Bir insanın kimliğini duygudaşlık temelinde
oluşturmasıysa çok farklıdır. Andre'nin hikâyesi, anne-baba sevgisinin böyle
bir gelişimi nasıl desteklediğini gösteriyor. 1938 sonbaharıydı. Andre on iki
yaşındaydı ve anne-babasıyla birlikte Almanya'nın kuzeyindeki bir kasabada
yaşıyordu. Bir akşam, katıldığı bir Hitler Gençliği toplantısından sonra eve
döndü. Babasına seslenerek, "Toplantıda bize yarın Yahudi dükkânlarını
taşlayacağımızı söylediler. Benim de katılmam gerekir mi?" diye sordu.
Babası ona düşünceli bir ifadeyle baktı: "Sen ne düşünüyorsun peki?"
"Bilmiyorum. Aslında Yahudilere karşı değilim, onları tanımıyorum bile.
Ama herkes taş atmaya gidecek. Ben ne yapmalıyım?" Konuşmaları bu şekilde
devam etti. Sonunda Andre şunları söyledi: "Anladım. Kararımı kendim
vereyim istiyorsun. Biraz dolaşmaya çıkacağım, geri döndüğümde de kararımı
sana söyleyeceğim." Andre kısa bir süre sonra dönerek masanın başında
oturan anne-babasına katıldı. "Kararımı verdim, ama bu karar sizi de
ilgilendiriyor." "Nasıl yani?" "Yahudi dükkânlarını
taşlamamaya karar verdim, ama yarın herkes, X'in oğlu Andre bize katılmadı,
taş atmak istemedi, diyecek. Sonra da sana karşı bir şeyler yapacaklar. O zaman
ne yapacaksın?"
Babasının iç geçirişinde rahatlamanın
yanı sıra gurur hissediliyordu: "Sen dolaşırken annenle ben de konuşup
şöyle düşündük: Eğer taşlamaya katılsaydın buna karşı çıkmayacaktık, çünkü
kararı senin vermeni biz istemiştik. Ama taşlamayı reddetmen halinde
Almanya'yı terk edecektik." Ettiler de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder