Ece Ayhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ece Ayhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ocak 2013 Cuma

Üç Gencin Kalbi / Ece Ayhan



Bir gemici tanırım
Kalbini bir limanda bırakmış
Ya kaybolursa?
Ağlar çocukluğundaki gibi
Kalbini almaya gidecek hâlâ

Bir oğlan tanırım
Derin yeşil gözlü
Gönlü güney denizlerinin dibi
Kalbi ise yerinde
Birine vermeye gidecek
Bir gemi arar durur
Bulutlardan.

Bir şair tanırım
Onunki içler acısı
Kalbini asla vermemiş
Çalmışlar
Kalbi eski bir efsanede saklı.

1954, Şubat

5 Ocak 2012 Perşembe

Şiir Şiir de Kalmaz / Ece Ayhan


Niyazi Zorlu- "Bütün Yort Savullar" kitabının kapak rengi mor. Türkçe şiir tayfında bu ''morötesi'' şiiri karşılayacak "geniş bir zaman" var mıdır? Yoksa “Bahar Ayini"ndeki Stravinsky gibi önce buruşturulması mı gerekmektedir?

Kırk yıldan beri mor benim rengimdir. Şimdi "Morötesi Requiem", bir küçük anlatıdır, kısacık. Doğallıkla başarıp ba­şarmayacağımı daha bilemiyorum. Bakalım.
Bizi buruşturmaları ise olanaksız! Zaten üzerimizden ço­cukluğumuzdan bu yana iktidar, okullar, aileler, anne baba, hü­kümetler... geçiyor, geçti. Yani düşüncenin üzerinden elbet tanklar geçmiş, geçecektir.
Bence ne çıkacaksa, sorumluluktan değil, sorumsuzluktan çıkar, çıkacaktır. Karışıklık, kötülük iyinin anasıdır. Bugünlerde geniş meşrepliler sanki insanda yurttaşlık duygusu bırakılmış gibi "sorumluluk"tan konuşuyorlar. Gençler sorumluluk duy­sun isteniyor. Oysa sınırlar yeniden çizilmeli. Her şeyin, yazın'ın, şiirin, coğrafyanın, dünyanın sınırları. Hatta nüfus sayı­mı bile yeniden yapılmalı. İskân yeniden. Kısacası yepyeni bir dilbilgisi ve yepyeni bir sözdizimi zorunlu bize. Yeniden bir uy­garlık tanımı, yeniden bir yurttaşlık tanımı. Yeni sorumluluk bile en sonda gelir. Türkiye yalnızca Çamlıca'dan görülmemeli. Kibariye, Çanakkaleli Melâhat, Roza Eskenazi, Kandıralı ve Arka­daşları, Er köse Kardeşler, Ağır Roman... da var.
1912'yi hatırlayalım. Paris. Stravinsky'nin "Bahar Ayini" çalınmaktadır. Büyük çoğunluk beğenmiyor, ıslıklar, yuhalamalar. Doğallıkla Stravinsky konserin sonunda yıkılmış olarak Cocteau'yla birlikte bir faytona biner. Dediğin gibi "buruşturul- muş"tur tabii. 1913'te aynı yapıt, belki de aynı salonda çalınmış ve çok beğenilmiştir. Ama Stravinsky'nin buruşuk kalıp kalma­dığını bilmiyorum. Çünkü Stravinsky en güzel yapıtlarını çok şükür daha önce bestelemiştir.

N.Z.- Bugünkü şiirin bir "rahim yokluğu" çektiğini söyleyebilir miyiz? “Kaos"la "batak" arasında bir ayrım var mı? ("Çizgiyi aş­mayacaksın! aykırı dal olmayacaksın!")

Bence bir rahim var, Genç Şiir için. Güneş de "aykırı­lıktır.” Ama ben rahim yerine "yörünge" diyeceğim burada. Çünkü etki de var, tepki de var. Köşegenler de var. Bana göre kendi yörüngelerini oluşturan, oluşturacak şairler Haydar Ergülen, Perihan Mağden, Akif Kurtuluş, "Kurt" Ayhan, Asker Barut, Salih Bolat, Tuğrul Asi Balkar, Mustafa Ziyalan, Güven Turan, Sina Akyol, Yusuf Alper, Gültekin Emre, Mehmet Müfit, Erisin Tezcan, Süreya Evren, Yıldırım Türker, Abdülkadir Bu­dak, vb.

N.Z.- 1957'de İkinci Yeni soruşturmasına verdiği yanıtlar, 1994'te de geçerliliklerini koruyor.

Demek ki 40 yıla yakın bir zamandır yine olduğumuz gi­bi davranıyoruz. "Özgünlük" denen şey de zaten kendi kendi­ne oluşur. Örnek olarak özgün ve büyük ressam Cihat Burak'ı ve özgün, sıkı ve yine büyük şair Cemal Süreya'yı gösterece­ğim size. İkisi de sahici insanlardı, sanatları da kendileri de ve oldukları gibi davranmışlardır. (Ressam Cihat Burak nedense Cumhuriyet Meyhanesi'ne geldiğinde hep mor renkli gömlek giyerdi ve yaz aylarında bile boynuna doladığı atkının rengi mor idi.)

N.Z.- Ece Ayhan, Marjinallik-İktidar ve Mülksüzlük (Mülkiyet) ilintileri ve bunların şiir yoluyla (Sıkı düşünce) sergilenmesi geliyor aklıma.

Bence felsefeye "sıkı düşünce" denmesi daha doğru olur. Ha, sıkı düşünce deyince aklıma Ahmet Soysal geldi. Dağlarca ile yapılan konuşmada İkinci Yeni'yi anlatırken bileşkeleri, çar­panları atlamış. İkinci Yeni akımı aynı zamanda Sait Faik'in Alemdağ'da Var Bir Yılan'ından da çıkmıştır. Stravinsky'den de (Bir anlamıyla Cemal Süreya'ya Stravinsky diyebiliriz, (Petruşka!) Mobil'lerden de. Yonca'dan da (Klee). Kandinsky. Alban Berg. Webern. Schönberg. Bunuel. Lobaçevski. Siyah Orfe. Hal Ve Gidiş Sıfır (Jean Vigo). Truffaut. Godard. Bitirimhane'ler (Fualkner'in Sanctuary'si). Rilke (Malta Laurids Brigge'nin Notları). Riemann (Çok boyutlu uzay geometrileri... raylar uzayda birle­şir). Visconti. Lautreamont. Apollinaire ("Zone" şiiri). Kleist (Michael Kohlhaas). Bülent Arel (Mobil yontuları, manyetofon müziği). İlhan Usmanbaş. Etcher. Vesaire.

N.Z.- Bir de tasvir kırıcılığı, tasvir düşmanlığı (îconoclastie) ge­leneğinin yarattığı boşluğu doldurma çabalarımız var: Ağaç kütükle­rinde Allah'ın adını, paralarda orak-çekiç ve Lenin'leri; öküzün altın­da buzağıyı arıyoruz da, sizin şiirinize ve oradan da tarihe inmeye ge­lince donakalıyoruz. Fayton şiirini ilk sevenlerden biri Ahmet Muhip Dıranas'tı galiba.

Fayton şiiri Ankara'da çıkan Pazar Postası’nda 1958 son­baharında yayınlanmıştı. Şiir, Erdoğan Tokmakçıoğlu'nu bile çok heyecanlandırmıştı. Erdoğan güzel hikâyeler yayınlıyordu o zaman. Sanki genel istek varmış gibi! Şiirin Dıranas'ın ilgisini çektiğini çok sonra öğrendim. 1962'de Ankara Radyosu'nda yaptığı bir konuşmada şiiri "yeni ve anlamlı" bulduğunu söy­lemiş. Ahmet Muhip Dıranas acaba Bizans'ta İlya'nın arabasıy­la birlikte göğe çıkması yortusunu biliyor muydu, diye düşün­müşümdür hep. Çankaya'da Fayton içinde intihar eden Fikriye Hanım olayını bilebilir bakın. Ankara yıllarla bu olayla çalkalanmıştır ve Fikriye Hanım Atatürk'ün sevgilisidir.

N.Z.- Sizin durup kaldığınız ender noktalardan birini biliyo­rum: Yapıt-Yazar ilişkisi.

Bu sorunu açındırmak için size ilginç bir olayı anlataca­ğım. 1971 yılıdır, şubat ayı, bir ay sonra 12 Mart "düşünceye çul­lanma provası" yapılacaktır. Yer, Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi (şimdiki Yıldız Üniversitesi). Behçet Necatigil orada Türkçe dersine giriyor. Ben de Necatigil'in çağrılısı olarak derse katılıyorum. Karatahtada bir şiirimin çözümlenmesi yapılacak. Dersliğe girdiğimde, rengârenk, el örgüsü kazaklarıyla halk ço­cuklarını gördüm, tıklım tıklım. Oysa Necatigil Türkçe meraklı­sı üç beş gençle yaparmış bu dersi.
Çocuklar Meçhul Öğrenci Anıtı şiirinin yazılmasını istiyor­lar, ama Necatigil Hoca, İnsaf Ana'nın oğlu Battal Mehetoğlu o okulda öldürüldüğü ve bu şiirde ona gönderme olduğu için midir bilemiyorum, yazmak istemiyor. Ben de Necatigil'in zor duruma düşmesini istemiyor, çocukların sorularını duymazlık­tan geliyorum falan. (Karatahtaya sonunda Necatigil'in isteği üzerine başka bir şiirim yazıldı.)
Sonra bir ara verildi. Necatigil'in odasında sigara içiyoruz, konuşuyoruz. Necatigil "Bence bu şiir ilk kıtasında bitmiştir" dedi. Ben "hayır" dedim. İşte iki kuşak arasındaki ayrımdır bu. Necatigil bu şiiri yazsaydı, onu ilk kıtada bırakırdı belki de. Ama burada "meram farklılığı" var. Nasıl şiir şiirde kalmazsa, kalmıyorsa, okul da okulda kalmaz. E! peki "askeri okul", "ge­ce çamaşırcılığı", "okuma yazma bilmeyen anne", "bu ölümü de bastırmak için" ne olacak? Bizde, İkinci Yeni'de, yani sıkı şiir­de "de" vardır. "De" ufaktır ama, aynı zamanda çok da büyük­tür, belki de biz sivil şairlerin bam telidir. Biz aslında ayrıntı'yız. Ayrıntı, bütünden büyük olabilir bizde.

1994

Meçhul Öğrenci Anıtı / Ece Ayhan

Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
- Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek

18 Haziran 2011 Cumartesi

Marjinallik / Ece Ayhan


      "Onlar, toplumun yüz akıdır..."

Çeşitli gazete ve dergilere yazdığı "marjinallik" ağırlıklı yazılarla tartışmalara yol açan Ece Ayhan, Nokta'nın sorularını yanıtladı.

Nokta: Her yazınızda belirli isimleri sayarak marjinallerden söz ediyorsunuz, neden?
Ayhan: Bir kere Türkiye'de marjinal yoktur, olamaz da ayrı­ca. İzin vermezler buna.

Nokta: Ya sizin marjinalleriniz?
Ayhan: Şimdi bu konuda Ricardo çok önemli. Bana göre sa­yılı birkaç iktisatçıdan biri. Onun marjı anlatan çok güzel bir te­orisi vardır. "Marjda olan risklidir" der Ricardo ve devam eder: "Ama piyasayı da marjdaki ürünler tayin eder." İşin bamteli bu.
Ben somut şeylerden hareket ediyorum. Benim gözümde Aktedron Fikret marjinal bir ressamdı. Temmuz ayında Tak­sim'de pardösüyle görürdünüz onu, çünkü iç çamaşırları yok­tu. Bir Hayalet Oğuz vardı, Nilgün Marmara vardı. Garip şekil­de bunların hiçbirinde mülkiyet duygusu yoktu. Bunlar kendi alanlarında en uçta, en sınırda olan insanlar. Uç günlük, beş günlük, altı aylık bir macera değil bunlannki. Benim "uzun bir dürüstlük" dediğim, uzun bir süreç olması gerekli. Ürkmek di­ye bir şey yok bunlarda. Ama bu berduşluk anlamına gelmiyor kesinlikle.

Nokta: Önce Türkiye'de marjinal olamaz demiştiniz. Peki bu saydığınız adlar nasıl marjinal olmuşlar?
Ayhan: Çelişiyor tabii ama ben zaten yaklaşık olarak söylü­yorum. Türkiye Cumhuriyeti tercüme bir cumhuriyet olduğu için, tercüme anlamında marjinal olabilir ancak,

Nokta: Neden bizde marjinal olamaz?
Ayhan: Bunu kimse göze alamaz da ondan. İnsan topluluğu olduğu bile kuşkulu bir kalabalıkta nasıl marjinal olunabilir ki?..

Nokta: Peki marjinaller ne tür toplumlarda ortaya çıkabilir? Ayhan: Uygar bir toplum olması şart. Hukukun, insan hak­larının olduğu bir toplum gerekir, ki bu uygar toplumdur.

Nokta: Marjinal bir kişinin "ben marjinalim" demesi sizce doğru mu?
Ayhan: Hayır.,. Denilmez, böyle şey olmaz, "ben marjina­lim" denilmez...

Nokta: Ama sizin yazılarınızda böyle bir hava seziliyor...
Ayhan: Tamam, böyle bir iddia var ama doğru değil. Bakın şimdi, ben kendimi marjinal olarak görmüyorum ki, üstelik Türkiye'de marjinal olamaz diyorum. Ancak marjdayım diye­bilirim. Tam marjinal olsaydım belki sizinle buluşamazdık bile. Farkına bile varmazdınız...

Nokta: Sizi bu isimleri gündeme getirmeye iten ne oldu?
Ayhan: Ben bazı şeylerin altını çizmeye çalıştım sürekli ola­rak. Türkiye'de altını çizdiğim insanlar gibi olunmasını isterim ben. Çünkü en güzel şey onlardan çıkar. Düzgün şeyden, güzel ve yeni şeyler çıkar mı ortaya? Bunun için ben oraya bakılması­nı sağlamaya çalışıyorum.

Nokta: Peki tepkileri nasıl yorumluyorsunuz?
Ayhan: Bunların büyük bir kesimi dürüst değil. Adam gibi okusalar anlayacaklar. Önceleri tehlikesiz saydıkları için yazdıklarıma, sesleri çıkmadı. Baktılar ki ağır eleştiri var, saldırma­ya başladılar. Gergedan'ın son sayısını gördünüz mü, çok çir­kin benim için yazdıkları. Ben yaşıyorum, kendimi savunurum. Ama Nilgün Ölmüş, ne demek ağzına tükürmek... Özdemir İn­ce, "Uzlaşmanın adını marjinallik koydu" diyor... Her şey söy­lenebilir benim hakkında ama bu söylenemez... Ben elbette ki duygusal yaklaşıyorum. Ama niye duygusal yaklaşmayayım? Nilgün Marmara'nın bir tek açığını görmedim ki ben... Marji­naller yaşam biçimleriyle toplumun yüz akıdırlar.

Nokta: Gerçek ve kalıcı eserleri ancak marjinaller verebilir, diyor­sunuz. Peki Türkiye'de yazıp çizen bu kadar insanı nereye koyuyor­sunuz?
Ayhan: Olsa da olur, olmasa da olur diyorum... Bir eli yağ­da, bir eli balda olan insanlardan hiçbir şey olmaz.

Nokta: Marjinal adayı olarak gördüğünüz kişiler var mı?
Ayhan: Ben zar atmıyorum ki... Berduşlukla, serserilikle ka­rıştırıyorlar marjinalliği, ben buna karşıyım. Şiir dünyasına ba­kın. Mesela Dağlarca... 1946'ya kadar güzel şiirler yazdı, ama ondan sonra resmen ırkçılığa kaydı adam. Milliyetçilik perdesi altında resmen ırkçılık yaptı. Sonunda ırkçılığa kaymayan yok aslında. Alın bir Atatürk Şiirleri Antolojisi'ni, İkinci Yeni'yi bu­lamazsınız. Marjinaller hamasetle asla ilgilenmezler. Bunun için daha çekirdek halindeyken ezmeye çalışıyorlar. Bir kıvılcım gördüler ya, söndürmeye çalışacaklar ille de... Marjinallikte bü­yük bir risk olduğunu biliyorlar. Feminizmde öyle mi ya, çevre­cilikte öyle mi, eşcinsellikte öyle mi?

1988

20 Eylül 2010 Pazartesi

Cemal Süreya Hakkında / Ece Ayhan



Çok alıngandır Cemal, küçükken ezildiği için. Bir gün Ömer Uluç, Doğan Hızlan ve karşımızda Cemal. Çok güzel güler Ömer. Cemal kendisine gülündüğünü zannetti, "Üçünüz bir resme benziyorsunuz" dedi. Şiirine gönderme yapıyor. "Bak ' Cemal" dedim, "Önümdeki tabak uçar, oradaki oyuncak gemi batar." Hemen ; telaşa kapıldı o zaman, herkesi oyuncak gemi diye geçiştirirdi. Çok evlenme meraklısıydı, hemen evlenelim derdi. : Hangi kadın düğmesini dikerse onunla evlenirmiş, hatta bir keresinde ceketinin düğmesini koparmış uzatıp diker misin demiş. Evlenme teklif ediyor!

10 Aralık 2000 Hürriyet Pazar Röportajı / Ece Ayhan

■ Neden kara şairsiniz ve karaşınlık nedir?
Pek çok şeyi benim ortaya attığımı sanıyorlar, halbuki öyle değil. Karaşın sözlükte var, sarışının tersi! Ben karamsarım, aykırıyım ama siz benim yanıma gelin de ben aykırı olmayayım, diyorum.

■ Ya karaduygululuk?
Aa o ayrı tabii. Ama ben iyimser olamam. Bütün hocalarımız, annelerimiz, babalarımız bize yalan söylemiş. Mesela,Baltacı Mehmet Paşa ve Katherina aynı mekanda bulunmamışlar bile! Fatih' in gemileri karadan yürütmesi diye bir olay yok, adam akıllı; Haliç' in sonunda tersane kurduruyor ve Bizans donanmasını haklıyor. Hazerfan Ahmet Çelebi cambazmış. Galata Kulesi'nden kendini atıyor, topuğunu kırıyor. Daha çok örnek var böyle. Hâlâ yalan söylüyorlar. Bak tarihe, biz sorumlu değiliz de, hayır! Hâlâ "sözde" diyorlar.

■Siyasal'da okudunuz, iki-üç yıl kaymakamlık yaptınız. Devlet memurluğundan, resmiyet karşıtı bir şair, yazar olmaya nasıl geçtiniz?
Zaten oradaydım ben. Şiir yazmaya Zeyrek Ortaokulu'ndayken başladım, iyi hocalarımız vardı. Kaymakamlığı bir arkadaşımın sayesiyle yaptım, dilekçelere imza atacaksın sadece, demişti. Aslında memurluğu istemiyordum.

■ Edebiyat dünyasına nasıl girdiniz?
Ankara'ya 1953'te ilk gittiğimde, bir kültür derneği vardı. Bülent Ecevit de üye, daha politika filan yok hayatında. Orada akşam karatahta dersleri veriliyordu. Atonel müzik üzerine. Biz de oraya giderdik. Müzikte yapılan şey, şiirde niye yapılmasın diye geldi aklıma. Aykırılığı da anlatırdı bu, karalığı da anlatırdı. Bunun gibi bir sürü şey etkiledi beni.

■ Ecevit'le nasıl bir ilişkiniz vardı?
  Resim eleştirmenliği yapardı. Merhabamız vardı sadece. Bir mekanda bulunmuş olmaktan kaynaklanan. 21-22 yaşlarındayız. Ama yıllar sonra oldu ilişkimiz. Kanlıca'da Can Yücel' le komşuyum. Birdenbire kalp krizi zannettim, meğer beynimde tümör varmış. Bunun üzerine Yaşar Kemal ve Can Yücel açıyor telefonu İsviçre'ye, Gazi Yaşargil hemen gönderin, diyor. Yıl 1974, ben 43 yaşındayım. Kendimi İsviçre'de buldum. Ameliyat masraflarını, o zaman da Başbakan olan Bülent Ecevit karşılamıştı. Pasaport almamı da o sağladı. Artık cebinden mi ödedi, bilmiyorum.

■ Söz açılmışken, siz bu ameliyat dönüşünde, sizi gönderen insanlara dava açtınız galiba, toplanan parayı aldılar diye...Öyle bir şey yok canım. Dedikodu. Çok eski bir olay ya. Adam öldü artık, olmaz. Brunel Nefes Nefese kitabında, "öldüğüm zaman bir şey istemiyorum, yılda bir kere mezarlıktan kalkmak isterim ve yakın bayiye gidip gazete ve dergilere bakmak isterim, dünyada neler olmuş diye" diyor. Bu fantezi tabii. Artık bir şey söylenmez.

■ Şiirde anlatım kapanıklığını niye seçtiniz?
Hayır karşıdakinde kabahat! Benim bir Fayton şiirim yayımlandı, 58'de, Pazar Postası'nda. Kimse bilmez, ama orada şöyle bir şey var, Fikriye Hanım,  Atatürk' ün Latife Hanım ile evlendiğini öğrenince, Ankara'ya geliyor ve faytonla köşke gidiyor, içeri alınmayınca faytona binip intihar ediyor.
Ahmet Muhip Dranas bu şiiri okuduğunda, "son derece anlamlı, harkulade yeni" demişti.  Anladı, Fikriye Hanım olayını bildiği için! Bunun gibi katmanlar var benim şiirimde.

■ Yine de zor şiir sizinkisi...
Zor değil, aslında şiir işte budur. Bakın, bir yanda Shakespeare'i düşünün, ben Shakespeare değilim tabii, o da katman katmandır. Şimdi okuyucu üşeniyor. Ama bilen biliyor.

■ Zorluk deyince Yort Savul mesela...Bir şiirinizin adı, bir kitabınız da Yapı Kredi'den Bütün Yort Savul' lar adıyla çıktı. Bir aydın bunun Ermenice ya da Rumca olduğunu söyledi. Biri 'Daüssıla' anlamında, dedi.Hiç alakası yok! Yunus Emre'de geçiyor. Türkçe. Kenara çekilin, savulun demek! Padişah gelirken söylenirmiş. Benim kabahatim ne, yort nidası unutulmuş yahu.

■ Dille oynamak nasıl bir duygu peki?
İçinde bulunduğum toplumla kapışan bir adamım ben. Türk edebiyatındaki bütün büyük yazarlar büyük aileye mensuptur. Tevfik Fikret' in Abdülhamit' e verdiği altı ya da sekiz tane şiiri vardır, buyur, benim kabahatim ne burada? Biz parasız yatılıyız. Sokak çocuğuyuz. Ağzımızın bozukluğu oradan geliyor. Deli kabul edilmişliğimiz oradan geliyor. Her şeye karşıyım. İki tekke vardı benim gençliğimde. Bir doğu tekkesi, Kemal Tahir' in. Bir de batı tekkesi Sebahattin Eyüboğlu' nun. Biz ikisine de gitmedik. Eyüboğlu benim için "Şiiri rahat bıraksın" demiş. Bırakır mıyım!

■ Hayatınız hep böyle hırlaşmayla mı geçti?
Niye hırlaşmayayım! Ben şair filan değilim, etikçiyim. Kafiye kullanmam yurttan sesler korosuna karşıyım. Bireysel davranırım.

■ Hayatta kapışmadığınız, hırlaşmadığınız biri oldu mu? Hep yalnız mı oldunuz?
Pek olmadı. İdris Küçükömer, Cihat Burak... Düşünsem birkaç kişi daha bulurum. Vardığım noktadan memnunum. Evlendim, oğlum oldu, şimdi torunum da var. Karım kanserden öldü. Yalnız değilim ben yahu. Oğlum bankada çalışıyor. Dedesi baktı ona, büyüttü.

■ Siz ilgilenmediniz mi?
O daha iyi bakardı, bende para pul yoktu.

■ Hep fakir miydiniz? Şiirden para hiç kazanmadınız mı?
Yok canım. Şimdi ancak kazanıyorum, o da az. Yapı Kredi ile anlaşma yaptık, onlar kitapları basacaklar, masrafları ödeyecekler. Avucumla su içerdim ben. Mesela yılbaşı  eğlencelerine gitmem. İmkanlarım yoktu. Elektriği, suyu olmayan evlerde yaşadım  zaman zaman. Çengelköy' den karşıya geçecek param olmazdı. Hatta bir kere biri sordu, sen nasıl geçiniyorsun, dedi. Valla zor oluyor dedim.

■ Bir dönem Çanakkale'de yaşadınız...
Orada Belediye bana işçi kadrosu vermişti, SSK'da yatmıştım. Yürüme zorluğu olunca, Metin Üstündağ ve karısı beni buraya getirdiler. Bir yıldan fazla hastanelerde yattım. Bacağımı keseceklerdi sonra kurtardılar.

■ Huzurevine gelmeye nasıl karar verdiniz?
Çanakkale' deki evi kapattık. Burayı bulan Başbakan Ecevit. Hüsamettin Özkan'ı, Yüksel Yalova' yı, Gemici adında bir bakanı görevlendirmiş. Önce Maltepe huzurevindeydim. Ama sonra hastaneye gittim. Çünkü beni yanlışlıkla ölecek adamların yanına koymuşlar; altına yapanlar vardı. Ben kusmaya başladım. Mülkiyeliler el atmışlar. Burada iyi bakıyorlar. Yavaş yavaş yürümeye başladım, yürüteçle. Daha önce yürüyemiyordum. Okuyorum, yazıyorum.

■ Yazmak için neden Öküz'ü seçtiniz?
Sansür yok! Geçen yıl başka bir dergiden 28 Şubat'la ilgili bir yazı istemişlerdi. Esas duruş: Mülkün temelidir diye başlık attım.