La Bruyere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
La Bruyere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2011 Salı

Karakterler / Kadınlar Üzerine / La Bruyere


1 (I) Kadının değeri konusunda, kadınlarla erkekler nadiren anlaşırlar: Her ikisinin de ilgisi çok değişiktir;kadınların aralarında birbirlerinden hoşlanmamaları, er­keklere güzel görünmelerinden ötürüdür; onların erkek­lerde çeşitli şekillerde yarattıkları büyük tutkular, yine kendi aralarında nefret ve soğukluğa yol açar.

2 (I) Kimi kadının,  bakışlarından,  başını  çevirişinden, yürüyüşünden gelen ve öteye gidemeyen yapmacık bir büyüklüğü vardır; derine gidemediği için değer ve­rilmeyen ama yine de insanı etkileyen gösterişli bir zekâ­ya sahiptir o.  Kimi başka kadınlarda ise,  ne tavıra, ne yürüyüşe bağlı,kaynağını  gönülden alan, yaradılıştan gelme, sade ve doğal bir büyüklük görülür; alçakgönül­lülüğün bile gizleyemediği, görebilenin gözünden kaçma­yan, binbir erdemle dolu, gösterişsiz ama sağlam bir de­ğere sahiptirler onlar.

3 (I) On üç yaşından yirmi ikisine kadar kız ve de güzel bir kız olmayı, bu yaştan sonra da erkek olmayı dileyenleri gördüm.

4 (IV) Kimi genç kadınların, doğanın kendilerine he­diye ettiği nimetlerden haberleri yoktur; yaratıldıkları gibi görünmenin kendi çıkarlarına olduğunu bilemezler; kötü taklitlerle, yapmacıklı tavırlarla böylesine eşsiz ve ince olan Tanrı vergisini azaltmaya çalışırlar: Sesleri, yürüyüşleri ondan bundan kapmadır; yapmacıklı davranışlarıyla kendilerine yeni bir biçim verirler; aynaya baka­rak doğallıklarından yeteri kadar uzaklaşıp uzaklaşmadıklarını izlerler. Hoşa gitmemek için az buz sıkıntı çek­mezler onlar.

5 (VII) Kadınların süslenip boyanması, açıkçası dü­şünüşlerine pek aykırı düşmez; olduğu gibi görünmeme­nin, gizlenmenin, tanınmamanın anlamı, türlü kılıklara girmek, maskelenmektir; onların, dış görünüşleri üzeri­ne bakışları çekmeleri, yalancılık ve gerçeğe karşı gelmek olur.
Balıkları   baştan kuyruğa ölçmemiz gibi   kadınları da tepeden tırnağa süzerek yargılamalıyız.

6 (V) Kadınlar, sadece kendileri için güzel görünmek, süslenmek istiyorlarsa,   güzelleşmek ve süs eşyası, seçme bakımından kendi zevklerine uyabilirler; ama, amaçları kendilerini erkeklere beğendirmek, onlar için allıklanıp pudralanmaksa, ben tüm erkekler ya da çoğunun adına, bu beyaz pudra ve allıkların onları çok çirkinleştirdiğini, iğrenç, hale soktuğunu, kırmızılıkların onları değiştirip yaşlılaştırdığını söyleyeceğim.* Erkekler, düzgünlü, ya­lancı dişli, çeneleri balmumu içindeki kadınlardan hoş­lanmazlar, tiksinirler; onların, kendilerini çirkinleştir­mek için kullandıkları bu yapmacık şeylere karşıdırlar; kadınlar böylece Tanrı vergisine karşı gelmekle kalmaz­lar,  üstelik  bu,   erkekleri  kendilerinden uzaklaştırmak için kaçınılmaz bir neden olur.

(IV) Eğer kadınlar doğuştan böyle gözleri boyalı, yapmacık şeylerle tenlerinin tazeliği yitmiş olarak doğsalardı, halleri nice olurdu bilemem.

* O çağda seçkin hanımlar, yanaklarını çukurlaştırdığına aldırış etmeksizin, çürük dişlerinin yerine balmumu ko­yarlardı.

7 (VII) Süse düşkün bir kadın, güzel gözükme ve güzellik hakkında hiçbir düşüncesi yoktur: O, geçen za­mana ve yıllara, sadece başka kadınları buruşturup çirkinleştiren bir şeymiş gibi bakar; ne yapılsa yine de yaş­lılığın yüzde okunduğunu unutur. Kendisini gençliğinde güzelleştiren bir süsün şimdi onu çirkinleştirdiğini, yaş­lılığın kusurlarını büsbütün ortaya koyduğunu göremez. Ağrılar, ateşler içinde de olsa, hoş gözükmek, yapmacıklı olmak hevesi peşini bırakmaz onun: Süs püs, rengârenk kurdeleler içinde son nefesini verir.

8 (VII) Süsü püsü seven Lise, süse düşkün bir başka kadının, gene gençliğiyle övünen bir başkasıyla alay et­tiğini, farklık bir kadına yakışmayan süsler yaptığını işi­tir.  Oysa Lise, bu süslerin hepsini yapmaktadır; yılları on iki aydan az olarak hesaplar; kendisini hiç yaşlan­dırmadığını sanır; buna inanmış bir halde, aynada boya­nıp benler kondura dursun, gene de bir yaştan sonra gençlik taslamanın yersiz olduğunu düşünür. Clarice'in boyalar, benler içinde gerçekten gülünç olduğunu görür.

9 (IV) Kadınlar, âşıklarını bekliyorlarsa kendilerine çekidüzen verirler; ama âşıklar habersiz gelip onları bas­kına uğratırlarsa, kılıklarına aldırmazlar, oldukları gibi gözükürler onlara. İlgi duymadıkları kişilere ise, zaman­ları daha boldur;  düzensizliklerinin hemen farkına va­rırlar; ya onların karşılarında kendilerine çekidüzen ve­rirler ya da bir ara, yok olup süs püs içinde yeniden or­taya çıkarlar.

10 (I) Yüz güzelliği, seyredilebilen şeylerin en güze­lidir; sevgilinin, sesi ise uyumların en güzelidir.
  
11(IV) Hoşluk herkese göre değişir: Güzelliğe gelince, o kişisel zevk ve düşüncelerden daha gerçek ve daha bağımsızdır.

12 (I) İnsan, kimi üstün ve parlak değerdeki güzel­liklere öylesine tutulur ki onları seyretmek ve onlarla ko­nuşmak ona yeter.

13 (I) Güzel bir kadının, dürüst bir erkeğin nitelik­lerini taşıması kadar hoş bir karışım olamaz: Onda her iki cinsin tüm değerlerini bulursunuz,

14 (I) Bir genç kadının ağzından çıkan birkaç önemsiz söz, erkeği, kandırıp çileden çıkarabilir. Erkeklere ge­lince onlar hiçbir şey kaçırmazlar ağızlarından, okşayış­ları bile hiledir; konuşurlar, harekette bulunurlar, ilgi gösterirler, insanı fazla kandıramazlar,

15 (IV) Güzelliğe pek yakın olan kadın kaprisi, er­keklere kadınlardan fazla zarar gelmemesi için bir çeşit ilaçtır, panzehirdir.

16 (I) Kadınlar erkeklere, verdikleri önem ölçüsünde bağlıdırlar; aynı önem, erkekleri hastalıklarında iyileş­tirir.    

17 (I) Kadın, artık sevmediği bir erkeğin, bir zaman­lar kendisine verdiği önemi bile hatırlamaz olur.

18 (I) Tek âşığı olan kadın, kendisini asla şuh sanmaz; birçok âşığı olan kadın ancak şuh sanır kendisini. Tek kişiye bağlanarak şuhluktan kurtulan kadın, kötü seçim yapmasından ötürü herkes tarafından çılgın yerine konulur.

19 (IV) Eski bir âşık artık  öylesine önemsizdir ki, yerini kadının kocasına bırakmıştır; bu yeni koca da öy­lesine az sürekli olacaktır ki ortaya çıkan yeni bir âşık onun yerini alacaktır. Eski bir âşık, yeni rakibinin durumuna göre, ondan ya çekinecek ya da onu aşağı görecektir. Eski âşığa göre kocanın adı çok önemlidir: Bu du­rum olmasa o, çoktan ortadan yokoluverecektir.

20 (IV) Kadının şıklığı sanki, şuhluğunu artırır. Süs düşkünü bir erkek, çapkın erkeği bastırır. Böylece süs düşkünü bir erkekle şuh bir kadın, birbirlerine uyan bir çift olurlar.

21 (I) Çapkınlığın pek azı gizli kalır. Kadınların çoğu, kocalarının adından çok âşıklarınınkiyle nam ver­mişlerdir.

22 (V) Şuh bir kadın sevilmesini ister; süse düşkün bir kadın ise hoşa gitmekle yetinir. Birincisi, bir âşıktan ötekine atlar; ikincisi de hayranlarıyla vakit geçirir. Birinde tutku ve zevk üstün gelir;  ötekisinde gösteriş  ve yapmacık ağır basar. Şuhluk, gönül zaafı ya da belki de doğuştan kötü bir huydur; süse düşkünlükse, aklın bir düzensizliğidir. Süslü kadın kuşku yaratır; şuh kadın nefret doğurur. Bu iki yaradılışı tek kadında toplayınca, beterin beteri bir üçüncüsü çıkar ortaya.

23 (V) Hem kendisi hem de başkaları tarafından ku­suru eleştirilen; gönlü kafasına ağır basan; kusurundan kurtulmak isteyip de kurtulamayan ya da iş işten geç­tikten sonra kurtulan kadına, zayıf karakterli kadın denir.

24 (V) Vefasız kadın, artık sevgi taşımayan kadındır; hafif kadın,  birini bırakıp bir başkasını sevendir;  hercai kadın,  sevip sevmediğini, kimi sevdiğini bilemeyen­dir! İlgisiz kadında hiçbir şeyi sevmeyen kadındır.

25(V). Diyebilirim ki ihanet, kişinin tümüyle yalan­cı oluşudur: Kadında yalan, bir sözcüğü ya da yalancı bir davranışı yerli yerine yakıştırmak sanatıdır; kimi zaman da kadının yemin etmekte, sözünde durmamakta zor­luk çekmesidir.
Erkek, sevdiği kadının kendisine bağlı olmadığını biliyorsa, o kadın sadece sâdık değildir; ama sâdık bildiği halde bağlılık göstermezse, o artık ihanet etmiş bir kadın sayılır.
Kadınların bu ihanetinden erkekler yararlanarak: Kıskançlık hastalığından kurtulmuş olurlar.

26 (I) Kimi  kadınlar,  hayatlarında koparılması kadar gizlemesi de zor olan ilişkilere sahiptirler; birinde yasal sözleşme, ötekisinde de gönül eksiktir.

27 (I) Bir kadının güzelliğine, gençliğine, gururuna, erkekleri küçümsemesine bakarsak, onun bir gün gönlü­nü ancak bir yiğite kaptırabileceğini düşünürüz. Oysa, o seçimini çoktan yapmıştır: Akılsız sersem bir ucubeye tutulmuştur.

28 (I) Kötü huylarıyla   ya da karakteriyle, parasız gençlerin doğal yem yeri olan yaşı geçmiş kart kadınlar vardır. Bu işte, kime acımalı bilemem. Erkek düşkünü geçkin kadınlara mı? Yoksa yaşlı kadınlara muhtaç gençlere mi?

                                                  Görsel: TlalocTev


17 Nisan 2011 Pazar

Karakterler / La Bruyere


10 (IV) Konuşmada,  çeşitli yollar seçilir:   Kimi zaman, konuşmaya üşenir, susarız; kimi zaman da konular­dan uzak yersiz sorular sorar ya da budalaca cevaplar veririz; bazen de kişisel düşüncemizi ortaya koymak hevesiyle, baştanbaşa dikkat kesiliriz; ağızdan çıkan her sözcüğün üzerinde durup sözde nükteler yaparız; başkaları­nın göremedikleri gizlilikleri  ortaya: koyarak bir takım zariflik, incelik aramaya bakarız.

11 (IV) Kendine hayranlık duymak, nükteli olduğuna­ iyice inanmak, ancak bunları hiç sahip olmayanların ya da pek az olanların işidir. Böyle bir kimsenin konuş­ma yağmuruna tutulanın vay haline! Bu konuşmalarda, atılacak nice süslü cümleler, gözüküp te hemen kayboluveren başıboş sözcükler vardır! Bu tür kişilerin amacı, dinleyicilere hikâyeyi anlatmak değil, akıllarınca ustaca anlattıklarını göstermektir. Onların ağzında bu hikâye bir roman olur; kişileri kendi öz düşünüşleriyle, sözcükleriyle uzun uzun konuştururlar; parantezler açarlar: siz, zavallı dinleyici, artık ana konuyu unutur, ayrıntılara dalarsınız. O sırada biri yetişip de hikâyeyi yarıda kesmese, sizin ve anlatanın hali nice olur, bilemem.

14 (IV) Herkesin bindiği arabada ya da törenin bi­rinde yanınıza düşen şu yabancıyı bırakın konuşsun; onu dinlemek güç olacak ama çok  geçmeden  tanıyacaksınız kendisini: Adı nedir, nerede ve hangi memlekette oturur kaç parası vardır; kendisi, babası ne iş yapar; ana soyu, hısım akrabası kimlerdir; dostu, evinin armaları, hepsi
ortaya dökülür. Soylu bir kişi midir; şatosu, güzel eşyaları, atı arabası, uşakları var mıdır; hepsini öğrenecek­ siniz.

15 (I) Kimi inşan düşünmeden konuşur;  kimisi  de söylediklerine tatsız bir dikkati katar; onların, konuşma­ya harcadıkları zekâ çabası, rahatınızı kaçırır sizin. Bu konuşmalar, baştanbaşa söz dizileriyle, sıradan deyimlerle doludur, yoğrulmuştur; halleri, hareketleri de ölçülü­dür onların; düzgün konuşma merakına tutulmuşlar, iyi etki yapma sevdasındadır onlar. Bir sözcüğü bile rastgele söylemezler; ağızlarından bir tek çekici şey çıkmaz, hiçbir söz rahatça dökülmez: Konuşmaları düzgün ve sı­kıcıdır.

16 (I) Karşılıklı, konuşmanın anlamı, kendisini gös­termekten çok, başkalarının sizde bir şeyler bulabilmesidir. Sohbetinizden ayrılırken kendisinden ve zekâsından memnun kalan kişi, sizden de fazlasıyla memnun kalmış demektir. Oysa insanlar hayran kalmayı değil de kendi­lerinin hoşgörünmelerini isterler; onlar bilgi edinmek­ten, hatta zevk almaktan çok beğenilip alkışlanmayı is­terler; zevklerinin incesi, başkalarına zevk yermektir.

17. (I) Konuşmalarımızda olsun, yazılarımızda olsun hayallere fazla yer vermemeliyiz; çoğu zaman boş ve çocukça düşüncelere götüren bu imgeler, ne zevkimize bir şey katar, ne de bizi üstün kılar. Düşüncelerimiz, sağdu­yu ve mantık içinde, muhakemenin sonucu olmalıdır.

18 (I) Güzel konuşmak için yeterli bir zekâdan, susa­bilmek için de muhakemeden yoksun olmak, acıklı bir durum. Tüm küstahlıklar bundan doğar.

19 (IV) Bir şeye, alçak gönüllülükle iyi ya da kötü diyebilmek, ve bunun nedenini açıklayabilmek, ancak sağduyu ve güzel bir anlatımla olur. Bu, kolay bir iş de­ğildir. Oysa bir şeyin çok kötü ya da hârika oluşunu kesin bir dille söylemek, kısa ve olgunlukla bağdaşmayan bir yoldur.

20 (I) Konuşmalarda en ufak şeyler üzerinde durup, uzun uzun tatsız yeminler etmek, ne Tanrı ne de bu dün­ya için yararlıdır. Namuslu bir kişinin evet ya da hayır demesi, kendisine inanmamız için yeter; karakteri, ye­min yerine geçer, sözlerini inandırıcı kılar, kendisine her güveni sağlar.

21 (I) Durmadan namustan, dürüstlükten, kimseye zarar vermemekten, kötülüklerin başkasından çok kendisine gelmesini istemekten söz eden, herkesi buna inandırmak için yeminler eden bir kişi, iyi bir insanı taklit bile edemez.
Kötü insanın, kendi hakkında söylemeyi başardığı siteleri, iyi kişi, alçak gönüllülüğü ile bile söyletemez.

22 (V) Cleon, ya inançsız ya da gerçeğe az uygun ola­rak konuşur; kendisinin böyle yaratıldığını, düşündüğü gibi konuştuğunu da sözlerine ekler.

23 (V) Güzel konuşmak, rahat konuşmak, doğru ko­nuşmak, yerinde konuşmak diye birşey vardır. Ekmeği­ni bile güçlükle kazanan kişilerin önünde, o gün yediği nefis yemeklerden uzun uzun söz etmek; sakatların karşısında çok sağlıklı olduğunu söylemek; evsiz, yurtsuz, para­sız kişilere, zenginliğinden, gelirinden, eşyalarından söz açmak, yerinde konuşmamaktır. Bu tür konuşmalar onlara acı gelir; karşılaştırdıkları bu iki durumsa, iğrenç,

24 (VII) Euthyphron, size «zenginsiniz, zengin sayılırsınız; on bin frank gelire ve toprağa sahipsiniz; bu hoş birşey, en azından mutlu eder insanı» der. Bunu size söylerken, kendi gelirinin elli bin  olduğunu hiç düşünmez bunun bir mislinden daha  çoğunu hakettiğini sanır, her şeyinizi ölçer, biçer, vergilerinizi hesaplar; sizi daha üstün, hatta imrenilecek bir zenginliğe yakıştırınca da bunu söylemeden geçemez. Böylesine yersiz hesaplamalar ya da can sıkıcı karşılaştırmalar yapan sadece o değildir; yer yüzü, Euthyphron'larla doludur.

25 (V) Hep övmeye düşkün,  yaranmaya, abartmaya alışkın, biri, dinlemediği,  başkasından da işitmediği bir söylev hakkında, Theodeme'i, tebrike gelir:  dehasından tavırlarından, çokçası güçlü bir belleğe sahip oluşundan söz eder; oysa, Theodeme, bu konuşmada şaşırmış, hep duraklamıştır.

26 (IV) Kaba, kuşkulu, kendini beğenmiş kişiler vardır; başka bir yerde de görevli olmayan bu işsiz güçsüz insanlar, birkaç çift söz ettikten sonra sizi başlarından savmaya, sizden kurtulmaya bakarlar, öyle ki siz. daha sözünüzü   bitirmeden   onlar  yerlerinden  kalkmış, çıkıp gitmişlerdir. Bu tür insanlar saygısızlıkta, sizi alıkoyan iç sıkıcı kişilerden hiç de geri kalmazlar; belki biraz daha az can sıkıcıdırlar.

27 (V) Bazı  kişiler,   konuşmakla  insanı   aşağılamak arasında bir ayrılık görmezler. Bu çeşit kişiler, insanı iğnelerler,  zehirlerler;  kin dolu bir  konuşmaları  vardır alay etme, horgörme, çatma, sanki dudaklarından salya gibi dökülür. Onlar, doğuştan dilsiz ya da budala olsalardı belki de daha yararlı olurlardı; canlılıkları, akıllı oluşları daha az zarar verirdi. Onlar, çoğu zaman sert cevap vermekle de yetinmezler, küstahça saldırırlar size; orada bulunanlara, bulunmayanlara ağızlarına geleni söylerler; sağa, sola, öne koçlar gibi taslarlar; koçların boynuzsuz olabilmelerini isteyebilir miyiz? İşte böylesine katı, yabani, yola gelmez kişilerin de iyileşmesi umutsuzdur. Tek çare, onları uzaktan görür görmez, arkamıza bile bakmadan oradan kaçmaktır.

28 (V) Kimi yaradılış ve karakterdeki kişilerle asla senli benli olmamak gerekir;: onlardan elden geldiği ka­dar az yakınmalıyız; hatta kendimizi savunmaya bile hak duymamalıyız.

29 (V) Biri haklı, öteki haksız iki kişi arasındaki kav­gaya tanık olan kimselerin çoğu, ya yargılanmaktan kaçınarak ya da bana yersiz görünen bir mizaçtan ötürü, kavga edenlerin ikisini de suçlarlar; bu durumdan önem­li bir ders almak ve aynı budalaca hataya düşmemek için tek çare, budala batıda ise bizim doğuya kaçmamızdır.