaşamak için acı ya da
ölümü arzulama durumuyla karşı karşıya bırakır. İnsan mantıklı ya da rasyonel
bir varlık değildir, son derece bilinçli bir halde en kötü olasılığa doğru
gidebilir ya da yaşamının tehlikede olduğunu göremeyebilir, kendinde onulmaz
maddi ya da manevi yaralar açabilir. Sıradan bir yaşamda bile karışıklıklar,
belirsizlikler, körleşme, yolunu sapıtma durumları vardır, kimi zaman
başkaları yollarını şaşırdıklarında tutulacak tek yol da olabilir bu sapıtılan
yol. İnsan kimi zaman tercih yapabilecek durumda olmaz ve yaşamının pamuk
ipliğine bağlı olduğu karmakarışık bir ortamda yaşayabilir. O zaman bilinçsiz
varlığına yem olabilir, davranış ve tavırlarını de- netleyemeyebilir ama öte
yandan her şeye rağmen toplumsal ve kişisel bir tutarlılık içinde de olabilir.
Kimi zaman yaşamak için, hayatta kalmak için kendi ölüm ihtimaliyle oynaması,
kişisel bir deneyim yaşaması, başka bir yerde, başka koşullarda daha az acı
çekmek için kendi canını kendisinin yakması, kendi kendine acı vermesi
gerekebilir. Buradaki gaye Georges Bataille'ın gençliğinde sözünü ettiği
paradoksal felsefe (Surya, 1992, 610) tarzında paradoksal bir antropolojidir.
Burada kesinlikle (antropolojik) insanlık mantıkları ortaya atılmıştır. Bunları
doğru anlamak, çok büyük acıların çekildiği durumlarda niçin bedenin bir tür
son çare olduğunu kavramak gerekir. Doğal olarak, insani olan hiçbir şey,
özellikle bir insan bilimi olan antropolojiye yabancı değildir.
Burada bizi ilgilendiren
sınırlarla çatışma durumu hiçbir biçimde gizli bir ölüm isteği değildir,
tersine yaşama isteği, canını kurtarmak için cana yapışan ölümden kurtulma isteğidir.
Hiç kuşkusuz bir çelişki söz konusudur burada. İnsanın kendisinin peşinde
koşması engebeli yollara götürür onu. İnsanın kendini doğurmak adına, tercih
ettiği için değil, bir iç gereklilik dolayısıyla, kimi zaman kaybolma
tehlikesini göze alması gerekir, çünkü acı ya da yaşamdaki bir boşluk insanı
kemirir ve yaşamdan ayırır. Burada incelenen tavır ve davranışlar bağlamında
kişiye özgü bir anlam üretmek, yaşamla barışık olabilmek için ölümle ya da
acıyla oynamak söz konusudur. Ama bu yaşam içinde yanmaktan da korkmamak
gerekir. İnsan kimi zaman en kötüsüne ulaşarak kendisinin sonunda rahatlamış
bir versiyonunu elde edebilir
Yaşama kök salma yeterli bir
yaşama zevkiyle desteklenmezse insanın yapması gereken şey, kendisini tehlikeye
atarak ya da zor durumda bırakarak anlamı tuzağa düşürmek ve böylece eksik olan
sınırları bulmak ve özellikle kişisel meşruiyetini test etmektir. Yaşam kendini
anlam ve değerin himayesinde teslim etmez olduğunda, birey ölüm tehlikesini
göze alıp tenha alanlarda dolaşarak son bir çareye başvurur. Yaşama karşı
çıkarak, bedenini keserek ya da yakarak kendinden emin olmaya çalışır;
varoluşunu, kişisel değerini sınar. Anlamın yolu önünde çizilmiş değilse, icat
edilen mahrem ve gizli ritler aracılığıyla yaşamla yüz yüze gelme durumu zorla
kabul ettirir kendini. Birey kendinden bir parçayı acıya, kana feda ederek asıl
olanı kurtarmaya çalışır. Kendine denetimli bir acı vererek çok daha ağır bir
ıstırapla mücadele eder. Bütün ormanı kurtarmak için bir bölümünü feda etmek
gerekir. Ateşin rolü budur.