Ruhumu görmez misin, durur yoğun, yakın
sessizliğe bürünmüş, önünde tam
Olgunlaşmaz mı bakışında Mayıs duam,
bir ağaçta olgunlaşırcasına
Sen nice ki düş görürsün, düşüm ben sana.
Nice ki sen uyanırsın, ben isteminim;
ve hakanıyım bütün görkemlerin
ve yıldız sessizliğince büyümekteyim
taa üstünde eşsiz zaman kentinin.
Sessizliğim ben iki ses arasındaki,
İşçileriz biz: çırak, kalfa, usta, her çalışan;
kurarız seni, ulu katedral, beraber.
Ağırbaşlı bir yolcu gelir bazan
geçer parıltı gibi ruhlarımızdan,
gösterir bize titreyerek yeni bir hüner.
Seni anlamak isterim bense
yerin seni anladığınca;
ben olgunlaştıkça
olgunlaşır
ülkense.
Senden gösteriler dilemem
kanıtlaman için kendini.
Bilirim ki hem
bir tutmak olmaz seni
zamanla.
Sen bütün nesnelerin en derin özüsün,
varlığının gizini suskuyla saklayan;
ve her birine başka türlü görünürsün:
karaya gemi gibi, gemiyeyse liman.
artık bütün evler açıktır her gelene
ve her yerde bir özveri geniş alabildiğine
belirler aramızdaki davranışları.
22 Nisan 2020 Çarşamba
Saatler Kitabından / R. M. Rilke
20 Ağustos 2019 Salı
O Kendini Çağırınca / Cemil Yüksel
sen her şeyi camdan seçiyorsun Nuri
elindeki kesiklerin hikayesi bu
sesini bulmuş bir diş gıcırtısı rüyanda
yukarıdan bırakılmış bir misket ne kadar kırılırsa
kendine doğru yuvarlanmak geçmek bilmiyor
Nuri oluk oluk beyazlar seni seçiyor
23 Mayıs 2019 Perşembe
Düş Birliği / Cemil Yüksel
ellerime bakıp buldukların savaş
yıkıntısı delik deşik bomboş
acıyı düşen bir çocuk gibi kucaklar
kaldırırsın ey merhamet
kara lastiklerinde yolculukları
biriktirmiş eski bir bisiklet Eskişehir'de
bağlı uzun zamandır yağmur pas ve
beklemekten kovulmamış
o bisikleti hatırlamayı söz
vermiştin her durduğunda
ne diye gelmiştik biz bunca yolu
hangi nedenin kışıydı bu
numarası verilip sıralardan
kovulmuş gibi yapayalnızdık
"görüyorsun gündüzler yaşamak,
geceler pişman olmak için"
bahçeleri ne kısa sevdik çiçekleri
hoplatan sevinçlerden korkarak
kıvrılan ne varsa kağıt kesiği
hınçla trenlere zorla bindirilmiş
biliyoruz ki geçmiyor hemen gülün
parlatan iğnesinden akan ısırık
kendini açmaya yol bulmuş
dudakların bir tayı hazırlıyor toprağa
biliyoruz işte taşıdığını ellerin
bile bile kök tutmaz bayrağını
"hayat öylece sızıp kaldığımız
bir yatak" işte çıplak ve ütüsüz
uyandım seni bildim közleri üfler
gibi dağınıklıklardan
parlak neşen vardı karanlığında
katılmaya istekli gürültü
düş birliği tarafından yakalanmış
fotoğraflara asılı
sırtından vurulmak için açılan
çıplaklık düşen yaprak sessizliği
tam şuramıza doğru çıkıyorum
mırıltılarla bu şarkı en sevdiğin
susamadım acıkmadım dediğinde de
bildim gövdende kurulan hazırlığı
batıyor artık yutkundukça sevgisi
pürüzlü bir ağaç gövdesi gibi
hatırla bir bağı dolduran nedir
üzümleri ve ılıklığın huzuruyla
konuşur su süt ve beyaz dökülür
üstüne kullanarak ağzını
ağzın diyorum en ilkel mağarası
konuştuklarının
iniltilerini taşıyor fısıltılarla
sözcüklerin arasından
farkındasın.
23 Nisan 2019 Salı
Çılgın Hüzünlü / Turgut Uyar
çünkü yaşamak gibi bir şeydi yaptığı
anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü
akşamın dinginliğini otluyordu o zaman
anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü
akşamın dinginliğini otluyordu o zaman
her sabah denize çıkar, bir elma yerdi
hüznünü ve çılgınlığını elmanın
gözünü yumsan ağzında duyarsın
hüznünü ve çılgınlığını elmanın
gözünü yumsan ağzında duyarsın
ellerine bakma artık
çünkü kar yağıyor
çılgın hüzünlü
çünkü kar yağıyor
çılgın hüzünlü
büyük kentleri düşünse de rahatlasa
işte her şey nasıl haince karıştırılmış
kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde
saatin sonunda meydan
suyun sonu ilerde
böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum
çılgın ve hüzünlü
işte her şey nasıl haince karıştırılmış
kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde
saatin sonunda meydan
suyun sonu ilerde
böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum
çılgın ve hüzünlü
çünkü bakışları yazda geçmiş bir geceyi andırıyor
yaşanmış mı temmuzda mı belli değil
çılgın ya da hüzünlü
yaşanmış mı temmuzda mı belli değil
çılgın ya da hüzünlü
şimdi dolaşıp duruyor aramızda
kıpkırmızı bir duygu olarak
doğudan batıya bir güz halinde
çılgın ve hüzünlü
kıpkırmızı bir duygu olarak
doğudan batıya bir güz halinde
çılgın ve hüzünlü
biraz dağ yollarını öğrenmesi gerek sanırım
kahırçeker mekkâri katırları gibi
onlar ki hiçbir şeyleri yok
korkunca çılgın sevinince hüzünlü
kahırçeker mekkâri katırları gibi
onlar ki hiçbir şeyleri yok
korkunca çılgın sevinince hüzünlü
kar dindi
gerçekten dindi
ellerine bakabilirsin artık.
gerçekten dindi
ellerine bakabilirsin artık.
18 Nisan 2019 Perşembe
Sezai Karakoç
"Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yâr vardır
Yoktan da vardan da öte bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır"
16 Nisan 2019 Salı
Dikkatin Gelişimi / Red Hawk
Her avare esintiye kapılırız,
hayatlarımız daimi bir dikkat dağınıklığıdır
tam önümüzde duran şeyi bile görmemizi engelleyen,
bakışlarımız hep yarındadır, öyle ki
bugünün güzelliğini kaçırırız.
Ama birkaç kişi vardır ki bilirler,
ilahi'nin kapısına giden yol
bir şimdiye-Dikkat geliştirmekten geçer
tam karşımda duranın
ne olduğunu görebilme hünerinden.
Harvardlı doğabilimci Louis Agassiz'e
sordular bir defasında, yaz tatilinde
ne yaptınız diye.
Çok uzaklara seyahat ettim
dedi. Ona sordular, ne kadar uzağa
Ta yarısına
kadar gittim
arka bahçemin, diye yanıt verdi.
(Red Hawk. Wreckage, 154)
15 Nisan 2019 Pazartesi
Kelimeler Eylem Değildir / Red Hawk
özellikle
de üniversitede,
kim
iyi bir konuşma yapsa
veya
dergilere uzun bir makale yazsa,
bu onu
eylem insanı yapar sanırlardı.
Kızılderililer
işin doğrusunu bilirdi.
Bir
savaşçı savaşa gitmeden önce
konuşmazdı.
Diğerleriyle
beraber terleme çadırına girer;
davul
çalıp şarkı söyler dua ederdi.
Ardından
üç gün boyunca inzivaya çekilirdi,
ölümüne
hazırlardı kalbini.
Gitmeye
hazır, dışarı çıktığında,
kadını
balta ile yayını uzatırdı ona.
Tek
kelime konuşulmazdı.
Bazıları
ölü bazıları ağır yaralı dönerdi.
Büyük
bir ateş yakılırdı; herkes toplanırdı
savaş
hikayelerini dinlemeye.
Savaşçılar
güler gülerdi,
birbirlerine
şakalar yaparak,
olup
bitenlere dair gerçek hikayeler anlatarak.
Yaraların
iyileşeceğini,
Kuşların
ölülerle besleneceğini bilirlerdi.
Kızılderililerin
bir lafı vardı:
kelimeler
yere düşer
köpeğin
boku gibi;
ameller
göğe yükselir
bedenden
ayrılan ruh gibi.
(Red Hawk. SioıLX Dog
Dance, 37)
27 Mart 2019 Çarşamba
Lao Tzu - Bilinmeyen Öğretiler
Benlik, ormanda sapanla atış yapan bir maymundur.
Duyuların egemenliğiyle büyülenmiş;
Bir tutkudan diğerine,
Bir çatışmadan diğerine,
Ben-merkezli bir düşünceden diğerine uçar durur.
Onu tehdit edecek olursan yaşamı için korkuya düşecektir.
Bırak maymunu, gitsin.
Bırak duyuları, gitsinler.
Bırak tutkuları, gitsinler.
Bırak çatışmaları, gitsinler.
Bırak düşünceleri, gitsin.
Bırak yaşam ve ölüm kurgusunu, gitsin.
Yalnızca merkezde kal; seyrederek.
Ve sonra, orada olduğunu da unut.
25 Şubat 2019 Pazartesi
Philippe Presles - Freud'u İlgilendirmeyen Her Şey
Bununla birlikte, Frans de Waall gibi etologların primatlar üzerine eserlerini okuyunca büyük maymunların oldukça yetenekli olduklarını görmezden gelemeyiz. Onlarla aramızda büyük benzerlikler, hatta söz konusu bonobolar olunca, toplumsal alanda üstünlük göze çarpmakta: Bizler gibi bonobolar da kavga edip didişirler, ancak çok daha hoşgörülü davranır ve daha çabuk barışırlar. Grubun bütünlüğünün temelinde cinsellik yatar ve cinselliğe bizden çok daha fazla zaman ayırırlar! İnsanlar gibi, yüz yüze oldukları pozisyonu tercih eder ve ilişki sırasında göz teması ararlar.
Bonobolardan ünlü yıldızlar da çıkmıştır: Doğumundan beri bir insan ailesi (Sue Savage-Rumbaugh ve kocası) tarafından, Atlanta'daki Georgia Devlet Üniversitesi dil araştırmaları merkezinde büyütülen Kanzi gibi. Kanzi, sadece koruyucularının sözlerini anlamayı değil, fiiller, isimler ve sıfatlar belirten simge veya şekillerle kendini ifade etmeyi de öğrenmiştir. Böylece Kanzi gerekli işaretleri parmakla göstererek cümleler kurar. Daha sonra Pambanişa gibi başka genç bonobolar da yüzlerce işaretten oluşan Yerkish dilini öğrenmişlerdir.
Başka bir deyişle, bir bebek maymun annesinin taşla ceviz kırdığını görse de, annesi ona bunun nasıl yapılacağını hiçbir zaman göstermeyecek, hata yaparsa düzeltmeyecektir. Bebek her şeyi taklit ederek, ne tür bir taş kullanacağını arayarak, ondan önce annesinin yaptığı hataları tekrarlayarak tek başına öğrenecektir. Bir yetişkin kısa bir sürede ona öğretebileceği sağlam tekniği edinmesi altı yılını alacaktır. Maymunlar, ne derece gelişmiş olurlarsa olsunlar, şimdiki zamanı o kadar yoğun yaşarlar ki,gelecek zamanı kavrayacak yetileri kalmaz, örneğin yavrularının biraz eğitimle çok daha hızlı öğreneceklerini anlayacak kadar yakın bir geleceği bile. Onların bilgiyi aktarmayı ve eğitmeyi bilmemesi, aramızdaki büyük farkı oluşturur.
Gene de insanın bu gözlemden doğan üstünlük duygusuna kendini kaptırmaması gerek: ileride göreceğimiz gibi, her ne kadar maymunlar bizimki gibi üstün bir bilince sahip olmadıklarından, yaşadıkları anın içinde hapis olsalar da, yaşları ilerledikçe o mutlak şimdiki zamanın hakimi haline gelirler, bizler bu alanda onların tırnağı bile olamayız. Örneğin, maymunlar
on kadar nesnenin yerini hemen, bir saniyeden kısa bir sürede, ezberleyebilir, oysa biz aynı sürede 4-5 tanesini güç bela hatırlayabiliriz.
Uzun süreli bir ateş yakmak için onu canlı tutmak gerekir. Bir başka şart ise, ateş yakmak için oduna ve havaya ihtiyaç olduğunu anlamaktır. Odun olmazsa ateş söner, hava olmazsa, boğulur... Homo erectus bunu anlamadan önce savana veya ormanlarda kendiliğinden çıkan birçok yangın izlemiş olmalıdır. Tüm hayvanlar içgüdüsel olarak ateşten kaçtıklarına göre, önce korkusunun üstesinden gelmesi gerekmiştir, bu da meraklı yapısının önemini gösterir. Sonra çalı çırpıyla denemeler yapmış, sonra da ateşi taşımaya çalışmıştır. Daha sonrasında ise odun stoklarını ve ateşin sürekli yanacağı ocakları geliştirilmesinin uzun hikayesini düşünebiliriz. En sonunda sadece ateşi yakma değil, canlı tutma ve taşıma tekniği de geliştirilmiştir.
Doğayı gözlemlemek, bir olguyu kavramak, ateş ocağını ve odun stokunu hazırlayacak kadar geleceği düşünebilmeyi gerektirdiğinden, demek ki ateş büyük deha gerektiren bir buluş. Tüm bunlar yüksek bir farkındalık seviyesi, yani gelişmiş bir bilinç yapısı gerektirir.
Burada her bir çocuğun bilince ulaşmak için kendi başına ne kadar yol kat etmesi gerektiğini de kavrarız, zira daha önce gördüğümüz gibi, bilince kavuşmak, çocuğun insanlığın sahip olduğu farkındalığa eriştiği ikinci bir doğum gibidir. Çocukluk her insanın tarihöncesidir bir bakıma. Tarihöncesi ilk insanlardan bu yana sürekli zenginleşen kültürümüz sayesinde, tüm insanlık tarihi her çocuğun bilinç sıçramasına adeta bir tramplen oluşturur.
Yirminci yüzyıl başlarının büyük Fransız psikoloğu Pierre Janet , çağrışımların bir tarihçinin çalışmasına benzer bir şekilde işlediğini vurgular (anlatılar, çıkarsamalar, vs.)
Aynı yönde, sinirbilimi uzmanı Gerald Edelman hayvanlar alemini nitelendiren birincil bilincin "geçmişi ve şimdiki zamanıyla bir kişi olma anlayışını içermediğini" doğrular.
Oliver Sacks, bazıları kendi öykülerinin ucunu kaçırmış olan hastalarını gözlemleyerek bu yaklaşıma somut örnekler getirir ve "kendimiz olabilmemiz için bir yaşam öykümüz olmalı ... Bir insanın kimliğini, onu oluşturan benliğini korumak için bu sürekli içsel anlatıya ihtiyacı vardır" der.
Bu da bize, Boris Cyrulnik'in dediği gibi, "geçmişin temsilinin şimdiki zamanın ürünü" olduğunu ve 4 yaşındaki bir çocuğun şimdisinde kendi hikayesinde anlatacağı bir başka ben olmadığını doğrular. İçsel diyalogun oluşması için gerekli olan
Öteki-benlik henüz biçimlenmemiştir.
Anılarla olduğu gibi, 5-7 yaştan önce çocuğun kendi ölümünün bilincinde olmadığını gözlemek mümkündür. Bazıları çocuğun kendini ölümsüz zannettiğini bile söyler, aslında onun hiçbir şekilde zaman içinde sınır kavramı yoktur: ne ölümlüdür ne de ölümsüz, o sadece sürekli olarak şimdiki zamanda yaşar.
5 Şubat 2019 Salı
Kaplanı Uyandırmak / Ann Frederick, Peter A. Levine
Eylemlerin sonuca ulaştırılarak
tamamlanmaları gerekir. Başlangıç noktaları ne olursa olsun sonu güzel
olacaktır. Bir eylem ancak tamamlanamadığında değersiz sayılır.
Jean Genet, "Hırsızın Günlüğü"
Nerede olursak olalım, arkamızdan koşan
gölge kesinlikle dört-ayaklıdır.
Clarissa Pinkola Estes'in
"Kurtlarla Koşan Kadınlar" adlı kitabından
alıntı.
.. . zihnimiz hala en karanlık
Afrikasına ve henüz haritası bile çizilmemiş Borneo ve Amazon havzalarına
sahip. Aldous Huxley
Kan dolaşımının sesini kulaklarımızda
duyduğumuz gibi, dünyaya dair gördükleri son şey bir panterin gözleri olan
milyonlarca maymunun gece yarısı çığlıklarının izlerini de sinir sistemimizde
taşırız. Paul Shephard
Birbirini tamamlayan üç sistemden oluşan
beynimiz sık sık üçü bir arada beyin olarak adlandırılır.
Bu üç bölüm yaygın olarak bilinen
adlarıyla sürüngen beyni (içgüdüsel beyin), memeli beyni ya da limbik beyin
(duygusal beyin) ve insan beyni ya da neokorteks beyin (mantıksal beyin) olarak
sıralanabilir.
Doğa donma tepkisini iyiliğimiz için
icat etmiş. Öncelikle bu hayatta kalmak için bir son-çare stratejisi olarak
hizmet eder. Bunu ölü numarası yapmak olarak düşünürseniz daha iyi
anlayabilirsiniz.
Tıpkı bir ateş böceğinin ateşe çekildiği
gibi biz de bilmeden tekrar tekrar travma tuzağından bizi kurtarma olasılığı
bulunan durumlar yaratabiliyoruz ama doğru araç gereç ve kaynaklara sahip
olmadığımızdan birçoğumuz başarısız oluyoruz. Ne yazık ki sonuçta birçoğumuz
korku ve anksiyete yüzünden kalbura dönüyor ve asla kendimizi bu dünyada tam
olarak evimizde hissedemiyor, kendi kendimizle rahat olamıyoruz.
Neyse ki, travma semptomlarını yaratan
aynı yoğun enerjiler olması gerektiği gibi devreye sokulup harekete
geçirildiklerinde, travmayı dönüştürüp bizi iyileşmenin, hakimiyetin ve bilgeliğin
yeni irtifalarına taşıyabiliyorlar. Çözülen travma, bizi doğal dünyanın medcezirine,
armonisine, sevgisine ve şefkatine geri döndüren harika bir armağandır.
Korkularımızdan ve semptomlarımızdan
özgürleşmek için yapmamız gereken şey derin fizyolojik kaynaklarımızı
uyandırarak bunları bilinçli bir şekilde kullanmaktır. İçgüdüsel tepkilerimizin
rotasını, olana karşı tepkisel hareket eden yapıdan (reaktif) olası tehlikelere
karşı önlem alan bir yapıya (proaktif) doğru değiştirme gücüne sahip olduğumuza
dair bilgisizliğimizi sürdürürsek, hareketsizliğe mahkum, acıya hapsolmuş
olarak yaşamaya devam ederiz.
Pencereyi açık zannederek uçarak dışarı
çıkmak isteyen bir kuş pencereye tosladığında afallamış ve hatta ölmüş gibi
görünür. Kuşun pencereye çakılışını gören bir çocuk ise yaralı hayvandan uzak
durmakta zorlanır. Meraktan ya da ilgi duyduğundan veya yardım etmek arzusuyla
kuşu eline almak isteyebilir. Çocuğun ellerinin sıcaklığı kuşun normal fonksiyonlarına
geri dönmesini kolaylaştırır. Kuşun titremeye başlaması ise yeniden çevresine
yönelmeye başladığının işaretidir. Dengesine kavuşmak için hafifçe
sendeleyebilir ve sonra çevresine bakar. Eğer titreme ve yeniden yönelme
sürecini geçebilmesine engel olacak kadar fiziksel hasar görmemişse, söz konusu
hareketsizlik etabının içinden geçerek sanki hiç travmatize olmamış gibi uçmaya
devam eder. Söz konusu titreme engellendiğinde hayvanlar ciddi sıkıntı
yaşayabilirler. Eğer biraz önceki örneğimizdeki çocuk, hayat belirtileri gösterdiği
sırada kuşu okşamaya başlasaydı, yeniden yönelme süreci hasar görebilir ve
böylece kuş şok sürecine geri dönmek zorunda kalabilirdi. Boşalma sürecinin
tekrar tekrar engellendiği durumlarda, takip eden süreçlerin her birinin süresi
uzar. Bunun sonucunda kuş korkudan ölebilir - bunun nedeni kendi çaresizliği
altında ezilmiş olmasıdır.
Biz insanlar donma tepkisi nedeniyle
sıkışıp kalan enerjinin boşalmamasından dolayı nadiren ölsek de, bu olgu bizim
ciddi ıstırap çekmemize neden olur. Travma geçiren bir gazi, bir tecavüz
kurbanı, suistimale uğramış bir çocuk, örnekteki antilop ve kuş hepsi de
kendilerini aşan yoğun baskı hissettiren ezici durumlarla karşı karşıya kalmış
oluyorlar. Kendilerini "savaş ya da kaç" seçimlerinden birine
yöneltmeyi beceremediklerinde ise donuyor ya da yıkılıyorlar. Bu enerjiyi boşaltabilenler
ise kendilerini toparlayabiliyorlar. Biz insanlar hayvanların her zaman
yaptığını yaparak donma tepkisini aşmaktansa, gittikçe artan dizi dizi
yıpratıcı semptomla ifade edilen geriye dönük bir sarmala gireriz.
Travmanın içinden geçmek için ihtiyaç
duyduğumuz şey ise, sükun güven ve çocuğun ellerinin nazik sıcaklığında kuşa
sunulan korumaya benzer bir korumadır. Doğadan olduğu kadar arkadaşlarımızdan
ve akrabalarımızdan da destek almaya ihtiyaç duyarız. Bu destek ve bağ
sayesinde bizi tamamlanmaya, bütün olmaya ve en nihayet huzura götüren doğal
sürece güvenmeye ve onu onurlandırmaya başlayabiliriz.
Geçmişte yaşanmış olayları
değiştirmemizin mümkün olmadığını ve bunları değiştirmemize gerek de olmadığını
anlamamız gerekiyor. Yaşanmış travmaya ait semptomlar ilgili enerji örnekleri
ve kaybedilmiş derslerdir. Şimdiki zamanda var olmayı öğrendiğimizde, geçmiş
sorun olmaktan çıkar, içinde bulunulan her an yeni ve yaratıcıdır. Yapmamız
gereken tek şey şimdiki zamanda var olan semptomlarımızı iyileştirmek ve
ilerlemeye devam etmek. İyileştiren bir an, ileriye ve geriye doğru dalga dalga
yayılır ve yeniden sağlığımıza kavuşuruz.
Bunun sonucunda da
çoğumuz doğal, içgüdüsel benliklerimizden ayrı düşüyoruz özellikle de hayvan
olmayı aşağılamak yerine gururla taşıyan yanımızdan kopuyoruz. Kendimizi nasıl
görürsek görelim, en temel anlamda biz kelimenin tam anlamıyla insan
hayvanlarız. Bugün karşı karşıya kaldığımız temel mücadeleler kendiliğinden
nispeten hızlı gelişmiş olmakla birlikte, sinir sistemlerimiz böyle bir
değişiklik konusunda çok daha ağır kalmakta. Doğal benlikleriyle daha yakın
temas içinde olan insanların travma söz konusu olduğunda başlarına gelenle daha
iyi baş etmeleri tesadüf değildir. Bu ilkel içgüdüsel benliğe ait kaynaklara
kolayca ulaşamayan kişiler bedenleriyle ruhlarını birbirine yabancılaştırırlar.
Çoğumuz kendimizi havyan olarak görmez ya da deneyimlemeyiz. Ama içgüdülerimiz ve
doğal tepkilerimiz aracılığıyla yaşamadığımızda tam olarak insan da olamayız.
Ne hayvan ne de tam olarak insan olabildiğimiz bir arafta var olmak bir dizi
problemle karşı karşıya kalmamıza neden olur, bunlardan biri de travmaya müsait
oluşumuz yani travmadan kolay etkilenmemizdir.
Medusa mitinde
anlatıldığı üzere, dosdoğru bu tanrıçanın gözlerinin içine bakan, aniden taş
kesilir. Travma konusunda da durum budur. Eğer travmayla bodoslamadan karşı
karşıya gelmeye girişirsek, o ana kadar bize yaptığını yapmayı sürdürür - bizi
korkunun içinde dondurarak hareketsiz kılmaya devam eder. Perseus, Medusa'yı
ele geçirmeye gitmeden önce Athena tarafından bu Gorgon'un gözünün içine
bakmaması gerektiği konusunda uyarılır. Tanrıça'nın bu gücünü dikkate alan
Perseus, kalkanını kullanarak Medusa'nın görüntüsünü ona geri yansıtır ve
nihayet başını kesmeyi başarır.
İşte bunun gibi travmanın
hakkından gelmek için gereken çözüm onunla doğrudan karşı karşıya kalmakta
değil, içgüdüsel tepkilerimize akseden yansıması üzerinde çalışmaktadır. Travma
insanı o kadar çok kilitler ki, travmatize olmuş kişiler takıntılı bir şekilde
travmaya odaklanmaktan kendilerini alamazlar. Böyle olduğunda ne yazık ki yenik
düştükleri durum onları tekrar tekrar mağlup etmeye devam eder. Bedensel duyumsamalarımız
travmayı nerede yaşadığımızı yansıtan ve bizi içgüdüsel kaynaklarımıza götürmek
üzere hizmet veren birer rehber olabilirler. Bu kaynaklar bize yırtıcı
hayvanlardan ve diğer saldırgan düşmanlardan korunma gücü veriyor. Hepimiz bu içgüdüsel
kaynaklara sahibiz. Bu kaynaklarımıza ulaşmayı öğrendikten sonra artık
travmalarımızı yansıtıp iyileştirmek için kendi kalkanlarımızı yaratabiliriz.
Rüyalarda, efsanevi
öykülerde ve kadim anlatılarda, insan bedeninin ve onun içgüdüsel yapısının
evrensel sembollerinden biri de attır. İlginç olan bir şey de, Medusa
öldürüldüğünde bedeninden iki şeyin meydana gelmesi ve bunlardan birinin kanatlı
at Pegasus diğerinin ise altın kılıçlı savaşçı Chrysaor olmasıdır. Daha uygun
bir metafor bulunamazdı. Mitolojik kahramanların nihai savunma silahı olan
kılıç mutlak gerçeği sembolize eder. Netlik ve zafer ifadesidir; olağan dışı
zorlukların üstesinden gelindiğini ve nihai çözüme ulaşıldığını, her şeye çare
bulacak kaynaklara sahip olunduğunu anlatır. At ise içgüdüsel topraklanmayı
temsil ederken kanatlar hareket, yükselme ve toprağa bağlı varlığın üzerine
çıkarak ilerleme imgesi oluşturur. At içgüdüleri ve bedeni temsil ettiğine
göre, kanatlı atın da vücut bulma aracılığıyla meydana gelen dönüşümü ifade
ettiğini söyleyebiliriz. Hem kanatlı at, hem de altın kılıç, travmatize olmuş
kişilerin kendi Medusalarını yenme süreçlerinde keşfettikleri kaynakları gayet
güzel anlatan birer semboldür.
18 Ocak 2019 Cuma
Büyük Gece / Rainer Maria Rilke
Kaç kez hayretle baktım sana,
başlangıcı düne ait
bir
pencereden,
öylece durdum ve hayretle baktım.
Yeni kent, benim için
yasak kent gibiydi
henüz, ve inatçı
manzara kararmaktaydı;
sanki
ben,
hiç yoktum . En yakınımdaki nesneler
bile çabalamıyordu
anlaşılır
olmak uğruna. Yol, sokak lambasını itip geçiyordu,
yabancıydı. Sonra
ötede-bir oda, hissedilebilen ve lambanın ışığıyla
aydınlanmış-,
ramak kalmıştı katılmama,
anlayıp kapattılar pencereleri.
Durdum. Bir çocuk ağladı ardından. Biliyordum güçlerinin
nelere
yettiğini
çepeçevre evlerdeki bütün
annelerin-, ama bütün
o
ağlamaların nasıl
teselli bulmaz dertlerden
doğduğunu da biliyordum.
Şarkı söylemekteydi bir ses,
beklentilerin de bir
nebze
ötesine
sarkarak, ya da
aşağılarda bir ihtiyar koyuveriyordu sitem dolu
öksürüklerini, acımayı bilen
bir dünyanın karşısında haklı olan,
kendi bedeniymişçesine. Sonra
bir saat vurdu-, geç kaldım
saymakta,
yanımdan yuvarlanıp gitti.-
Tıpkı bir yabancı oğlan
çocuğu gibi, hani sokakta
topu
değil,
ama
kendisi yakalanan, başkalarının
birbirleriyle onca oynadıklarından
hiçbirini oynamasına izin
verilmeyen bir çocuğun durup
başka yere
-nereye?- bakması gibi, durdum, ve ansızın,
anladım ki, sendin
benimle oynayan, ey
yetişkin gece,
ve o
zaman hayretle baktım
sana. Kulelerin öfkelendikleri,
kadere dönüşmüş bir kentin
beni kuşattığı, sır vermez dağların
meydan okudukları ve
yakın çevrede, duygularımın
o rastlantılara
bağlı kıvılcımlarını açgözlü
bir yabanlığın küIlendirdiği
yerde :-
evet, ey büyük gece,
bir ayıp değildi senin
için beni tanıman.
Soluğun
üstümden geçti. Engin
ciddiyetlere yayılmış gülümsemen
ise, benliğime işledi.
TESLİM olmak istiyorum.
Yayıl yayılabildiğin kadar
Sen değil misin
bir çobanın yüzünü, bitip
tükenmeyen
hanedanların taşındığı kraliçe
rahimlerinde, soyluluğun
ve gelecekteki cesaretlerin
taçlı başlara kazandırabildikleri
ifadelerden daha görkemli
kılan? Kalyonların sessiz
oymalarını taşıyan şaşkın
tahtalar, dilsiz bir inatla
açılmakta
direndikleri deniz evreninin
yüz çizgilerini alabildikten
sonra, o zaman
neden,
evet neden, ey acımasız
gece, hissetmeyi bilen,
isteyen
biri, kendini açan
biri, sonunda neden
benzemesin sana?
(Geceye Yazılan Şiirler)
26 Aralık 2018 Çarşamba
Rainer Maria Rilke / Orpheus'a Soneler
XXIX
SUSKUN dostu sayısız uzakların, hisset,
soluğun nasıl da çoğaltıyor mekanı.
Çatı kirişlerinin karanlığında asılı
çanlar çalsın senin uğruna. Neyse seni
kemiren, güçlü olur bu doyumdan da.
Değişime bırak büsbütün kendini.
Nedir senin en acı veren deneyimin?
Şarap ol, içmenin tadı acı geliyorsa.
Aş tüm sınırları bu gecede;
sihirli güç ol düşüncelerinin yol ayrımında;
anlamı ol garip karşılaşmalarının.
Eğer seni bu yeryüzü unutursa,
de ki sessiz duran toprağa: Ben akıyorum.
Hızla akan suya da: Ben varım.
Rainer Maria Rilke
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)