Şiirlerinizin iyi olup olmadığını soruyorsunuz. Bana yöneltiyorsunuz bu soruyu. Daha önce başkalarına yönelttiniz. Dergilere yolluyorsunuz şiirlerinizi. Onları başka şiirlerle karşılaştırıyorsunuz ve kimi dergilerin yazı işleri kurullarının şiirlerinizi geri çevirmeleri sizi tedirgin ediyor. Mademki bir öğüt için başvurdunuz bana, size bu gibi girişimlerden tümüyle el çekmenizi söyleyeceğim. Gözlerinizi dışarlara çevirmişsiniz; ama işte şu an, en başta vazgeçmeniz gereken şey. Kimse size akıl veremez ve yardım edemez, hiç kimse.Tek çıkar yol, gözlerinizi kendi içinize çevirmenizdir.
31 Mayıs 2017 Çarşamba
10 Nisan 2017 Pazartesi
Aşçıları Dışarı Çıkarın / Cemil Yüksel
aşçıları dışarı
çıkarın hiçliği nakliye eden evlerden
kapıları sökün
vurulmuş kuşları gömeceğiz açıklıklara
sulayın pazartesileri,
reddine karar verilmiştir ölülerin
kül tablası gibi kokan
bir bezle silinmiş yüzünüzde
aylıktan kesme
cezasına koyun kararlarınızı
hor kullanılmış
ellerinizi sevin küçük mobolarda
güvenlik kısmen iptal
edilmiştir dünya evinde
15.10 da kalkacak bir
vapurla sözleşin mesela
insanlar tutamaz
sözleri
çünki hiç tatmamıştır
açıklığı vapurlar gibi
uçsuz gözlerinizi
çekin kurma koluyla
dünya için edinilmiş ilk silahtır gözleriniz
dünya için edinilmiş ilk silahtır gözleriniz
göğe hoplayın içinizde
bir bulutun ipi
bir gün bütün ölümler
sevinçle uğurlanacak
aşçıları dışarı
çıkarın
açlığı doyuracakmış
büyük sözleri.
9 Ocak 2017 Pazartesi
Philip Gowins / Sufizm
"Günümüze ayak uydurmuş bir ruhaniyeti ortaya çıkartmaya çalışıyorum. Babamın aktardıklarını izleyerek, inanıyorum ki varlığımızı en yüksek potansiyeline ulaştırmak için gayemizi keşfederek ve içimizden doğan güce, içimizdeki inanca izin vererek bu gayeyi geliştirecek cesareti kazanmamız gerekiyor. Bu hem hayat gayemizi bilmeyi, hem de vücut, akıl ve duygu açısından kendimizin efendisi olmamızı ya da kendimizi disipline etmemizi gerektiriyor. Hedeflerimize ulaşmak adına içgüdülerimizi baskılamak yerine, neşe ve heves içinde onları yönetiyor ve yönlendiriyoruz. Hayatın tersliklerini ayakbağı olarak görmektense, onları yaratıcı gücümüzü keşfetmek ve geliştirmek için bir fırsat olarak görüyoruz. Tüm dinlerde bahsedildiği ve Hz. isa'nın hayatında açıkça görüldüğü gibi acıyı neşeye dönüş- türüyoruz. Bu acı çekmeyi reddetmek değil, aksine kabul etmek, böylece hayatının efendisi olmak için gereken gücü kazanmaktır.
Şimdi, hepimizin, ne kadar zor olursa olsun,
kin ve önyargılarımızı bırakmaya davet edildiğimize inanıyorum. Bireysel kin en
yüksek gayemize varmamıza ayak bağı olurken; toplu kin, savaşlara sebep olur.
En içten hedefim, temasta olduklarıma, şekil farklarının ardındaki gaye
ortaklığını anlayarak, tüm dünya dinleri için hürmet ve hoşgörümü sunmaktır. insanların
ve kültürlerin arasındaki farklılıkları ve güzellikleri anlayarak,
farklılıkların ve ayrımların ötesine geçmeye ve her insanın onuru için tüm
bedellere göğüs germek gerektiğine inanıyorum."
26 Eylül 2016 Pazartesi
Şiir / Rıdvan Sözener
İyi
insanlar her zaman yenilmiştir.
Annesini
görünce bir bebek
nasıl
bırakırsa elindekileri. Gösterir bunu biraz.
Biraz
da bir kuşun düşmesi uçup dururken
bir
adamın bunu farketmesi...
Güzel
insanlar her yerde yenilmiştir.
Gençkızların
kırlardaki durumu anlatır bunu biraz.
Biraz
da evdeki çiçeklerle dertleşen kadınlar...
Yenilmek
iyidir
Her
defasında daha güzel yenilmek arzusuyla.
Yenilmek
güzeldir
Her defasında daha iyi
yenilmek umuduyla.
Dergah Dergisi / Sayı 131
30 Mayıs 2016 Pazartesi
Gidilmeyen Yol / Robert Frost
Sarı
bir ormanda ikiye ayrıldı yolum,
İkisinden
birden gidemediğim ve yoldaki
Tek yolcu
olduğum için üzgün, uzun uzun
Baktım
görene kadar birinci yolun
Otlar
çalılar arasında kıvrıldığı yeri;
Sonra
öbürüne gittim, o kadar iyiydi o da,
Ve belki
çimenlik olduğu, aşınmak istediğinden
Gidilmeye
daha çok hakkı vardı; oysa
Ordan
gelip geçenler iki yolu da
Eş ölçüde
aşındırmıştı hemen hemen,
Ve o
sabah ikisi de uzanıyordu birbiri gibi
Hiçbir
adımın karartmadığı yaprakların içinde,
Ah,
başka bir güne sakladım yolların ilkini!
Ama bilerek
her yolun yeni bir yol getirdiğini,
Merak
ettim, başa dönecek miyim diye.
İç geçirerek
anlatacağım bunu ben,
Nice
yaşlar nice çağlar sonra bir yerde:
Bir
ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben-
Ben
gittim daha az geçilmişinden,
Ve bütün
farkı yaratan bu oldu işte.
Çeviri: Selahattin Özpalabıyıklar
14 Nisan 2016 Perşembe
8 / Cemil Yüksel
bunların hepsini sen
planladın değil mi?
bu yağmuru yağdırıp,
bulutları çizdin koyu koyu
aramıza bir soğukluğu aldın koydun çok hızlıca
tek dokunuşla bira
şişesinin kendini kırması gibi
bir yanıt ararken,
tesadüf zihnin kaplıca suları
karşılıyor dünyaya çıktığı kaynağı.
karşılıyor dünyaya çıktığı kaynağı.
sağanakta şemsiye altında üç
kişi
ıslanmak sadece bir
kişi için imkansız
bazen sıtmalar tutar
gibi olunur
bazen bazı duvar
diplerini ısıtan küçük bir ilgidir
tramvaylarda birbirini
özenle dinleyen
olgun çocuklar gibi
alıp yerleştirdin
hemen ön koltuğa
giyinip çıkmış gibi
kendine doğru yakınlığı
gözlerinden,
kalbinden, dudaklarından çıkardın
kapkara ve kırmızı
öpücüklerle iç yüzünü
bunların hepsini sen
planladın değil mi?
bahar uzanmış gibi kollarından
sulara
vapurlar gibi Kadıköy Karaköy arası
upuzun sekiz saat
ıslanmış sessizlikten.
bölüp
başlamak ortasından geceyi
küçülen bir hayal gibi tadıyoruz
iki kulağın duymak için eğildiği dikkati.
iki kulağın duymak için eğildiği dikkati.
kelimeleri dışarıda bırakan kabul
neşe katarak büyütüyor çiçeklerini
inanmıyorum buna, sen
planladın değil mi?
7 Şubat 2016 Pazar
Bir Rüzgar Bir Dalga / Cemil Yüksel
kalınabilir, yarısı sulara
gömülü gövdesiyle
bir deniz kıyısında, yarı ıslak yarı kuru bir canlı gibi.
bir deniz kıyısında, yarı ıslak yarı kuru bir canlı gibi.
bilmek istedikçe, dipleri eşeleyen huzursuzluk ve
20 Ocak 2016 Çarşamba
31 Aralık 2015 Perşembe
Jiddu Krishnamurti / Ahmaklık
Tıpkı bunun gibi ben ahmağın biriysem ve ben zeki olacağım diye çabalıyorsam işte bu zeki olma çabası ahmaklığın ta kendisidir; Çünkü önemli olan şey ahmaklığımı anlamamdır. Zeki olmaya ne kadar çalışırsam çalışayım kendimi ahmaklıktan kurtaramam, olsa olsa yüzeysel bir cila yapabilirim. Bir şeyler öğrenebilir, kitaplardan alıntılar yapabilir, ezberden ünlü yazarların kitaplarından bölümler okuyabilirim ama böyle yaparak bu cilanın altındaki ahmaklığımı gideremem. Eğer ahmaklığın günlük yaşamımda nerede ve nasıl ortaya çıktığını görebilirsem, benden altta olanlara nasıl davrandığımı, komşularıma karşı olan tutumumu, zenginlerle, fakirlerle, görevlilerle olan ilişkilerimdeki tutumumu izleyebilirsem, bu ilişkilerdeki tutumumun, davranışlarımın bilincinde olmak zihnimi çepeçevre saran ahmaklık kabuğunda bir çatlak oluşturabilir.
Bir kere deneyin, kendinizi
altınızda olanlarla konuşurken, yüksek bir görevliye olağanüstü saygı
gösterirken, size hiçbir çıkar sağlayamayacak kimselere karşı saygısız
tutumunuz içinde izleyiniz, o zaman ne kadar ahmak olduğunuzu görmeye
başlayacaksınız. Ahmaklığınızı anladığınız zaman zekâ, duyarlık, incelik hepsi
kendiliğinden gelecektir. Sizin duyarlı olmaya, ince olmaya çalışmanız gerekmeyecektir.
Bir şey olmaya çalışan kimse çirkin bir insandır. Böyle bir kimse kaba ve
duyarsızdır.
30 Aralık 2015 Çarşamba
Can Yücel / Sevgi Duvarı
Sen
miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
21 Ağustos 2015 Cuma
Bir / Cemil Yüksel
sessizlik dolar avuç içi ağırlığıyla
saçların ayrılık bağı üzümlerle bir
başakları sarartan güneşin bakışı
güneş görür, güneş gözle bir
yanmakla uzar o keskin kokusu sarının
yanmak azaltır aşkın acıyı
siyah duman leke cayır cayır hepsi bir
cehennem kayar bir yumurta gibi içinden
kim gelir oturursa üstüne sıcak
derviş hırkası gibi üstünde serinlik
yayılır etrafa gül ve diken
konuşması bir.
25 Haziran 2015 Perşembe
Ben / Red Hawk
Kendini gözlemlemenin dört
temel ilkesi şunlardır:
1) Yargılamaksızın: Bu,
anlaşılması en zor ilkedir. Zihin yargıçtır, sürekli olarak hayatımdaki
herkesi, her olayı ve her şeyi yargılar. Bilgiyi dosyalamak/depolamak için
yargılar. Hayatımda yer alan bütün insanları, olayları ve şeyleri iki büyük
kategori de genelleştirerek yapar bunu: sevme//sevmeme (ya da iyi//kötü — vb. )
Daha sonra etiketleyip dosyalayabilmek için hayatımdaki her bir şeyi
ilişkilendirerek (karşılaştırma ve kıyaslama) sürekli olarak yargılar. Ayrıca
kendim ile eylem arasında bir ayrım olduğu yanılsaması yaratmak için
eylemlerimin her birini yargılar: Kötü sözler sarf ederim, ardından bu sözleri
yargılarım ve böyle yaparak, yargılanan eylemden ayrı olduğum yanılsaması
yaratırım.
Suçlamanın
olduğu an, suçlanan şeyden kendini ayrı tutmak da vardır. Bu şekilde,
davranışımı görüp hissetmekten ve onun tüm sorumluluğunu üstlenmekten,
davranışımı sahiplenmekten korurum kendimi. Yargılama kendime karşı kör kalmamı
sağlar. Üstelik, bana söylediklerini ya kabul ederek ya da reddederek, bu
yargılama sürecine tümüyle inanırım. Her iki şekilde de ben yargılanma
süreciyle “tanımlanmışımdır” (= “ben o olmuşumdur”). O yönetir, ben de hiç
sorgulamadan itaat ederim.
Bu
nedenle, hiç yargılamadan gözlemleme, dikkati sürekli olarak bedensel-
duyumsamada * tutmak anlamına gelir; bedende sabit ve kıpırdamadan kalmak,
bedeni rahatlatmak ve sürecin zamanla yok olmasına izin vermektir.
Zihin-duygu-karmaşası, içinde bulunulan durumun gerektirmediği herhangi bir
hareketi tetiklediğinde, düşüncenin ve/veya duygunun bana dikkati bedensel duyumsama
üzerinde tutup dengelememi hatırlatmasına izin veririm - düşünceyi ya da
duyguyu durdurmaya çalışmadan (onunla özdeşleşmeden) bedenin içinde kalırım:
kendimi bulur, bedeni idare ederim. Ardından onun peşinden gitmediğim ya da dikkati esir etmesine izin vermediğim zaman, düşünce/duygu enerjisine ne olduğuna bakarım. Avcının takip ettiği bir geyiğin uzun çimenler arasında saklanması gibi, zihin-duygu-karmaşasının kendi alışılagelmiş, köklü amaçları için (kalıplarını yenilemek ve/veya sürdürmek için) dikkati ele geçirip tüketmek istediği bir durumun ortasında, dikkati tamamen dingin, sabit, durağan ve sakin bırakırım.
Sürekliliğin kuralı şudur: Beslenmeyen şey zayıflar; beslenen şey gittikçe daha da güçlenir. Zihin-duygu-karmaşası ya dikkatle beslenir ve gittikçe güçlenir (bu sırada dikkat gitgide zayıflar, her esintiden nem kapar, kolayca dağılır ve her düşünce/duygu parazitine kapılır); ya da dikkat, zihin-duygu-karmaşasıyla beslenir ve gittikçe güçlenir, daha sağlamlaşır, daha uzun sürelerle sabit durumda kalmayı, dikkat dağıtıcı şeylerden uzak durmayı, özgür kalmayı ve en şiddetli zihinsel//duygusal fırtınalardan sağlam çıkmayı becerebilir. Olgun ruhun amacı* bedenin ölüm anında bile özgür ve sağlam bir dikkattir. Ruh, dikkattir; o dikkatini vermez, o dikkatin (bilincin) kendisidir. Ben, dikkatimdir.
Sürekliliğin kuralı şudur: Beslenmeyen şey zayıflar; beslenen şey gittikçe daha da güçlenir. Zihin-duygu-karmaşası ya dikkatle beslenir ve gittikçe güçlenir (bu sırada dikkat gitgide zayıflar, her esintiden nem kapar, kolayca dağılır ve her düşünce/duygu parazitine kapılır); ya da dikkat, zihin-duygu-karmaşasıyla beslenir ve gittikçe güçlenir, daha sağlamlaşır, daha uzun sürelerle sabit durumda kalmayı, dikkat dağıtıcı şeylerden uzak durmayı, özgür kalmayı ve en şiddetli zihinsel//duygusal fırtınalardan sağlam çıkmayı becerebilir. Olgun ruhun amacı* bedenin ölüm anında bile özgür ve sağlam bir dikkattir. Ruh, dikkattir; o dikkatini vermez, o dikkatin (bilincin) kendisidir. Ben, dikkatimdir.
2) Gözlemlenen şeyi değiştirmeden:
Yine bunu da anlamak zordur çünkü davranışımda gözlemlediğim şeyi değiştirme
dürtüsü, beni sonu gelmez bir suçluluk ve suçlama döngüsüne esir eden bir
tuzaktır. Bu, gözlemlenen şeyi değiştirmeye çalışan yargıçtır davranışı
değiştirmeye yönelik bu yargı komutu hemen dikkati kendine çeker ve onu
gözlemlenen şeyle “özdeşleştirme” durumuna yöneltir. Dikkat artık özgür ve
durağan değildir; yargılayıcı zihin, davranışı “sevmek//sevmemek” ya da
“iyi//kötü” vs’den ibaret büyük deposunda etiketleyip dosyalayarak
(karşılaştırma ve kıyaslama) onu kendine çekip tüketmiştir.
Davranışı
“kötü” olarak etiketlemeye kapıldığım an, gözlemlemeyi keserim. Artık
yargılayan ve bu yargılamayla tüketilen dikkat olmuşumdur. Bedenin içsel
fonksiyonlarına özgürce dikkatimi veremem artık, çünkü bu yargılama dikkati ele
geçirmiştir. Artık davranışla özdeşleştiğinden ve bu davranışın “kötü” olduğuna
hükmedildiğinden, komut kendimi değiştirmek olur. Şöyle ki: “Sigarayı bırakmam
lazım. Sigara içmek kötü.” Kendi içinde bu doğru olabilir ama özdeşleşildiğinde
bu mesaj şuna dönüşür: “Kötüyüm ve değişmek zorundayım.” Yargı, dikkatle
beslenir; alışkanlığın yaşayıp büyümesi için beslenmesi gerekir.
Ama dikkat sabit ve durağan kaldığında, bedensel duyumsamaya ve bedeni rahat bırakmaya kilitlendiğinde , o zaman yargının sabit ve durağan dikkati beslemekten başka gidecek yeri kalmaz. Düşünce ve duygu = bedendeki enerjidir. Maddenin ilk kanunu (Newton fiziği) şudur: madde (yani, enerji) ne yaratılabilir ne de yok edilebilir, sadece dönüştürülebilir. Bu nedenle, bedene bir enerji akışı olduğunda (ki bu sürekli olur: "Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver" diye söyler bunu İncil) bu enerji, zihin-duygu-karmaşası tarafından ele geçirilir (çalınır) ve psikodramalarını ortaya çıkarmak için kullanılır. Bu enerji bir yere yönelmek zorundadır, yani zihin-duygu-karmaşası tarafından psiko-drama olarak tüketilmezse, o zaman kurallar gereği dikkatin besini olmaya dönüştürülmelidir. Psiko-drama şudur: "İyi değilim/kötüyüm/hatalıyım" yargısına dayanan kendimi değiştirme mücadelesi = olduğum şeyi değiştirmek için ömür boyu süren bir dram. Bunun alternatifi, yargılama süreciyle "özdeşleşmeden" gözlemlemek, her ne görürsem kabul etmek, onun bedende var olmasına izin vermek ve bu konuda ne aleyhte ne de lehte kesinlikle hiçbir şey yapmamaktır: basitçe gözlemlemek, rahatlamak,kabul etmek, izin vermektir. Antik ruhani ekollerde bu uygulamaya "neti-neti" = "ne bu-ne o" denir. Ayrıca, "dünyayı durdurmak" olarak da adlandırılır. Bu, dikkatin kuralını anlayan ve onları izleyen olgun bir ruhtur. Bu kuralı izlemeyen kişi bir mahkum, bir esir, yargının söylediklerini hiç sorgulamadan, çektiği acı ve kederi iyice kanıksamış halde, ömrü boyunca aynen uygulayarak "özdeşleşme"nin kölesi olmuştur. Yargılama süreciyle bu daimi özdeşleşme "kirlenme"* olarak bilinir.
3) Dikkati bedensel
duyumlara ve rahatlamış bir bedene vererek: Duyumsamaksızın gözlemleme
yapılamayacağım söylemek, bu ilkeyi açıklamanın bir diğer yoludur. Bazı
geleneklerde buna “kendini hatırlama” denir. Yani, bu kendini hatırlamanın ilk
ve öncü aşamasıdır: Kendimi bulurum. Kendimi hatırlamıyorsam, tek başına
kendini gözlemleme yetmez - dolayısıyla, gözlemleme yaptığımda önce kendimi
bulmak, zamanda ve mekânda, bedende, şu anki durumda kendimi konumlandırmak zorundayımdır.
Aynı zamanda gözlemleme yaparken, dikkatimin bir kısmını bedensel duyumlara
yoğunlaşmış halde tutmam gerekir. Bedende daima duyum vardır; hem bedenin
içinden hem de onu gözlemleyerek dışından tecrübe edilebilir. Ama gözlemlemeyi,
dikkati bedensel duyumda tutarak temellendiremezsem (bedende dolaşan enerjinin
duyumu, hareket eden düşüncenin duyumu, hareket eden duygunun duyumu,
kaslardaki fiziksel gerginliğin duyumu, rahatlamanın, uykulu halin duyumu, beş
duyu aracılığıyla makinede oluşan duyular: görme, koku, tatma, dokunma, ses -
tüm bunlar “duyu” demektir) o zaman sadece zihin merkezinden gözlemleme
yapılmış olur. Bu yüzden de temellendirilmemiş ve sadece cinnete tuz basmış
olur. Şöyle kuruntulara yol açar: bak bana, “çalışıyorum” şimdi; ya da: bak bana,
“Çalışma” nın içindeyim ve sürekli “çalışıyorum.” Bunun gibi. Zihin yalan
söyleyecektir. Hiç böyle bir şey yokken Çalışma’nın yapıldığını zannedecektir.
Dolayısıyla kendini gözlemlemenin ilk üç kuralı şunlardır:
1)
Yargılamaksızın kendini gözlemle.
2)
Gözlemlediğin şeyi değiştirme.
3)
Duyumsama olmadan gözlemleme olmaz.
Dikkatin
mutlaka temellendirilmiş halde kalması gerekir şimdiki zamanda, tam önümde
olanın ne olduğuna odaklanmış halde.
İçinden bütün "izlenimlerin" akıp geçtiği bedene odaklanmaktan daha iyi ne olabilir? Beden daima ve sadece şu andadır; beden sadece bir şimdi-fenomenidir. Zihin mevcut zamanın dışında gezinir, bedenin geri kalanıysa bunu yapmaz. Duyumsama daima bir şimdi-fenomenidir. "Şimdi burada," bu yerde, bu anda olduğumu hatırlamak zorundayım. Yoksa bu yalnızca tümüyle zihinden gelen ve hiçbir temeli ya da mevcudiyeti olmayan bir hayal ediş, boş davranış olur. Bedende daima duyumsama vardır. Uzuvlarınızı hissedin (sağ ayak başparmağınızı, ona bakmadan hissetmeye çalışın), bedenin ağırlığını ve kütlesini duyumsayın. Bedeni duyumsamak için bir diğer iyi egzersiz, ayakların ikisini de yere koymak ve iyi, rahat bir duruşta omurgayı dik tutmaktır. Buna "bedensel duyum egzersizi" denir, çünkü a) dikkati hemen bedene (yani, olduğum şeye) çekecek, ona temellenecek, dikkati kendi temeline yani bedene yerleştirecektir;
b) dikkati bedene ve onun duyumlarına yoğunlaştıracaktır;
c) dikkati zihinden ve ruh halinden uzaklaştırıp onu şimdiki zamana, mevcut ruh halimin benim yerime tercihte bulunup benim adıma konuşma ve davranmasındansa seçme özgürlüğümün olduğu yere çekecektir. Başka bir deyişle, o anda otomatik pilota bağlı bir robot, alışkanlıktan ibaret bir makine değil de bir insan olabilirim. Bütün çaba daima ve her şeyde dikkati (yani, olduğum şeyi) özgür bırakmak üzerinedir, böylece bedenin alışkanlık gücüyle yakalanıp tüketilmez, aksine ruh halinden değil de amaçtan yana tercihte bulunmakta özgürdür. Çoğu insanın tavırlarına ruh halleri karar verir, bu yüzden onlar daima ruh halinin kölesidir. Onların yerine düşünen, konuşan ve hareket eden, hep ruh halleridir. Ruh hali hava gibidir - gökteki bulut benim sorunum değildir, elimden onu gözlemlemekten başka bir şey de gelmez; aynı biçimde ruh hali de içteki havadır, iç göğünden geçen bir buluttur. O ben değildir, herhangi bir şekilde beni etkilemesi gerekmez ve tıpkı bulut gibi, beni hiç ilgilendirmez ya da benim sorunum değildir. Bu yüzden olgun ruhların tavrını , geçici ruh halleri belirlemez. Dahili ve harici koşullar ne olursa olsun, her an kendi tavrımı seçmekte özgürümdür. Herhangi türden bir duygusal çatışma içinde olduğumda, bununla özdeşleşmemem için bana yardım edecek bedensel duyum egzersizi vardır: dikkati bedenin içini ve dışını duyumsamaya yöneltmek. Bu, kendini hatırlamayı içeren kendini gözlemlemedir.
4) Amansızca kendine
dürüstlük (Lee Lozowick’in öğretisinden) şu anlama da gelir: beni
ne kadar kötü gösterirse göstersin, kendim hakkında doğruyu söylerim. Bu türden
dürüstlük, kendini gözlemleme için elzemdir. Bu olmadan, en büyük derdi
başkalarının önünde iyi görünmek olan geniş insan kitlesine dahil oluruz. Yani
bu “amansızca kendine dürüstlük” kendini gözlemlemenin dördüncü kuralı
sayılabilir çünkü bu beni dürüst tutar ve bu arada da tevazu gibi çok güzel bir
yan ürün üretir. Tevazu bir armağandır, inceliktir ve dürüst bir biçimde kendi
üzerinde çalışan insana gelir. Kendime yalan söylemek kolaydır ve bunu sürekli
yaparım. Kendimi haklı, iyi, soylu, bütün bu hayranlık uyandıran meziyetlerle
gördüğüm bir imaj vardır kafamda; ya dabu imaj “Ben hiçbir işe yaramam”da
olduğu gibi kötü, çirkin de olabilir. Bunların ikisi de yanlıştır, ikisi de
eksiktir, tam değildir, başkalarının önünde de böyleymişim gibi davranırım. Ve
içimde kendi çelişkilerime karşı körümdür. Yalan söyleyişimin beni görmekten ve
katlanmaktan alıkoyduğu bu kendi-görüntümle çatışan davranış alışkanlığımdır
bu. “Amansızca kendine dürüstlük” uyguladığımda gönüllü acıçekmenin * ne demek
olduğunu öğreneceğimdir, çünkü yalanlar ya da yargılamalar olmaksızın, sadece
içimde bulundukları şekliyle çelişkilerimi görmeye başlayacağımdır. Çalışma
benden bu acı içinde' durmamı, hiçbir şey yapmamamı, hiçbir şeyi değiştirmeye
çalışmamamı, hiçbir şeyi yargılamamamı, onu iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış
diye yargılamadan bu acıyı sadece hissetmemi ister. Basitçe, acının içinde
kalıp onun tüm bedende hissedilmesini... Duygusal ya da psikolojik acı,
bedendeki enerjidir. Başka bir şey değil. Beden bu enerjiyle ne yapacağını
bilir ama sadece ben müdahale etmediğimzaman. Yine de alışkanlıklarım müdahale
eder: acıyı düşünürüm, acıya tepki veririm, acıyı yargılarım, acıyla savaşırım,
acıyı “gidermeye” çalışırım, böyle sürüp gider. Alışılagelmiş davranışımla
müdahale ederim. Bu yüzden, acı kötüleşir; daha da büyür. Ama sadece acının
içinde, hiçbir şey yapmadan, bedeni ve acıyı hissederek kalırsam, beden bu
enerjiyi dönüştürür. Özdeşleşirsem acıyı beslerim; hiçbir yargılamada bulunmaksızın
ve acının için-de kalarak, onu bedende hissederek gözlemlersem, acı beni besler:
bu meta-fiziksel bir denklemdir. Newton fiziğinde, hareketin birinci kanunu
şöyle der: “Hareketli bir nesne [acı] ona dışarıdan bir güç [yargılamaksızın
yapılan kendini gözlemleme] uygulanmadığı sürece hareketini sürdürme
eğilimindedir.”
E.J.
Gold, “İnsan biyolojik makinesi, dönüşümsel bir düzenektir,” der. Ben müdahale
etmezsem, o acıyla ne yapacağını bilir. Bunu bir kez gördüğünüzde duygusal
acınızla tekrar aynı ilişkiye sahip olmayacaksınız, olamazsınız. Çünkü denkleme
netlik girmiştir ve netlik bir kez girince, tek bir defa bile olsa, tekrar aynı
insan olamam. Bu, alışkanlıkların sona erdiği anlamına gelmez. Elbette böyle
bir şey olmaz. Ama alışkanlıkla olan ilişkim farklıdır.
Dünyada
fark yaratan budur.
8 Haziran 2015 Pazartesi
Uzlaşma, İsyan ve Şiddet / Arno Gruen
İnsanın
kendi iç yaşamını hiçe sayarak kurumsallaşmış değerlere ve biçimlere
uzlaşması, gündelik şiddetin tükenmez kaynağıdır Başarı, denetim ve hâkimiyet
olarak tanımlandıkça ve yine kendilik değerini başarı tanımladıkça toplumsal yapının
bütün farkları oldukça anlamsızlaşır: Kendilik her halükârda güdük kalır.
Politik ideolojilerdeki bir değişme, ne kendiliğin sakatlanmasında, ne de
buradan doğan şiddette bir şeyi değiştirir.
Karl
Marx, üretim araçlarının el değiştirmesiyle insanın özgürleşeceğine ve
yenileneceğine inanıyordu. Marx, Friedrich Engels’le birlikte kapitalizmin
hırsı ve mülkiyeti besleyen yapısını mükemmel ayrıntılar üzerinden çözümledi.
Ancak güçsüzlüğün insanın aşması gereken bir zayıflık olduğundan yola çıktı
ve şeylerin ele geçirilmesini -doğa da dahil olmak üzere— insanın en üstün
amacı ilan etti. Ancak böylece, güce yönelik kendilik ideolojisinin yanı sıra,
mücadele etmek istediği toplumsal hastalığı da ölümsüzleştirdi, iktidar
savaşlarına yeni bir yön verdi, ama nedenlerini değiştirmedi. Daha da kötüsü:
insanın olanaklarını -ahlak da dahil olmak üzere- sadece ekonomik bakış
açısıyla ele alarak ve başka bir şeye izin vermeyerek iktidar arayışının gerçek
kökenlerinin görülmesinin yolunu tıkadı.
Ama
çaresizlik, iktidarı ele geçirerek ve hükmederek ortadan kaldırılamaz. Bu
yolda giden her kuram, birey olarak insana ve gelişimine şiddet uygular. Gerçi
sol görüşlü toplum kuramı, insanı tarihsel süreci içinde açıklama
iddiasındadır. Ama bunu, iktidarı sadece iktidar açısından çözümleyerek bireyi
gözden çıkarma pahasına yapar. Bu bir yinelemecilik gibi gelebilir, ama bu
kuranı, insanın sadece ekonomik güçlerin iktidarı tarafından belirlendiğine
inandığı için belirleyici nokta da buradadır. Rus sosyalizminin eski önde
gelen kuramcılarından ve propagandacılarından Georg Plechanow, tarihsel süreçler
üzerine yaptığı araştırmada bireyin rolünü tanımladığına inanır, ama aslında
bireyin tarihin devamında oynadığı rolü inkâr eder: “insan doğası bugün artık
tarihsel ilerlemenin tek ve en kapsayıcı nedeni olarak görülemez: insan doğası
değişmezse tarihin değişimlerle dolu akışını açıklayamaz; ama kendini
dönüştürebilir. Bu durumda da bunu sağlayan tarihsel ilerlemenin kendisidir.”
Ama
insanın iç dünyasının tarihsel gelişim açısından önemini inkâr eden sadece
Marksist kuram değildir. Russell Jacoby, iyice yaygınlaşan bellek kaybına
insanın iç yaşamındaki önemi açısından işaret etmiştir. Marksistler en azından
tarihsel çözümleme için çaba gösterirken, diğer kuramcıların çoğu insanı
tarihsel gelişimi açısından kavramakta bile bir anlam bulamamıştır. Louis Althusser
gibi bir Marksist bile tarihin araştırılmasının sadece bilimsel olarak değil,
politik olarak da yararsız olduğunu açıklamıştır. İngiliz sosyalist Edward P.
Thompson bu konuda, Althusser’in tarihi reddetmesinin onu deneyime yaklaşmakta
yetersiz kıldığını ifade etmiştir. Ancak insan her zaman tarihsel olan
deneyime dayanamazsa kuramı dayanak noktalarını yitirir.
İktidar
ideolojisinin geçerli olduğu yerde kendilik, kendi iç çekirdeğinden ve bununla
birlikte de bu ideolojinin kendine özgü renginden ve üretim araçlarının buna
uygun örgütlenmesinden tamamen bağımsız olarak tarihsel deneyimin köklerinden
kopar. Bunun sonucunda ortaya çıkan yıkıcılık, ifadesini ya uzlaşmacılıkta ya
da isyanda bulacaktır.
Görsel:Francis Bacon27 Mayıs 2015 Çarşamba
Dürüstlük / Red Hawk
köpekten
ötesine bakma.
Köpek
iyi görünmeyi hiç takmaz
Ama
Kraliçe’nin annesinin bacağına sarılacaktır
şayet
canı isterse. Köpek
senin
ne halt düşündüğünü umursamaz
Papa’nın
huzurunda taşaklarını yalar
eğer
canı böyle yapmak istiyorsa.
Köpek
hiçbir gücün, zenginliğin
şöhretin
karşısında ayağa kalkmaz.
İmparator’un
kıçını ısırır eğer
yemeğine
el uzatırsa; köpek
bacağını
kaldırır, Başbakan’nın limuzininin
akyanaklı
lastiğine ya da sıçıverir
Dalai
Lama’nın seccadesine
çünkü
o bir köpektir ve köpekler
böyle
yapar ve
özdeki
bozulmamış gizli bir parçada
köpeklerin
bu dürüstlüğüne hayran oluruz, çünkü
kendimizde
bulunmadığını görürüz ve
biliriz,
böyle bir dürüstlüğün
bu
dünyada korkunç bir bedelle geldiğini.
19 Mayıs 2015 Salı
Belimin Altına Güzelleme / Cemil Yüksel
birileri
merak ediyordur
–ettikleri muhakkak- diye söylüyorum
belimin
altında ne var
çiğdem
çiçeği yumrulu mavi
otsu
ilkbahar
ve sonbahar da açar
kekik
ve çürümüş et kokusu
uzay
mimarisi yer çekimsiz bir dünya var
belimin
altında
korkunun
tutkuyla ağzıma dilini daldırması var
her
türlü kibrin yargılamanın çaresizliği
belimin
azcık daha altında
duvarlara
astığınız resimler, boş bakışlar
köprü
üstünde kaptığınız atlara binememeniz var
daha
da merak ediyorsanız
ibneler,
çirkin orospular, baldırlı travestiler
üç
beş kadın da var ayrı ayrı hepsi yatakta
sonra
hepsinin aynı yatakta olması var
dünyanın
tüm kadınları ne büyük yatak
-içlenme
sesi-
incinmişliğin
kır çiçekleriyle ezilmiş yüzün var
güzel
kardeşim belimin azcık biraz daha altında
yalanlar,
senin yılanların, söz vermeyi kusmuşluğun
senin
çaresizliğin var
denize
girmiş çocukların sevinci var ahanda
sudan
çıkmak istemeyen çocukla
yıkanmak
istemeyen çocuğun aynı isteği var
hırlayan
köpek yüzleri, sokağın tam ortası da var
lambalardan
güneş yapma imdadı
kahkahanın
alay küpü, otoyol var vızır vızır
sikindirik
bisikletler, kırılmış birkaç bira şişesi var
güzel
alkoller en tadında
bir
kadında başka kadınları öpmek var
ah
biliyordumlar, bilmez miyimler, bilmiştimler var
hissediyorumlar
enerjimler gelmiştiler
santral
işte bunlar belimin az biraz daha altında
belimin
altında ne var biliyor musun
ah
be güzel kardeşim
az
biraz daha altında s*k var.
10 Ocak 2015 Cumartesi
Aşk Değil Bu / Cemil Yüksel
yok hayır aşk değil bu
bir bulutun diğer bulutla karşılaşması
beyazlığın değmesi hürlüğün dolaşması
sarılması gibi pabuca kadifenin
sıcaklığın ve temizliğin uzaması bu
hayır hayır aşk değil bu, adını boşver
suların boyuna aşağılara doğru görmesi
buluşmayı azdıran bir sevinçle
kanması çağıltıyla, müziğin
yol üstündeki yeşili canlandırması
mavinin üstüne boşalması gökyüzüyle
sesinin ayarlarını durmadan değiştiren
miden değil sadece, gırla boğazına çıkmış
bir salınım heyecandan iteklenen
aşk değil bu kimsenin yeteri yok buna
dönüp bakmak gibi durmadan ilginin
yönelerek mutlak bir an kurması
boşluktan sarmaş dolaş göğüs kafesi
güvercinler gibi şişiyor her kelimede
hayır aşk değil bu
evet aşk değil bu
aşk değil bu
aşk değil
aşk.
Not: Gökyüzündeki iki bulutun birbirine değip ve karışmasının
anlık tanıklığından çıkmıştır bu şiir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)