Doksan yaşında olduğu halde henüz genç olduğunu iddia eden bir adama rasgeldim. Bu adam hayatını perhizle geçirmiş, ( yapma ) dedikleri şeylerden kaçmış ve ( yap ) dediklerine koşmuş... Ve bana “işte sen de böyle yaşarsan doksanında da genç kalırsın !” dedi. Yasak edilen şeylerin lezzetini tatmayan bu adamın yaşlı bir meşe ağacından ne farkı vardır? Hepimiz «Şunu yap, iyidir, ötekini yapma, fenadır! » diye bin bir emirle karşılaşırız. Bir şeyin fenalığını tecrübe etmeden nasıl anlayabiliriz? Ve her tecrübe edene nasıl inanabiliriz? Esasen « peki!» dediğimiz zamanlarda bile “bu fena!” dedikleri şeyleri bir defa da biz işlemek istemedik mi? Hayatı bize bin bir gizliliklerle dolu bir masal, bir bilmece haline getirmektense onun kapısını açmak ve onu olduğu gibi kabul etmek ve ettirmek lâzımdır. Kendimiz yarattığımız halde, Allahtan ve büyüklerden geldiğini zannettiğimiz ayıpları ve günahları biraz da biz işleyelim! Zavallı adam, kavuşmak için hasret çektiği şeyleri başkalarının tattığını göre göre gözü açık giden adamdır. Daha zavallı adam ise zarar ve faydanın neresinden dönmek ve neresinde ilerlemek lâzım geldiğini anlamadan yoluna devam eden adamdır!
II
Ey genç! Seni kanmış ve doymuş görmek istemiyorum. Bu yüz ancak bir ölü çehresine yakışır; sen üzüleceksin ve üzeceksin! Istırabın tadını alacak ve onu kaldırmak için yeni zahmetlere, yeni acılara katlanacaksın ! Yaşamak için bin bir ölümden birini değil hepsini göze alacaksın! Ne istediğini bilmeyenler gibi değil, bilenler gibi uğraşacak, ve istediğine kavuştuğun dakikada bir yenisini ya yaratacaksın! Ve bu bitmez tükenmez yolculukta saadetini damla damla içmek ve her damlanın verdiği sarhoşlukla zehirlenmiş gibi daha tatlı, ve daha temiz ve daha büyük bir şifa arayacaksın! Yenilik ve değişiklik içinde geçecek olan hayatın aşkta olduğu kadar da bilgi ve fazilet işlerinde dalgasızlıktan, fırtınasızlıktan, soğukluktan kaçmalı; ve ruhundaki ateş kül olmadan yeni yangınlar yapan bir afet kesilmelidir. İşte ancak o vakit sen, insanın ve zekânın bu âlemde; yapmaya memur olduğu işleri başarmış ve bir faniye mukadder olan saadetleri toptan ve kanarak içmiş olursun!
III
Ey, genç! Ben sana ferdin ve cemiyetin kanununa uygun değil, bu âlemde yaşayan hayatın kanununa uygun bir ahlâka itaat et diyorum! Fertler aciz ve cemiyetler köledir! Fakat hayat, bütün bunları aşan ve bunlara şekil veren bir kuvvet, bir gayedir, öyle ise çalışacaksın! Ve çalışmanın sana getireceği faydadan ziyade çalışmanın bizzat kendisinden hoşlanacaksın! Zira pek çok emekler vardır ki onun bize verdiği menfaat sarf ettiğimiz kuvvetlere göre asıl saadet, emeğin veriminde değil, bu verimin hayalile geçen uğraşmalarda ve didinmelerdedir!
IV
Her peygamber, « insanlara son hakikati verdiğini ve artık saadetin bütün kapılarını kendi dininin anahtariyle açabileceğimizi »temin eder, her kanun ve her ahlâk kaidesi de ayni iddiadadır. Ey genç ! Bütün insanlığı mesut etmiye imkân var mı sanırsın? Ne ihtiyâçları, ne kabiliyetleri birbirine uymayan insan, tabiatın garip olduğu kadarda aç bir iradesidir, bu kuvvet tabiatı ve kendi kendini aşmadıkça saadete kavuşamayacaktır. İlim, dine, kanuna ve ahlâka rağmen bizi yavaş yavaş bu tepeye tırmandırmaya çalışıyor! Halbuki o da, bize saadet ümitlerini büsbütün kapatmaktadır. Aç gözlü insan, her gün bir meçhulü hallediyor. Buna mukabil yüzlerce meçhulle karşılaşıyor. Hallettiklerimiz, bulduklarımızın karşısında ne kadar zavallıdır. Şüphesiz ki bu noktada, hayvan, insandan; iptidai, medeniden daha bahtiyardır. Zira, bilmeye başlamak bu âlemde oynanan büyük dramı uzaktan ve bir kenardan seyretmeye başlamak demektir. Bunun içindir ki, ey genç, sana ya hiç bir şey bilme veya az bir şeyi çok iyi bil diyorum! Bütün bir insanlığın saadeti hülyasından vazgeçerek kendini mesut etmeye çalış, diyorum! Zira her ( ben ) mesut oldukça (biz ) de mesut olacaktır!
V
İnkılâplar, ihtilâllar, dini ve medeni yenilikleri, hayatın eski bir Efendiye isyanını ifade ederler. İnsan, bütün bu çarpınmalara, didinme ve uğraşmalara rağmen yeni kuvvetlerin kölesi olmaya devam edecek ve bazan da Efendiye sadakati nisbetinde mesut olduğuna inanacaktır. İnsan bu köleliğe nasıl devem etmesin ki, ayni toprağa ekilen ve bir cinsten olan tohumlar, ayni ihtimamı görmüş olsalar bile boyları ve gürbüzlükleri birbirine uymayan bir takım ağaçlar haline gelirler. Ya ayni toprağın beslediği başka başka cinsten fidanların meyvelerindeki biçim ve lezzet farkını görmüyor muyuz? İşte insan da böyledir. İnsan ancak Allah nazarında müsavidir. Yoksa hepimizi besleyen ve yetiştiren tabiat, cinsimiz ayni olduğu halde her birimize başka başka kabiliyetler vermiştir! Ben elbette, istemesini ve yapmasını bilen bir insan olduğum müddetçe, ne yaptığını ve ne istediğini bilmiyenleri fikrimin ve kuvvetimin kölesi yapacağım! Ve onlar, âcizler, kendiliğinden arkamıza düşecek ve önümüzde yerlere kapanacaktır. Köleliğe ve Efendiliğe lâyık insanlar var oldukça cemiyetteki farkları kaldırmaya imkân olamaz! Başlarına çelenk konan insanlarla, mabetlerde, mekteplerde, milyonlarca insana, milyonlarca defa isimlerini saygıyle andıran adamlar bu müsavat kabul etmeyen tabiatın ezeli efendileridir. İşte bunun içindir ki, cemiyet demek mihaniki olarak Efendi değiştirmeye memur bir esirler kömesi demektir. Hüner, bu kömede batmamak ve lâyık olduğu yere varabilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder