Cemil Sena etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cemil Sena etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Fikir Kırıntıları / Cemil Sena

CXV
Bazı teşebbüsler vardır ki, sa­hibine servet ve mevki verir. Ve bazı teşebbüsler, sahiplerini tekmil umduklarından mahrum eder. Birinin muvaffakiyeti, ve diğerinin hezimetini hazırlıyan, teşebbüsün cins ve nev'i değil belki, görüş ve işleyiş tarzımız, irade ve tesir kuvvetimizdir. Bir çok insanlar, daha işlerine başlamadan talihsizliklerini öne sürerler. Ve kendi zavallı­lıklarını bu meçhul talie isnat eder­ler. " insan düşünür ve takdir ona güler, diyen arap hakimine, bunun içindir ki ben de gülmek istiyorum.

CXVI
Bir yurdun neresi aziz değil­dir ki...Bir yurdun her şehrini, hususî bir sempati hiyerarşisine tâbi kılmak ne kadar iptidaî ve âdî bir görüştür. Yalancılık ve sah­tekârlık gibi, fena itiyatlarımızın yanında, aynı manzaraları görmek, aynı sesleri işitmek, aynı sefalete katlanmak, gibi itiyatlarımız da vardır. Bir yurdun bazı yerlerini; sevip, bazı yerlerini sevmemek, bazı doğru fikirleri beğenmek veya: beğenmemek gibi delice ve buda­laca bir duygusuzluk itiyadının neticesidir.

CXVII
Kuşlar vardır ki, büyük hay­vanların kurtlanmış sırtlarındaki yaralan gagalıyarak geçinirler. Bundan büyük hayvanlar da mem­nundur. Kurtları toplıyan kuşlarda memnundur. Sarmaşıklar, büyük ağaçlara sarılır. Bazan onların artığı ile bazan de en temiz kanlarını eme­rek yücelirler. Büyük ağaç yine kalın yine kuvvetlidir. Meyvesini kuşlar yer; usaresini sarmaşıklar kemirir. Gölgesinde yolcular dinlenir. Öyle iken ağaç yine dallı budaklı, yine gölgeli ve meyvelidir. İnsan vardır ki eserlerinden, serve­tinden karga ruhlu ve sarmaşık yüzlü insanlar istifade eder. İnsan vardır ki, yaralı ruhu, bu yaralardan zevk alanlar için daha çok derin­leşmiş ve kanamıştır. Büyük hayvan yaralarının derinleşmesinden, koca ağaç yaralarının ve dallarının ağır­laşmasından bir gün temamen yıkı­labilir. O vakit kargalarla sarma­şıkların ne hale gireceğini düşünebilirsiniz.

CXVIII
Bir şey yeni iken harikadır. Şaşırtıcıdır. Fakat onun bunun ağzına ve eline düştükten sonra temamen bayağılaşır. Fakat bundan her yeni ve tazenin değerli olduğunu zannetmiyeceksin. İnsan   ve   eşya   vardır ki, değeri, şarap gibi eskidikçe artar. Bunları onun bunun eline dü­şürmemeye çalışacaksın!

CXIX
Taliin bazı nimet ve muvaffa­kiyetler kazandırdığı adamlar, hiç olmazsa talilerinin kölesidirler. Kudretlerile yeni muvaffakiyetler yaratmış olanlar ise talie de efendilik ederler.
Halka ve tarihe karşı yenmiş ve üstün gelmiş görünenler, kendi­lerini bilgili insanlara da tanıtmak ve beğendirmek, onları da kendile­rine inandırmak ihtiyacındadırlar. Bu sebepten esersiz inkılâpçı ola­maz, inkılâpçılar eserini, yalnız kâ­ğıtlara değil, bütün bir yurdun ve ulusun dimağ ve vicdanına yazarlar. Bunun içindir ki, inkılâbın man­tığı cildlerde değil, bütün bir dev­letin yöneldiği ve hız aldığı ülkü yollarında kavranabilir. Cildler, an­cak bu savaşın romanını veya ta­rihini yazar. Bu sebeptendir ki, çok defa inkılâba ilmin aklı ermez ve çok defa inkılâpçı, âlimin aklile yü­rümekten çekinir. Bir inkılâb, kendi kendine ve başlı başına bir ilimdir. Bunu böyle anlamayanlar, karakaplı kitaplarda yerini bula­cağım diye boş yere titizlenecek­lerdir.

CXX
Bir iş yapmalısın ki arkandan gelen, onu düzeltmiye mecbur kal­masın. Ve yapacağın işler, ne ol­duğunu bir türlü kavrayamadığın emirlere boyun bükmeden doğma­sın. Bir insan, ödevini, boyun bü­kerek değil, inanarak; anlamadan değil, bilerek, kavrayarak ve iste­yerek yapmalıdır. Eskiler, gelen gidene rahmet okutur! derlerdi. - Sen daima gideni unutturacak ve kendinden sonra bir başkasını bek­lemekten kurtaracaksın. Bu ulusa ve insanlığa yeni ve eşsiz bir iş yapmalıyız ve işlerimizde ismimiz ve hatıramız ebedîleşmiş demektir.

CXXI
İnsan, kafasından ziyade kulak veya gözile düşünen bir hayvandır. Yalnız, kulak fenalıklara, göz iyi liklere inanır. Bir başkasının büyüklük ve erdemliğine inanmak için, işitmek değil görmek ve fakat fenalıklarına inanmak için yalnız işitmek kâfidir. Seni bu çeşit insanlar arasında görmek istemiyorum.


SON

13 Mayıs 2011 Cuma

Fikir Kırıntıları / Cemil Sena



XXXVII
Hıristiyanların Allahı çarmı­ha gerildi ve öldü. Dirileceği zamana kadar, Allahsız kalan onlar, bir başka Allah aradılar, ve onun yerine ilim ve medeni­yeti buldular; Museviler, Allahlarını yalnız kendilerine malederek, başka milletleri Allahsız bı­raktılar. Ve bu Allahın inayetile Allahsız beşeriyeti soymıya mu­vaffak oldular. Zavallı Müslüman­lar ise, Allahlarını kâinata tak­sim ettiler; ve bu cömertlikten kendileri de Allahsız ve kuvvet­siz kaldılar. İşlerini, hareketle­rini bu ne olduğu belli olmıyan kuvvete bağlıyanlar da o Müslü­manlar gibi, işsiz ve hareketsiz­dirler. Kari, sana, Allahını mil­let, ibadetini inkılâp teşkil eden bir din sunuyorum. Bu din, öte­kiler gibi hareketsiz değildir, öte­kiler gibi, mükâfat ve mücazatını ölümden sonra değil bu dün­yada gözlerimiz açık ve kafamız işlerken veren bir dindir. Bu di­nin havarileri etrafındadır. Bu yolun yolcularına karışabildi­ğin gün, caddeler senin ismin­le anılacak, şehirlere senin adın takılacak, anneler yavrılarına, sana  benzesin diye senin ismini verecek... Her ağızda sen, her gönülde sen yaşıyacaksın, işte o vakit sen bütün bir millet ola­caksın ve bütün bir millet sen olacaktır...

XXXVIII
Buda, Musa, İsa ve Muham­met... Hep insanların ıztırabını kaldırmak ve onları kardeş yap­mak için uğraştılar. Onlar mak­satlarını iyi anlatamadılar, ve on­ların maksatlarını iyi anlayamıyanlar, bu kardeşliğin boğuşu­larak elde edileceğini sandılar. Peygamberler avama hitabettikleri için, esrarlı bir dil kullandılar; . zira, insanlar anlattıkları şeyler­den ziyade anlıyamadıklarına hayran olurlar. Ve meçhulün ar­kasından koşmaktan hoşlanırlar. İnkılâpçının, insanlığa yeni bir ülkü getirenin anlaşılmıyacak tarafları  vardır diye düşünenler sonuna kadar papazlıktan ve kâ­hinlikten kurtulamıyacaklardır. Dahiler ve inkılâpçılar güneş gibi aydınlık, ışık gibi vazıhtırlar. Onlar bir billur gibi her taraftan aynı parlaklıkla kendilerini gös­terirler. Kehanete kalkışan zaval­lılar, inkılâpçının, dehanın bu şa­şaasından gözleri kamaşan zaif ruhlu  insanlardır.

CIII
Bana ilmin ve sanatın takdir edilmediğinden bahsediyor; ve bu takdirsizlik yüzünden çalışamadığını ve yeis içinde olduğunu söylüyor­sun. Genç okuyucul Etrafımızdaki insanlar, bizi takdir etmek, beğen­mek için yaratılmış değildirler. Sen beğenilecek bir iş yaptığın gün bile alkıştan ve aferinden mahrum kalabilirsin. Ne kadar büyük ilim ve sanat dehaları, nankör, ve ku­rak devirlerde yetiştiler ve ne bü­yük açlık ve hakaret içinde mahvoldular. Onları zamanları değil biz takdir ediyoruz. Fakat onlar yine çalıştılar. Kısır ve kurak alan­lara hayat vermek için, bu günü ve kendini değil yarını ve bizimki­leri düşüneceksin!

CIV
Bir çocuk, evvelce içine et konmuş bir kâğıt parçasını paket yapmış ve sokağa atmıştı. Oradan bir köpek geçti. Kokuyu alır almaz, paketi açmak için uğraştı. Fakat içinde bir şey bulamadı ve bir az ileride uludu. Çocuk pencereden bu hale gülüyor ve köpek emekle­rinin  boşa gittiğine ağlıyordu. Bir
çok işler karşısında   âciz  adamın, hazır lokma   arayan adamın   hali, bu köpeğinkinden farklı değildir.

CV
İnsan kendinden kuvvetlilerinin zencirlerile bağlanan bir hayvandır. Bir toprakta bu zencire katlanama­yanlar, ne kadar çoksa, üstün in­sanlarda o kadar çoktur. Köle ruhlu insanlar için, kendi canlarını ve mevkilerini, efendilerinin arzu­suna itaatle muhafaza edenler için her emreden şey tabiatten ve in­sandan üstünmüş gibi görünür

CVI
Bir kadının ve bir kedinin yü­züne ve saçlarına yaptığı gibi, sen de ruhunu temizleyeceksen, güzelleştireceksen; vücudunun lezzetlerini sevdiğine damla damla ve parça parça tattıran bir kadın gibi, sen de, yerinde ve lâyık olanlara eyilik ve temizlik cevherlerinden dağıta­caksın. Fakat sakın hepisini birden bağışlama. Sonra cazibenin bütün hazinelerini boşaltmış bir kadın gibi terkedilirsin ve başkalarına sunacak bir hediyen kalmaz...

CVII
Sükûtu altın sananlar, nasıl ve nerde haykırmak gerekli oldu­ğunu bilmeyenlerdir. Sükût, âciz ve korkakların müdafaa vasıtasıdır. Bunun gayesi merhamet dilenmek­ten ibarettir. Bir toprakta sükût edenler çoğaldıkça, kanuna, ahlâka ve haklara tecâvüz edenler çoğalır. Dilinin belasına uğrayanlar, dilsiz­ler tarafından şehit edilmiş demek­tir.

CVIII
Yeni ve büyük işler hazırlamak için inzivaya çekilmek iyidir. Fakat münzevi insan, daima korkunçtur" Zira bunlar ya bizi beğenmiyorlar veya bizden değildirler.

CIX
İki cihanda sükûn ve asayişi temin etmek isteyenlerin düsturu " dostlarımıza mürüvvette bulun­mayı ve düşmanlarımıza müdarayı, tavsiye ederler. Bu ancak kuvvetli düşman ve zaif dostlar için doğru­dur. Düşman ezilmesi gerekli olan ve dost elimizi uzatmamız icap eden kimselerdir. Elverir ki dostla­rımızı ve düşmanlarımızı iyi ayırt edelim.

CX
Güzelim, zenginim ve sıhhatli­yim, diyorsun. Bunlardan hangisi senin eserindir? Taşıdığın eyi kabi­liyetler bile senin değildir. Bunlar daha evvelkilerin sana bıraktıkları miraslardır. Çirkin, sıhhatsiz. kabi­liyetsiz ve fakir de doğabilirdin. Ördeğin tavuk doğmadığı için kü­mes hayvanları içinde öğünmeye hakkı yoktur. Öyle bir şeyle öğün ki, o senin alın terin ve senin göz ışığının eseri olsun.

CXI
Bazan, oturdukları sandayalarla öğünen insanlara acıyorum. Onların oturduğu yerlerden kaç uşak ruhlu insan daha gelip geçmiştir. Masa­lar, lâyık oldukları insanları bulmadıkça imrenilen değil iğrenilen bir şey olurlar.

CXII
Kadın, su ve ateş gibi bir ni­met, su ve ateş gibi bir âfettir Su ve ateş iyi ve kötü işlerinin nasıl farkında değillerse kadınlarda yap­tıkları tesirin öylece farkında de­ğildirler. Dişiliklerini öğrenmiş olan kadınlar ise, bir üçüncü cinsten­dirler.

CXIII
Yalancı anlatmaya başlarken çekingen ve korkaktır. Bizim sabır ve nezaketimiz ona bir az daha cesaret verir ve kendisini anlaya­madığımızı zannederek yalanlarını küstahlık derecesine kadar yüksel­tir. O, kendi izzeti nefsi için duy­duğumuz saygının da farkında de­ğildir. Anlaşılıyor ki yalancıların muvaffakiyeti bizim sabır ve nezaketimizdendir.

CXIV
Tanıdığımız biri öldüğü zaman içimizde garip bir korku uyanır. Onun sağlığındaki ihtiraslarını, iyi­lik ve fenalıklarını hatırlayarak kendimize, bir hikmet dersi çıkarı­rız. Ve işte nihayet, her şeyin so­nunda bize kalan şeyin iyi bir ha­tıradan ibaret olduğunu söyliyerek zavallı ölünün sağlığındaki hum­malı faaliyetlerine acır ve onların boşa gittiğine inanırız. Şarkı dol­duran milyonlarca insan, bir ölü önünde duydukları bu uğursuz imanı, bütün hayatları boyunca devam ettir­di ve bu sebepten ölmeden evvel öldüler. Genç okuyucum, mademki, her şeyin sonu ölümdür. Ölmeden evvel, her şeyi tatmaya, her şeyi görmeğe ve her yerde bir iz bı­rakmaya çalışacaksın. Bir daha dönülmesine imkân bulunmıyan bu âlemde yanlış fikirlerimizin kur­banı olmaya değil, yaşamaya ve yaşatmaya geldiğimizi unutmıyacaksın !

Varlık Dergisi Arşivinden.

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Fikir Kırıntıları / Cemil Sena

XXV
Bir zaman vardı ki, hayvan insandan korkmuyor; Allah bile ondan çekinmiyordu. Fakat son­ra bir devir geldi, hayvanlar "nebatlar ve cansız maddeler, hatta Allah bile insandan korkma­ya başladı. Zira, eskiden, Allah yaratıcılığını, hayvanlar kuvvetli olduklarını ve tabiat kanunlarını biliyordu. İnsan düşünmeye baş­ladığı günden itibaren, eşyanın şeklini ve maddenin ataletini bozdu. Nebatların hassasını; ve Allahın emirlerini değiştirdi. De­mek ki insan, tabiatın bir hatası­dır. Eğer tabiat böyle bin bir şek­le girerek kendisine hükmede­cek bir mahlûk olacağını hesap etseydi insanı yaratmaz, kuvvet­lerini insan şekline istihale ettir­mezdi. Bunun içindir ki, kari, her şey seni bu âleme niçin geldi­ğini ve neler yapabileceğini dü­şünmeye davet ediyor.

XXVI
Kari, deha bir ıstıraptır; da­hî bir mustariptir; ve acılar, bi­zi kendinden kurtarmak için ne­lere başvurdurur pek iyi bilirsin! Büyüklerin acıları, kimselerinkine benzemez: onlar, acının birin­den kurtulurken daha büyüğüne tutulurlar. Ve ıstırap büyüdükçe iradeleri ve mukavemetleri geniş­ler. Dehanın acısı dinmiyecektir. Çünkü kendisi acıdır. Ve dâhi herkesin, her şeyin bir yeri acı­yor zanneder. Zira, kendisi acılı­dır. İşte onların ölüme kadar da­yanan iradeleri, insanı ve tabiatı böyle gördüklerinden ve içinde yaşadıkları cemiyetin ıstırabını böyle hissettiklerindendir kari!

XXVII
Ateşten fışkıran kıvılcımlar, boşlukta bir yıldız gibi dayana­cak yer bulamadan, şaşkınlık içinde uçar; ve nihayet bir kü­çük kömür zerresi halinde yere düşerler. İnsanlığın ve milletin büyük ocağından ayrılan fertle­rin de öylece fışkırdıkları, titre­şerek düşüp söndükleri görülür. Anlaşılıyor ki: büyüklüğümüz , kudret ve muvaffakiyetimiz, kit­leyle olan alâkamızın derecesine bağlıdır.

XXVIII
Fikirler vardır ki, yıldırımlar kadar kuvvetlidir. İtikatlar var­dır ki, semalar kadar yüksektir. Fakat daima fikir itikadı kamçılar; ve itikatlar, birer bulut gibi fikir­lerimizin kamçısı önünde yuvar­lanır giderler. Ancak ahlâk kah­ramanları, bütün için, hep için, cemiyet ve insan için çalışan­lar fikir ve itikatlarının kar­deşliği içinde yaşarlar.

XXIX
Çok defa faziletimiz, aczimi­zin bir maskesidir kari. İçimizde meşru olmıyan binbir emel var­dır. Fırsat bulamadığımız için, fırsat bulup arzularını tatmin edenlere düşman oluyoruz. Biz, yavrularını, karnının torbasında saklayan bir Kanguru gibi çirkin ruhumuzda sakladığımız sefil emelleri, ayaklanacakları zama­na kadar taşımağa mahkûmuz!

XXX
Toprağa hangi tohum atılmıştır ki, çiçek ve meyve vermiş ol­masın! Elverir ki toprak, kurtlu ve güneşsiz bulunmasın! Kari senin ruhun da böyledir. Temiz ve ışık­lı bir ruhta bilgi, fazilet ve iyili­ğin çiçek ve meyveleri kolayca inkişaf eder. Bir çiçek ölür, top­rak onun tohumlarına annelik ya­par! İnsan ölür; tabiat onun yer yüzünde yaptığı işlere mukabil cesedinden intikam alır. Ancak iyi eserlerimiz, temiz insan ruh­larında ısınır; ve bunların yavru­ları, nesilden nesile, ruhtan ruha, intikal eder.

Varlık Dergisi Arşivinden.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Fikir Kırıntıları / Cemil Sena

,
XVII
Kari, aklın dışarıdan tesir eden kuvvetlere tabidir. Duygu­ların bu tesirden yakasını zor kurtarır. Zira, zaten cemiyet demek, " birbirine gilzi ve aşikâr bir takım hislerle bağlı ve bu bağlılığın yarattığı bir teessür kuv­veti » demektir. Sen ondan ken­dini kolay kurtaramazsın! Büyükler, bu kuvvete boyun bükenler değil, bu kuvvete yeni hisler ve yeni fikirler vererek eskimiş ve bu sebepten gevşemiş olan bağları, bu yeni tılsımla kuvvetlendiren kimselerdir. Bunlar, medeniyetin ve insanlığın efendileridir. Zira, bunlar, kendi ahlâk ve mefkürelerini, kendi kan ve sinirlerin­den gelen his ve ihtirasları, ce­miyetin dimağına sıvamış ve bir Allah gibi geriden ve bazen içe­riden, bir baş dönmesine tutulan kitlenin yeni manzarasını sey­retmek saadetini tatmışlardır.

XVIII
İşte hayat budur. Derinden yaşamak, geniş ve yüksek yaşa­mak, kendisinde hayatın bu kuv­vetlerini, bu çeviren, değiştiren, kuvvetlerini bulmak ve tatmak demektir. İşte böyle anladığım bir hayatın temellerine uygun olmayan her arzu, her ahlâk tehlikelidir. Eski kanun ve kai­denin çerçevelediği emirler ve nehiler yaşamak kutretini da­ğıtır, irademizi eritir. Kari, bu âlemde mutlak olan hiç bir şey tanımıyorum. Bu sebepten, seni asırlardan beri " Şöyle olacaksın ve böyle yapacaksın! „ diyen hareketsiz ve tekâmülsüz emir­lere itaattan menediyorum.
Bunun için yaşayan dinlere değil, içinden gelen dine, pey­gamberlerin Allahına değil, kendi gönül verdiğin ülkünün Allahına inanacaksın I Her hareketin et­rafındakiler için olacak ve fakat hiç bir emri ve hareketlerinin hiç bir kumandasını hariçten almıyacaksın!

XIX
Hür bir vatandaş, demokrat bir vatandaş, içinde bu taassupsuzluğu duyan ve doğru bildiği fikir ve hareketler uğrunda ken­dini feda etmekten çekinmiyen insandır! Bunu çok evvel sezdi­ler; üstadım Buda, " kendi meşaleniz ve merciiniz kendiniz olunuz! yegâne meşaleniz ve merciiniz hakikat olsun! „ dedi.

XX
Bir nehir, ne kadar büyük olursa olsun, ne kadar çok kolları ve ne kadar süratli akışı olursa olsun, denizlere karıştıktan sonra artık isim ve mahiyetini kaybeder. Denizler böyle, her biri başka başka büyüklükte, başka başka genişlik ve çabuklukta akan bin­lerce nehri yutarlar, öyle iken ne denizin tadı değişir, ne de nehirle­rin deniz içinde ismi ve adı kalır, Cemiyet merkezi önünde fertler de böyledir. Bir defa onun içine atılmasın, bir defa onun içine karışmasın... Bu takdirde ferdin ne „ ismi  kalır, ne de   yaptığı işten eser. Öyleyse, kariim, ona içinden değil kenarından baka­caksın; ve ortasında, ancak bü­yük gemiler gibi dolaşacaksın. Onun üzerinde her çeşit fırtına­dan sarsılmaksızın yoluna gitme­ğe çalışacaksın! Bazan bir rüz­gâr olup onu sen sallayacak; ve bazan bir liman olup üstünde sallananları sen koruyacaksın! Cemiyetleri avuçlarında oyna­tanlar, denizlerin kanununu ve cemiyetlerin ruhunu böyle kav­rayanlardır.

XXI
Cemiyet için, insan için yap­tığın işlerin sonunda mükâfat veya ücret bekleyen bir hizmetçi vaziyetini takındığın gün, yap­mak istediğin ve yaptığın işle birlikte ezildiğin gündür. Müessir olmaktan büyük mükâfat, iş gö­rebilmekten geniş bir zevk ola­maz! İşçiye hiç bir mevki, hiç bir servet veya hak, cemiyetin şükran eseri olarak verilmiş değildir. Sen karşılığını bekle­meden yaptığın her iyi işte, nan­körlerle, asilerle çarpışacaksın! Fakat her zafer, mükâfatını bir­likte getirmiş olacaktır. Lâyik olduğun mevki ve hayatı istemiyeceksin! Öyle bir harekette bulunacaksın ki, bu mevki ve ha­yat, senin ayaklarına yüz süre­cek; ve sen onu lütfen kabul edeceksin! İşte sende aradığım bu büyüklük, böyle bir büyüklük­tür. Kari, bir piyanonun tellerin­den sesi, bir ateşten sıcaklığı ayırmak nasıl mümkün değilse, iradenin hür ve dinamik kuvveti de şahsiyetinden öylece ayrılamıyacak bir halde bulunmalıdır!

Varlık Dergisi Arşivinden.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Fikir Kırıntıları / Cemil Sena

XI
Işıkta, parlamak, aydınlatmak ve yayılmak iştiyakı vardır. İçine yanar ışık olamaz: Eğer ken­dinde ilim ve faziletin böyle bir kudretini seziyorsan, biz, yalnız seni aydınlanmış değil, belki etrafını da ışıklı görmeliyiz. Sü­kûtundan, karanlığından anlıyo­ruz ki, sen sadece kendinde bu şeylerin varlığını zannederek tak­dir edilmediğine ve cemiyetin sendeki liyakatleri göremediğine inanan kuruntulu ve zavallı bir adamsın! Bunun içindir ki, hiç bir gün ihtiyarlamak istemiyo­rum ! Etlerim ve kemiklerim çü­rümeye başlıyacak, belki gözle­rim de görmesini değiştirecektir. Fakat kafam, fakat kafam daima taze, daima dinç ve genç kala­caktır. Ve her yeni harekette benden bir parça olacaktır! İşte seni böyle görmek isterim, kari!

XII
Her böcek dut yaprağını yiye­bilir. Fakat hiç birisi ipek böceği gibi bu yeşil ottan koza çıkara­maz! Dut yaprağı ipek olmıya hiç te mecbur değildir. Fakat onu, ipek haline getiren bir mah­lûk vardır. Bu sebeptendir ki, kari, bu âlemde hiç bir şey, kendi kabiliyetimizin hududunu aştığı için adî veya aşağı değildir. İş­lere, mesleklere ve tekmil insan­lığı çeken veya uzaklaştıran kıy­metlere kudsiyet ve ehemmiyet veren insandır; kabiliyettir. Hiç bir işin kendisinde asalet yoktur. Onu yükselten senin yüksek kabiliyetindir!

XIII
Hayat tatlıdır; tadını almasını bilenler için... Bahçelerdeki bin bir türlü, bin bir renkli çiçekler­den istediğinizi ağzınıza alınız; içinde tatlı olanını bulmak ne kadar zordur. Halbuki arılar, lezzet ve kokunun nerede oldu­ğunu bilirler; ve acı nebatlardan usareler çıkarırlar. Bunun için­dir ki, karim, hayat acı olabilir; hüner onu tatlandırmakladır. Onun lezzetini çıkarabilmektedir. Sen, hiç sevildiğinden haberi olmıyan bir kadının omuzlarından öptün mü? Şu halde hayattan ne diye şikâyet ediyorsun ?!

XIV
Bir kadın vücudunda gezen erkek eli gibi, sen de hayatı sıka­cak ve onun usaresini emecek­sin; ve senin bu hareketinden, ka­dın gibi hayatta zevk alacaktır.

XV
Hangi şeyi tecrübe ettinde, o şeyde kabiliyetli olup olmadığını anladın? Talisizlik ve adaletsizlik, senin kendi miskinliğinden ve ihtiraslarının hududunu önceden tayin edemediğindendir, Bedbin bir şikâyetçi olmaktansa, hakkında şikâyet edilen ve dediko­du yapıları bir devirici, bir yıkıcı, bir mücadeleci ol, kari!

XVI
Güneş çıkar çıkmaz evvelâ tepeleri aydınlatır. Tepeler her ışığı, her rüzgârı ve her yıldırı­mı herkesten önce tatmak isti­yormuş gibi hırsla kabarmış ve yükselmişlerdir! Bir hakikatin, bir yeniliğin, bir faziletin ışığı da herkesten evvel insanların temiz ve yüksek alınlarını aydınlatır! Tepeler, bu ışık sevgisini her şeye rağmen bırakmazlar; ışık için yıldırımlara, tufanlara katla­nırlar. İnsanların büyüğü de bu te­peler gibi, doğruluğa, temizliğe, eyilik ve ülküye olan aşkla­rını hiç bir zaman önlerine çıka­cak ihtilâllere, isyanlara, kanun­ların iradeyi kırmak istiyen çetin, merhametsiz zencirlerine feda etmezler! Kari, ne vakit içinde bu büyüklüğü duyarsan, o vakit bu toprağın evlâdı olacaksın! O vakit bu toprak, sana lâyık oldu­ğun şeyleri verecektir.

Varlık Dergisi Arşivinden.

26 Nisan 2011 Salı

Fikir Kırıntıları / Cemil Sena



I
Doksan yaşında olduğu halde henüz genç olduğunu iddia eden bir adama rasgeldim. Bu adam hayatını perhizle geçirmiş, ( yapma ) dedikleri şeylerden kaçmış ve ( yap ) dediklerine koşmuş... Ve bana “işte sen de böyle yaşarsan doksanında da genç kalırsın !” dedi. Yasak edi­len şeylerin lezzetini tatmayan bu adamın yaşlı bir meşe ağacından ne farkı vardır? Hepimiz «Şunu yap, iyidir, ötekini yapma, fenadır! » diye bin bir emirle karşılaşırız. Bir şeyin fenalığını tecrübe etmeden nasıl anlayabi­liriz? Ve her tecrübe edene na­sıl inanabiliriz? Esasen « peki!» dediğimiz zamanlarda bile “bu  fena!” dedikleri şeyleri bir defa da biz işlemek istemedik mi? Hayatı bize bin bir gizliliklerle dolu bir masal, bir bilmece hali­ne getirmektense onun kapısını açmak ve onu olduğu gibi kabul etmek ve ettirmek lâzımdır. Ken­dimiz yarattığımız halde, Allahtan ve büyüklerden geldiğini zannettiğimiz ayıpları ve günah­ları biraz da biz işleyelim! Zaval­lı adam, kavuşmak için hasret çektiği şeyleri başkalarının tattığını göre göre gözü açık giden adamdır. Daha zavallı adam ise zarar ve faydanın neresinden dönmek ve neresinde ilerlemek lâzım geldiğini anlamadan yolu­na devam eden adamdır!

II
Ey genç! Seni kanmış ve doymuş görmek istemiyorum. Bu yüz ancak bir ölü çehresine yakışır; sen üzüleceksin ve üzeceksin! Istırabın tadını alacak ve onu kaldırmak için yeni zah­metlere, yeni acılara katlanacak­sın ! Yaşamak için bin bir ölüm­den birini değil hepsini göze alacaksın! Ne istediğini bilmeyenler gibi değil, bilenler gibi uğraşacak, ve istediğine kavuş­tuğun dakikada bir yenisini ya ya­ratacaksın! Ve bu bitmez tüken­mez yolculukta saadetini dam­la damla içmek ve her damla­nın verdiği sarhoşlukla zehirlen­miş gibi daha tatlı, ve daha te­miz ve daha büyük bir şifa arayacaksın!  Yenilik ve  değişiklik içinde geçecek olan hayatın aşk­ta olduğu kadar da bilgi ve fazi­let işlerinde dalgasızlıktan, fırtınasızlıktan, soğukluktan kaçmalı; ve ruhundaki ateş kül olmadan yeni yangınlar yapan bir afet kesilmelidir. İşte ancak o vakit sen, insanın ve zekânın bu âlem­de; yapmaya memur olduğu işle­ri başarmış ve bir faniye mukad­der olan saadetleri toptan ve ka­narak içmiş olursun!

III
Ey, genç! Ben sana ferdin ve cemiyetin kanununa uygun değil, bu âlemde yaşayan hayatın kanununa uygun bir ahlâka itaat et diyorum! Fertler  aciz ve cemiyetler köledir! Fakat hayat, bütün bunları aşan ve bun­lara şekil veren bir  kuvvet, bir gayedir, öyle ise çalışacaksın! Ve çalışmanın sana getireceği faydadan ziyade çalışmanın biz­zat kendisinden hoşlanacaksın! Zira pek çok emekler vardır ki onun bize verdiği menfaat sarf ettiğimiz   kuvvetlere göre asıl saadet, emeğin  veriminde değil, bu verimin hayalile geçen uğ­raşmalarda ve didinmelerdedir!

IV
Her peygamber, « insanlara son hakikati verdiğini ve artık saadetin bütün  kapılarını kendi dininin anahtariyle açabileceği­mizi »temin eder, her kanun ve her ahlâk kaidesi de ayni iddia­dadır. Ey genç ! Bütün insanlığı mesut etmiye imkân var mı sanır­sın? Ne ihtiyâçları, ne kabiliyet­leri birbirine uymayan insan, tabiatın garip olduğu kadarda aç bir iradesidir, bu kuvvet tabia­tı ve kendi kendini aşmadıkça saadete kavuşamayacaktır. İlim, dine, kanuna ve ahlâka rağmen bizi yavaş yavaş bu tepeye tır­mandırmaya çalışıyor!  Halbuki o da, bize saadet ümitlerini büs­bütün kapatmaktadır. Aç gözlü insan, her gün bir meçhulü hal­lediyor. Buna mukabil yüzlerce meçhulle karşılaşıyor. Hallettik­lerimiz, bulduklarımızın karşısın­da ne kadar zavallıdır. Şüphesiz ki bu noktada, hayvan, insandan; iptidai, medeniden daha bahtiyardır. Zira, bilmeye başlamak bu âlemde oynanan  büyük dramı uzaktan ve bir kenardan seyret­meye başlamak demektir. Bunun içindir ki, ey genç, sana ya hiç bir şey bilme veya az bir şeyi çok iyi bil diyorum! Bütün bir insan­lığın saadeti hülyasından vazgeçerek kendini mesut etmeye çalış, diyorum! Zira her ( ben ) mesut oldukça (biz ) de mesut olacaktır!

V
İnkılâplar, ihtilâllar, dini ve medeni yenilikleri, hayatın eski bir Efendiye isyanını ifade eder­ler. İnsan, bütün bu çarpınmala­ra, didinme ve uğraşmalara rağ­men yeni kuvvetlerin kölesi ol­maya devam edecek ve bazan da Efendiye sadakati nisbetinde me­sut olduğuna inanacaktır. İnsan bu köleliğe nasıl devem etmesin ki, ayni toprağa ekilen ve bir cinsten olan tohumlar, ayni ihti­mamı görmüş olsalar bile boyla­rı ve gürbüzlükleri birbirine uymayan bir takım ağaçlar hali­ne gelirler. Ya ayni toprağın beslediği başka başka cinsten fidanların meyvelerindeki biçim ve lezzet farkını görmüyor muyuz? İşte insan da böyledir. İnsan ancak Allah nazarında müsavidir. Yoksa hepimizi besleyen ve ye­tiştiren tabiat, cinsimiz ayni ol­duğu halde her birimize başka başka kabiliyetler vermiştir! Ben elbette, istemesini ve yap­masını bilen bir insan olduğum müddetçe, ne yaptığını ve ne istediğini bilmiyenleri fikrimin ve kuvvetimin kölesi yapacağım! Ve onlar, âcizler, kendiliğinden arkamıza düşecek ve önümüzde yerlere kapanacaktır. Köleliğe ve Efendiliğe lâyık insanlar var oldukça cemiyetteki farkları kal­dırmaya imkân olamaz! Başları­na çelenk konan insanlarla, ma­betlerde, mekteplerde, milyonlar­ca insana, milyonlarca defa isim­lerini saygıyle andıran adamlar bu müsavat kabul etmeyen tabi­atın ezeli efendileridir. İşte bu­nun içindir ki, cemiyet demek mihaniki olarak Efendi değiştir­meye memur bir esirler kömesi demektir. Hüner, bu kömede bat­mamak ve lâyık olduğu yere varabilmektedir.

Varlık Dergisi 1933 ve 1934 Yılında Yayınlanmış Yazılarından Aktarılmıştır.


Görsel:Emil Alzamora