30 Kasım 2017 Perşembe

Birisi Var / Cemil Yüksel

gözlerini yeniden bulmuş gibiyiz içimizde
daha yaşını yeni almış bir çocuk gibi
ayağa kalkmayı deneyerek güç alan
ve durmakla öğrenmiş yürümekteki sevinci
ışığını yeniden bulmuş gibi hareketlerin
incecik duruyor eriyen bir mumum etrafında

acıyı buluyoruz koyu derinliği nice yarada 
ütülere yapışan etleri ayırırcasına kemiğe kadar
uzun bir iyileşmeyle üfler bilgisini ruhumuza 
ve sonra beklemediğin bir anda getirir
iki çocuk karşılaştığında parlayan güneşi

bazı şeyler, o şeylerin içinde her şeydir 
haldir, kelimesi bulunmamıştır daha 
bir şair bunu dener, durmadan yeni bir örgü
kelime ve anlamı ilmekleyerek iki ters bir düz
şaşırmanın gözlerini yeniden bulmak için içimizde

O gözlerle göründüğünde tanırız
apaçık, parlak ve naif şimdiyi
yumuşak bir beyazlığa dolarız annelerden
doğmak gibi yayılır bir sütün ılıklığı.

gözlerden açılmaya konmuş çiçekler gibiyiz
en uzun denizlere ve ufka bakmaya doğru
karşılarız kendimizi tam burada olmaya. 

22 Kasım 2017 Çarşamba

Philippe Presles - Freud'u İlgilendirmeyen Her Şey

Bilinç Sıçraması Belirtileri Arayışı

     Bilinç ilk anılarımızla ve çok yoğun farkındalık anlarıyla biçimlenir içimizde. Böyle güçlü anlardan birine tanık olmamı, o zamanlar altı yaşında olan büyük oğluma borçluyum. Oğlum bana yaşımla ve elli yıl sonra olacağım yaşla ilgili sorular sorduktan sonra birden bir gün öleceğimin acımasızca bilincine vardı. .. Ardından ikimizin de yaşamını bir anda alt üst edecek soru geldi: "Sonra da ... Ben mi?" Hayatımda ender olarak kendimi bu kadar kötü hissettim. Ortaya çıkan sahne çok güçlü duygular ve sonsuz endişe yüklüydü. Uzun bir tereddütten sonra, çocuğumun kararlı ısrarı karşısında cevap verdim: "Evet, sonra da sen." "Ama o zaman, her şeyi kaybedeceğim ! " diye bağırdı oğlum kendi kollarını kopartmak istercesine sıkarak, "Her şeyi, kaslarımı, evimi, oyunlarımı, ailemi, her şeyi." Anladım ki, biz insanlar, hepimiz, insanoğlu var olduğundan beri bu benzersiz deneyimden, bu düşüşten geçiyoruz ve o gün yaşamımızın anlamı tamamen değişiyor. Öncesinde yaşam bir gün evren okyanusuna karışana kadar izlediğimiz bir nehir gibidir. İlk anılarımızla beraber bilinç sıçramasını oluşturan bu deneyimden sonra ise tufan başlar, yaşam nehrimiz taşar, "en yüksek dağları"' kaplayan bir sele dönüşür ve kendimizi yaşam okyanusunun ortasında buluruz: her şey mümkündür artık, herkes her yöne gidebilir, her istediğini yapabilir. Her birimiz yeni bir Nuh'uzdur, kendi dünyamızı yaratıp kendi benzersiz hikayemizi kurabiliriz.

Bilincimin Hayatımı Kurtardığı Gün

     Bilince olan tutkum, oğlumla yaşadığım ve sıçrama kavramını sezdiğim olaydan çok öncesine dayanır. Başlangıcı yaşamımın en güçlü anlarından birine bağlıyorum; on yaşındaydım ve ailem Senegal'e taşınırken ben eğitimimi askeri okulda yatılı olarak sürdürmek üzere tek başıma Fransa'ya dönüyordum. Hostes beni yerime oturtup her şeyin yolunda gideceğini açıklarken, Dakar' dan Paris'e giden uçağın koca bir yıl boyunca beni ailemden, annemden, kardeşlerimden, babamdan ayıracağını biliyordum. 

     Onlarla kucaklaşalı yarım saat olmuştu bile ve uçağın camından bakıyordum. Kendimi hayat tarafından oyuna getirilmiş hissediyordum.Bir sınav kazanma sonucunda ailesini kaybetmek: Bu ne saçma bir başarı ! Aynı zamanda çocukluğumun Afrika'sını, tropiklerin güzelliğini, dalgalarla oynanan oyunları ve Gore adasında köpeğimle gezmeyi de kaybediyordum. Tepemdeki bagaj bölmesine baktım, valizim orada duruyordu. O kadar küçüktü ki ... Katlanmış bir yağmurluk, bir kazak, iki beyaz gömlek, bir lacivert pantolon ve beni karşılayacak olan kuzenler için bir hediye. Valiz o kadar küçük, gökyüzünden izlediğim Dünya o kadar büyüktü ki kendimi kaderimin altında ezilmiş, minnacık görüyordum. İlk kez kendimi yalnız hissediyordum, gerçekten yapayalnız. İşte o gün bir bilincimin olduğunun ve bunun yaşamın özünü oluşturduğunu fark ettim. O ana kadar omuzlarımda yüzmenin veya güneşin hazzını taşıyordum.
Anılarım vardı, sayısız anım, ve sevdiklerimden uzakta yeni bir hayatım. Şimdiyse yaşamımın kendi elimde olduğunun bilincindeydim. Çocukluğum artık bitmişti.

      Tıp eğitimim sırasında, üçüncü yılımda, istemeden gene yoğun bir bilinç anı yaşadım. O gün, düşüncelerime tamamen dalmış, otomatik hareketlerle tamirat yapıyordum. Birden, dalgınlıkla, kendimi her iki elimde bir elektrik teli tutarken buldum. Bir kolumdan diğerine geçerken elektrik göğsümü sıkıştırarak nefes almamı veya bağırmamı engelliyor, bükülü kollarımı gövdeme yapıştırıyordu. Bu katil telleri koparmak imkansızdı. .. Resmen ölüyordum.

     İşte o anda, içimden bir sesin büyük bir sessizlikle son derece sakin bir şekilde konuştuğunu duydum: "Ne oluyor bana? Çarpılıyorum. Telleri koparmak imkansız. Öleceğim". Oldukça uzun gelen bir süre sonra, "bacakların işliyor hala" diye devam etti ses. Ve yan odaya doğru koşmaya başladım, peşimden gelemeyecek kadar kısa teller ellerimden koptu. Korku daha sonra belirdi, çığlıklar ve acıyla. Ellerim kemiklere kadar yanmıştı, sırtım o kadar gerilime maruz kalmıştı ki korkunç ağrıyordu.
      İstemeden uç noktada bir bilinç anı yaşamıştım ve bu beni derinden etkilemişti : Bilincim hayatımı kurtarmıştı. Eğer kendimle konuşamasaydım, durumu anlayamayacak ve postu kurtaramayacaktım. O olaydan sonra kendimi bilincin uç noktalarında yaşananları anlamaya adadım ve ilk olarak bu anların hiç bilimsel araştırma konusu yapılmamış olduğunu fark ettim, tek bir istisna dışında: komadan çıkabilmiş olanların aktardığı ölüme yakın deneyimler'. Oysa tanıkların benim elektrik çarpması maceram gibi yoğun anılar aktardığı uç noktalarda yaşanmış birçok farklı olay vardır. Bir trafik kazasında, Vietnam'da savaşın göbeğinde, bir boğulma durumunda veya derin bunalımın ortasında, bilinçleri tarafından kurtarılmış çok sayıda insanla söyleşiler yaptım. 
     Gözlemlediğim bir diğer şey ise, çok yoğun yaşanan başka durumların da bize olağanüstü bilinç anları yaşatabileceği idi. Bu gözlem beni çok sayıda şampiyon sporcu ve sanatçı ile sportif başarıları veya sahne performansları hakkında konuşmaya itti. Aynı nedenle her dinden inananlara ve Budist rahiplere de ibadet ve meditasyonlarının yaşanmışlığı üzerine sorular yönelttim.
     Bilincimizin uç noktalarda yaşanan durumlardaki inanılmaz potansiyelini -biz buna xxx diyelim- hedef alan bu diğer arayış, kitabın ikinci yolculuğunun konusu olacaktır. Söz konusu deneyimlerin bilincin genel işleyişini anlamaya yarayacak ortak özellikleri olduğunu keşfetmemi sağlayan bu arayış, bilincimizin çoğu zaman öngörülemeyen potansiyelini de kavramamıza yol açar...

2 Kasım 2017 Perşembe

Bilişsel Terapide Direncin Aşılması / Robert L. Leahy


Bilişsel Direnç Modelleri

Ellis'in Modeli

Albert Ellis'in modeline göre dirençte, işlevsel olmayan mevcut düşünce tarzlarının rolü büyüktür. Ellis direncin, "gereklilikler", düşük hayal kırıklığı toleransı, gerçekçi olmayan inançlar, mutlakçı düşünme ve diğer "irrasyonel inanışların" bir sonucu olduğunu ileri sürer. Ellis' in yaklaşımına göre hasta irrasyonel düşünme tarzı ile doğrudan yüzleştirilmelidir. Böylelikle, hasta ilerleme kaydedebilmek için onca mantık dışı inanışlarını terk etmesinin ya da onlardan "feragat etmesinin" bir zorunluluk olduğunun farkına varmalıdır.

Ellis' e göre hastanın sahip olduğu irrasyonel inanışların çoğu, örneğin "Ben değersizim" şeklinde kuruduğu cümleler bir anlam ifade etmezler. Ona göre, bazı kavramlar, örneğin "değersizlik" deneysel olarak ispatlanamaz. 

Ellis' e göre hastalar; terapide kendilerine verilen tavsiyeleri başkalarına da yaymaya çalışma, düşünce durdurmayı kullanma ve irrasyonel düşüncelere meydan okuyan-şarkılar söylemeleri yönünde teşvik edilmelidir. 


Ellis' in dirence meydan okumada "dinç" ve "zorlayıcı" bir tavır içinde olunması gerektiğini savunuyor.Çoğu terapist yüzleştirmeci yaklaşımın, hastalarında daha fazla dirence yol açmaktan başka bir işe yaramayacağını düşünebilir. Yüzleştirmeci yaklaşım hastada dirence yol açan bazı fikirlerin sabitleşmesine neden olur. (Yazarın notu bunu daha ilerleyen kısımlarda açıklamaya çalışacağı üzerine)

                                                                Burns' ün Modeli

Burns özellikle hastaların ev ödevlerini yerine getirmemesi üzerine odaklanır. İnançların fayda ve zararlarını değerlendirme, doğrulayıcı delillerin  varlığını sorgulama, alternatif düşünme ve inançları test etmeyi sağlayacak deneyler düzenleme gibi bilişsel terapi tekniklerini kullanarak terapist bu inanışlardan her biri ile mücadele edebilir.

Depresyondaki hastaların sahip olduğu otomatik düşüncelerden pek çoğu, değişime dirence örnek verilebilecek niteliktedir. Falcılık ( Bu yöntem işe yaramayacak) ya hep ya hiç düşüncesi (Ben hiçbir konuda başarılı olamam), olumlu gelişmeleri önemsememek (Burada biraz iyileşme olsa bile, çok önemli değil) veya etiketleme (Ben kaybedenlerdenim, o zaman neden kendimi yorayım ki?) gibi otomatik düşünceler bunlardan bazılarıdır.


                                                                Beck' in Şema Modeli

Depresif şemalar kayıp, yoksunluk ve başarısızlık üzerine yoğunlaşırken, anksiyete şemaları dikkati, benliğin değer verilen boyutlarına yönelik tehditler üzerine toplar. Örneğin çaresizlik ve terk edilme şeması olan bağımlı bir kişi, bir ilişki içinde olduğu sürece oldukça iyi bir işlevsellik seviyesi yakalayabilir. Fakat ilişkisi bozulduğunda, çaresizlik ve terk edilme hassasiyetleri yüzünden depresyona girer. Çaresizlik şemasından dolayı, bağımsız bir işlevsellik hasta için imkansız görünür. 

                                                             .............................

Bilişsel terapi dikkatin, akılcı bir yaklaşımla, şimdi ve burada aktif sorun çözme üzerine odaklanmasını "talep eder." 
Hasta için daha ilkel işlevsellik dönemlerine geri dönmek için bir fırsat olarak terapinin görülmesi veya "serbest çağrışımların" dillendirilmesi yerine, bilişsel terapi hastaya sorumluluk yükleme gibi sosyal talebi olan bir yöntemdir. Bu kurallar terapisti yargılayıcı bir konuma yerleştirmez fakat amaç prosedüre dair klavuz kurallar belirlemektir.  Bu klavuz kurallarla, hastanın kendi başına sorunlarını çözecek yetkinlik ve bağımsızlığa ulaşması ve terapide etkinlik ve verimliliğin arttırılması hedeflenmektedir.

                                                             Davranışçı Müdahaleler

Örneğin, yalnızlıktan şikayet eden ve zamanın büyük kısmını yaşadığı dairede tek başına geçirdiğini söyleyen bir hastaya, kaçınma hakkındaki davranışçı model öğretilebilir:

"Dışarı çıkıp, insanlarla görüşmekten kaçınmanızın etkilerini gelin birlikte inceleyelim. Ne zaman dairenizden çıkmayı düşünseniz, kendinizi gergin hissetmeye başlarsınız. Kapıya çıktığınızda ise anksiyetiniz daha da artar.Peki, geri dönüp dairenize girer ve gecenin geri kalan kısmını evde televizyon izleyerek geçirirseniz ne olur? Anksiyetiniz azalır - kendinizi daha az gergin hissedersiniz. Anksiyetinizdeki bu azalma, sizin için bir ödül işlevi görür- her kaçınmanızda, gerginliğinizin azalması ile ödüllendirilirsiniz."
"Örneğin her kendinizi gergin hissettiğinizde bir şeyler içmeye karar verdiğinizi düşünelim. Ne olur? Zamanla, kendinizi kendinizi gergin hissettiğinizde içmeye alışırsınız. Hafta içinde her geçen gün daha çok içmeye başlarsınız ve bir gün artık alkolik olmuşsunuzdur. Yani eğer yalnızlığın üstesinden gelmek istiyorsanız, kendinizi gergin hissettiren şeyleri yapmayı öğrenmelisiniz."

Not: Bu tarz kitapları psikanaliz-terapi-hasta döngüsünü bir okuyucu olarak okurken belirli bir yönde (yani bazı modeller ve eğitimler almış kişilerin bakış açısından ve deneyimlerinden geldiği gözeterek)  tanımlanmış "hasta" tanımını daha çok "bir kişi" olarak okumak yabancı-uzak hali daha yakına doğru çekebilmektedir. Kişinin tek tip bir laboratuvarda incelenmek zorunda bırakılmadan bir çok deneyime ait parçalar bütününe ait olduğu kanısı daha güçlüdür. Hayat en güçlü deneydir. 
O kişiler hem biraz "biz" hemde biraz değilizdir..Kendi kayıp parçalarını bulmaya yaklaşmış ve görme kapasitelerini arttırabilmiş kişiler için güzel aynalardır bunlar. Öncelikle ne gösterdiklerinden çok gösterebilme becerileri olmasından dolayı...Sonra neyi gösterdiklerini inceleyebiliriz...İyi okumalar...