Sözünü etmek
istediğim yeni bakış açısı, Georg Simmel’in yazdığı bazı denemelerden, felsefe
aracılığıyla aklıma geldi. Simmel’in burada parmak bastığı ve çok uzun zamandan
beri birçok açıdan ayrıntılı bir biçimde özellikle de kadınların yanını tutarak
işlenmiş olan nokta şudur: Bütün kültürümüz, bir erkek kültürüdür. Devlet,
yasalar, ahlâk, din ve bilim hep erkeklerin yaratısı olmuştur. Simmel bütün bu
olgulardan başka yazarların yaptığı gibi, kadınların aşağılık olduğu sonucunu
çıkartmaz tersine her şeyden önce erkek kültürü kavramına önemli bir genişlik
ve derinlik kazandırır. “Genelde sanatın gerekleri, yurtseverlik. ahlâk; özelde
toplumsal düşünceler; kılgısal yargılarda doğruluk kuramsal bilgilerde
nesnellik; yaşam enerjisi ve derinliği — biçim ve hak olarak sanki tüm
insanlığa aitmiş gibi görünen bütün bu sınıflandırmalar, aslında tarihsel
görünüş açısından tepeden tırnağa erildir. Mutlak düşünceler olarak bakılan bu
şeyleri tek bir sözcükle, “nesnene tanımladığımızı düşünürsek, o zaman
soyumuzun tarihinde nesnel eril denkleminin geçerli olduğunu görebiliriz.”
Burada Simmel,
“Cinsiyet farklılıklarından doğan, yansız olmayan,tersine temelde kendiliğinden
eril olan" kadın ve erkek doğası değerleri hakkında, insanların
kestirimlerde bulunmasına yol açan belirli ölçütlerin, tarihsel olguların
tanınmasındaki güçlüğün nedeni olduğunu düşünür... İçine cinsiyet sorununun
girmediği bütünüyle “insana özgü” bir kültürün varlığına inanmıyoruz, çünkü bir
dilde aynı sözcüğün her iki kavram içinde kullanılmasına yol açan “insan”
kavramıyla “erkek” kavramının (deyim yerindeyse) çocukça bir anlayışla, özdeş
tutulması böyle bir kültürün gerçekten var olmasını engeller. Kültürümüzün
temelindeki eril niteliğin kökeninin cinslerin asal yapısından mı yoksa kültür
sorunuyla hiçbir bağlantısı olmayan erkeklerin belirli güç üstünlüğünden mi
kaynaklandığını şimdilik üstü kapalı geçiyorum. Ne de birçok değişik alanda
üstün başarı kazanan kadınlar için “erkek gibi deyimi övgü niteliğinde
kullanılırken, yetersiz kalınan işlerde küçümseyerek “kadın gibi” sözcüğünün
kullanılış nedeni budur".
Bütün bilimler ve
değerlendirmeler gibi, kadınların ruhsal yapısı da şimdiye kadar hep erkeklerin
bakış açısından ele alınmıştır. Erkeğin, nesnel geçerliliği doğuran üstün
konumunun, onun kadınlarla öznel ve duygusal ilişkilerine bağlanması
kaçınılmazdır; Delius’a göre de, kadının ruhsal yapısı şimdiye kadar hep
aslında erkeklerin arzularıyla düş kırıklıklarının birikimi olmuştur.
Bu durumda çok önemli
bir başka etmen de, kadınların kendilerini erkeklerin isteklerine uydurması ve
bu uyumu da sanki kendi asıl doğalarıymış gibi kabul etmeleridir. Yani,
kendilerine erkeklerin onları görmek istediği biçimde bakarlar ya da
bakmışlardır; kadınlar erkek düşüncesinin aşıladıklarına bilinçsiz olarak boyun
eğerler.Yaratılışımızın, düşüncelerimizin ve yaptığımız işlerin erkek
ölçütlerine ne ölçüde boyun eğdiğini açıklığa kavuşturursak, o zaman bu düşünce
biçimini kökten sarsmanın, hem kadınlar hem de erkekler için ne denli zor
olduğunu da görüp kavrayabiliriz.
Öyleyse sorun,
çözümsel ruhbilimin, araştırmalarına konu olarak kadını aldığı zaman söz konusu
düşünüş biçiminden ne denli etkilendiğidir; çünkü salt erkek gelişiminin,
doğalı buymuş gibi, açıkça irdelendiği evreyi henüz geride bırakamamıştır.
Başka bir deyişle, bu sorun, çözümlemenin bize tanımladığı gibi, kadınların
evriminin nereye kadar erkek ölçütleriyle değerlendirileceği ve dolayısıyla
ortaya çıkan görüntünün gerçek kadın doğasını ne ölçüde doğrulukla yansıtmayı
başaracağıdır.Eğer soruma bu açıdan bakarsak, ilk izlenimimiz son derece
şaşırtıcıdır. Kadın gelişiminin şimdiki çözümsel tanımlamaları (doğru olsun
olmasın) erkek çocuğun kızlar hakkındaki örneksel düşüncelerinden kıl payı
ayrılmaz.
Erkek çocuğun
kızlarla ilgili düşüncelerini çok iyi biliyoruz. Bu nedenle bunları birkaç kısa
cümlecikle tanımlayacak ve bir karşılaştırma yapılabilsin diye kadın
gelişimiyle ilgili düşüncelerimi bunların karşısına yerleştireceğim.
Resim:Adolfo Estrada
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder