12 Nisan 2011 Salı

Geceye Türkü / Georg Trakl


GECEYE TÜRKÜ

1

Doğup da bir soluğun gölgesinden
Dönüşüyoruz işte bir terk edilmişliğe
Ve biziz sonsuzlukta yitip giden,
Kurbanlar gibi, adandığını bilmeden neye.

Tek şey yok bize uysun öyle dilenciler gibi,
Biz çılgınlara o kapalı kapıda.
Fısıltımızın yitip gittiği,
Sessizliği dinliyoruz körler gibi orda.

Yolcuyuz işte yok bizde hiçbir erek,
Bulutuz, rüzgârla sürüklenen,
Çiçeğiz, ölümün soğuk ikliminde titreyerek,
Koparılmayı bekleyen.

2

Bende gerçekleşsin en son acılar bende,
Sizi kovmam, siz ey karanlık düşman güçler.
Giden bir yolsunuz işte büyük sessizliğe,
Adımlarız bu yolu, önümüzde o en soğuk geceler.

Nefesiniz yanmaya daha çok iter beni,
Ey sabır! Yıldız söner, düşlerse kayıp gider
O dünyalara, ki bizden esirgerler ismini,
Ve onlarda düş kurmadan yürüyebiliriz bizler.

3

Sen ey karanlık yürek, sen ey karanlık gece,
Kim yansıtır o en kutsal derin yanlarınızı,
Ve kötülüğünüzün son uçurumlarını?
Maskeyse katılaşır acımızın önünde –

Acımızın önünde, sevincimiz önünde
İçi boş maskelerin taşlaşmış gülüşü ey,
Onda kırılmıştı da dünyaya ait her şey,
Ve kendimiz bile değildik bilincinde.

Ve karşımızda yabancı bir düşman,
Alay eder, ölerek varmak istediğimizle,
Ki türkülerimiz daha mahzun duyulur böyle
Ve karanlık kalır, içimizde ağlayan.

4

Sen şarapsın, sarhoş eden o nesne,
Şimdi kanamaktayım en tatlı danslarla
Ve çiçekten taç yapmak zorundayım acıma!
Budur en derin arzun, ey gece!

Ben bir harpım senin koynunda,
Savaşır şimdi son acılarım için
Kalbimde yer eden karanlık türkün
Ve beni sonsuz kılar, öz'den yoksun olsa da.

5

Derin huzur - ey huzurların en derini!
Sesi çıkmıyor işte hiçbir dindar çanın,
Tatlı acılar annesi seni –
Ölümle yaygınlaşmış senin barışın.

Kapat serin ve iyilik dolu
Ellerinle yara denen her şeyi-
Kanasınlar diye içeri doğru –
Tatlı acılar annesi - seni!

6

Suskunluğum senin şarkın olsun ey!
Hayat bahçelerinden ayrı düşen,
Umarsızın fısıltısından sana ne?
Bende olmaya bak adı olmayan sen

Ki düşsüz olarak konmuştun bana,
Sanki ses vermeyen bir çan,
Tatlı bir gelin sanki acılarımda
Ve sarhoş afyon benim acılarımdan.

7

Çiçeklerin ölüşünü duyuyordum derinden
Ve karanlık iniltisini kayaların
Ve bir türküyü çan ağzından dökülen,
Geceyi ve bir sorusunu fısıltının;
Ve bir yürek - ah ölümcül kangren,
Ötesinde umarsız günlerinin.

8

Karanlık sessizce söndürdü beni,
Ölü bir gölgeydim gün boyunca –
O an terk edip genelevi
Çıktım geceye doğru dışarıya.

Şimdiyse suskunluk var kalbimde bir tek,
O da duyumsamaz sıkıcı günü –
Ve dikenler gibi sana doğru gülerek,
Gece - hep ve hep!

9

Ey gece, acımın önündeki sessiz kapı sen
Kan kaybediyor bu azgın yara
Ve acının başdöndüren çanağı eğilmiş tam tamına!
Ey gece, hazırım ben!

Gece, sen ey unutulmuşluk bahçesi
Dünyaya kapanık parıltı yoksulluğumun etrafında,
Asmalar sararır, solar dikenli taç da,
Gel ey, zamanların en yücesi!

10

Eskiden gülmüştü şeytanım, benim de,
Parlayan bahçelerde bir ışıktım o zaman,
Ve arkadaşlarım vardı oyundan ve danstan
İnsanı sarhoş eden aşk şarabım, bir de.

Eskiden ağlamıştı şeytanım, benim de,
Sancıyan bahçelerde o zaman bir ışıktım,
Ve kibirsizlikti benim arkadaşım,
Parıltısı ışık saçan yoksulluğun evine.

Şimdiyse ne ağlar ne de güler şeytanım,
Kaybolan bahçelerin bir gölgesiyim ben
Ve ölüm karanlığı arkadaşım varken
Suskunluğu boş geceyarısının.

11

Benim zavallı gülüşüm, seni isteyen,
Hıçkırık dolu şarkım karanlıkta yitip giden.
Artık varmak istiyorum ben yolumun sonuna.

Bırak da gireyim katedraline izin ver
Eskisi gibi, bir çılgın, saf ve dindar,
Ve sessizce taparak önünde durup sana.

12

O derin geceyarısında sen
Ölü bir kıyısın suskun denizde,
Ölü bir kıyı: hiçbir şekilde!
O derin geceyarısında sen.
O derin geceyarısında sen
Bir göksün, yıldız olup yandığın,
Bir gök, artık doğmadığı hiçbir tanrının,
O derin geceyarısında sen.

O derin geceyarısında sen
Dölleyen değilsin tatlı rahimde,
Ve öz'den yoksun, oluşmamış işte!
O derin geceyarısında sen.

 Çevirmen: Ahmet Necdet/ Gertrude Durusoy

11 Nisan 2011 Pazartesi

Görülmüştür / Caner Ocak


görülmüştür yavrum el yazılarımızı birleştiren tanrı
kazan kaldıran gövdemin kahverengi şubatı
altımızda ve üstümüzde yırtık bir deniz anasının
nasihatlerini bağıran karanlık adamlar, görülmüştür
kül renginde bir kadın boğazlarken istanbul'u
yarabandıyla ve bandoyla eşlik etmiştir vapurlar
göğsünde kaldırım taşları ve gözyaşları
arsız mart kedileri görülmüştür

masanın üstüne vuruyor koskoca bir mevsim kendini
sana kalsa tekerleklerin üstünde Üsküdar'ı bıçaklıyor biri
yani şehrin göbeğinde memelerini kaldırıp
yani ferdi tayfur daha ölmedi... görülmüştür
geniş tabanlı dizlerimde ayağa kalkmaya çalışan dilenci
çıt ve çit sesleri yalancı, görülmüştür
göğün genzini gözlerinden akıtması
herhangi bir baharda, mesela bir bankta
martılara zılgıt çekerken gök, görülmüştür

ölümlüdür yavrum nefesimdeki gurbetçi sancı
en çok bir tren rayında kasıma acı çektirebilir
görülmüştür kasıklarında vagon sesleri
kartlı öpücükler, titrek şarkılar ve ruj izleri
acil çıkış kapısından terk edin gençliğimi
bu ilk olsun ve yorgun iki saç teli gibi
ve şarkılı ve kırık ve jiletlenmiş bir kalabalığın
içinde -yani tam ortasında- görülmüştür

özgeçmişini terk etti yavrum tanıdığım şairler
ne kadar güzel özetliyor yağmur geceyi, görülmüştür
bırak kalbini yunan adalarından geçen bir
tank bombalasın, bırak freud göz kapağında
tamamlasın önsözünü hayatın, görülmüştür
taze mezarlıkta açan çiçeklerin sulu meyveleri
rakı şişeleri ve harmandalı oynayan karşıyaka

yüzümün sığ sularında dört tarafı kanla çevrili bir kadın
görülmüştür, vatan ki sevgilinin teni, yüz üstü düştüm
bir hengame ölmek üzere batan topraklarında
savaşçılar ölmez yavrum savaşanadır ölüm.

10 Nisan 2011 Pazar

Oscar Wilde / Aforizmalar


•Neyin okunup neyin okunmaması gerektiği konusunda kurallar koymak saçmadır. Modern kültürün yarısından fazlası, okunmaması gereken şey­lerden oluşur.
•Hayat, ne istekle ne de niyetle yönetilir. Hayat, yavaş yavaş biriken sinir­lerin, liflerin ve hücrelerin bir ürünüdür. Düşünce burada saklıdır, tutku düşlerini burada yaşar.
•Bazı anlar vardır ki hayatı dolu dolu, bütünüyle yaşamak ile insanların ikiyüzlülükle bize dayattığı alçaltıcı, anlamsız ve sahte hayatı sürdürmek arasında karar vermek gerekir.
•Zevk doğanın bir kriteridir, onun onayının göstergesidir. Mutlu olduğu­muzda her zaman iyiyizdir, fakat iyi olduğumuzda her zaman mutlu değiliz.
•Gereksiz olanın bizim yegâne gereksinimimiz olduğu bir çağda yaşıyoruz.
•Dakiklik, zamanımızı çalar.
•Ancak unutmayı sevmeyi öğrendikten sonra yaşama sanatını öğrenmiş oluruz.
•Tehlikeli olmayan bir düşünce, düşünce olarak adlandırılmaya değmez.
•Bir kimsenin doğasının değişmesi bir büyüklük işaretidir. Doğal olmak ise, genellikle yalnızca bir aptallık işaretidir.
• Modern çağın ideali, mükemmel derecede bilgili bir insandır. Ve mü­kemmel derecede bilgili bir insan feci bir şeydir: içinde sadece yaratıklar ve toz bulunan, her nesnenin gerçek değerinin çok daha üzerinde bir fiyat­la satıldığı bir elden düşme eşya dükkanına benzer.
•İnsanların sanatı bir çeşit otobiyografi olarak gördükleri bir çağda yaşıyo­ruz. Güzelliğin soyut anlamını kaybettik.
•Yaşamak dünyada en nadir bulunan şeydir, insanların büyük çoğunluğu var oluyorlar, hepsi bu.
•Eğer kesin hedeflerle yaşıyorsak, heyecanlarımızı köreltiyoruz demektir. Eğer kesin hedeflerle yaşıyorsak, her an, her saat, her gün için yaşayacağımıza, bir dakika, bir saat, bir gün için yaşıyoruz demektir. Hayatımızın ruh halleri hayatımızın güzellikleridir. Ancak kendimizi tüm ruh hallerimize teslim ettiğimiz zaman gerçekten yaşıyoruz demektir.
•İyi olmak, kendi içinde uyumlu olmak demektir. Anlaşmazlık, başkalarıyla uyum içinde olmaya zorlanmak demektir.
•Herhangi bir kimse arkadaş acısı paylaşabilir. Fakat, ancak istisnai yaratılışa sahip bir insan, arka­daşının başarısıyla duygulanır.
•Kalpsiz olduğumu sanıyordum.Şimdi bende de bir tane olduğunu farkediyorum, ki bu bana kesinlik­le uymuyor. Bunun günün mo­dasına uyduğunu sanmıyo­rum. Bir kalbe sahip olmak bi­zi yaşlandırıyor ve en kritik anlar­da kariyerimizi berbat ediyor.
•Günümüzde insanlar her şeyin fiyatını biliyor, ama hiçbir şeyin değerini bilmiyor
•Hayatın sanatı, meydan okuma sanatıdır. Mey­dan okumak: Kabulle­nerek yaşamaktan vazgeçip bunun için ya­şamalıyız.

Roll Dergisi 2000 Kasım Sayısından.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Tragedyalar V / Edip Cansever

 
LUSİN
.................

STEPAN
Elini verir misin, elini?
Benim anladığımca sen
Bir başına yüceltmek istiyorsun kendini
Bu böyle olunca da, o zaman
Şaşırma bir gün mutluluk yerine
Daha hiç denenmemiş bir acıyla karşılaşırsan.

LUSİN
Bir acıyla.. daha hiç denenmemiş!.

STEPAN
Bak işte, en soylu isteklerle odama geliyorsun
Ve düşün, insanlığının en alımlı katında
Her şey bu kadar doğal, her şey bu kadar güzelken
Sorarım, neden böyle yabancı kalıyorum sana?

LUSİN
Bilemem ki Stepan..

STEPAN
Bak Lusin, çünkü ben sevmiyorum kadınları
Bu tuhaf alışkanlığı, bu gereksiz yakınlığı
Sense bencillik diyeceksin buna. Ya da
Bir zevk düşkünlüğü diyeceksin. Oysa hiçbiri değil..

LUSİN
Peki, ya nedir?

STEPAN
Olsa olsa bunca çıkmazı
Sürdürmek benimkisi bir zevk biçiminde boyuna
Ve yaratmak yeniden bütün iğrendiklerimi.

LUSİN
Kaçınılmaz bir yalnızlık seninkisi. Ayrıca
Katı, ilgisiz, iğreti...

STEPAN
Ve diyebilirsin ki Lusin, soyu kalmamış hayvanlar gibi
Öyle bir buz çağını yaşıyorum da
İçkiyle aşıyorum, içkiyle çözüyorum bu cehennemi.

LUSİN
Hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey istemeden gerçekte.

STEPAN
Belki de bir bilinci yoğunlaştırıyorum böylece
Doğarak acılarıma her an yeniden
Ve kendini kanatan bir bıçak gibi işte.

LUSİN
Anlıyorum Stepan, ne var ki, ben de
Çıkmalı diyorum bu boğuntudan
Bu yanlış orospuluktan, bilmiyorum
Bana yardım edebilir misin? Daha doğrusu
Bir yol gösteren değil, bir uğrak
Olabilir misin bana?

STEPAN
Sadece bir anlaşma! Ne çıkar anlaşsak da biz
Ve bütün anlaşmaların dünyada
Sanırım bir anlamı var: yok gibiyiz hepimiz.

LUSİN
Öyleyse yalnız da değilsin sen. Ayrıca
Tutsaksın yalnızlığına Stepan.

STEPAN
Bunu yadsımıyorum ki Lusin. Yadsımıyorum da
Demek istiyorum ki, sen de yalnızsın benim gibi
Biz ikimiz de yalnızsak.. ve işte bu durumda
İki kişilik bir yalnızlık olmaz mı bizimkisi?
Yok sanki bir şey yapacak..

LUSİN
Belki de var.. ama nasıl?

STEPAN
Zorlasak mı acaba bizim olmayan
Görünmez bir mutluluğun yollarını
Her türlü acılarla yılmadan
Savaşsak mı geleceği kurtarmak için
Ama gelecek ne Lusin, bilmem ki
Bilsem bile ne çıkar, o zaman da ben neyim?

LUSİN
Düşündüm ben Stepan. Düşündüm daha önce de
Diyorum bir geneleve gitmeli
Hiç değilse bir karşıkoyma biçimi. Ve belki
O yalanlardan, o yalan ilişkilerden
Daha önemli bu, kim bilir

STEPAN
Bence bu kurtuluş yolu değil. Gerçi her şeyin hakkını vermeli.
Üstelik kaygılanmadan
Ama bir tükenme duygusu, ölümsü bir yılgınlık da
Olabilir seninkisi. Öyleyse karar vermeli
Bir çözüm yolu mu bu, değil mi?

LUSİN
Hep böyle baş eğmek mi? İstemiyorum bunu Stepan
Düşmeli bir çirkinliğin içine. Ve yavaş yavaş
Aşmalı çirkinliği.

STEPAN
Bak Lusin, şu da var ki, genelevse gideceğin yer senin
Zaten bir genelevde yaşıyor gibisin
Her türlü çirkinliğin içinde
Her türlü düşmanlığın, her türlü bencilliğin
İçinde anlaşıyorsun vuruşaraktan
Ve kırılaraktan durmadan
Öyleyse bir kurtuluş bu mu? Bana kalırsa
Ölümünü içinde taşıyan bir isyan.

LUSİN
İsyandı tanrıya başkaldırmak da. Öyleyse
Ben şimdi neye inanacağım
Yalnızsam, beni yalnız bırakan
Ve yalnız değilsem, kararsız bir yargıç olan
Başkalarına mı?
Yoksa kendime mi Stepan, ne dersin?

STEPAN
Korkunçtur, bana kalırsa adımıza
Hazırlanmış bir oyun var bizim
Hepimizi yalnız bıraktıkları bir oyun
Ve bilirler, insanlar yalnız kaldıkça
Konuştukları dil de değişir
Sonunda hiç anlaşamazlar. Öyle ki
Bir zaman parçası içinde, bir durumun
Değişmez akışında, tekdüze
Kalırlar bir sıkıntı avcısı gibi
Ve bir gün anlarlar ki, bir güc değildir artık yalnızlık
Ve bunu anlayınca, işte o zaman Lusin
Aşıvermek isterler bu zamanla durumu
Koşarlar, koşarlar, tam sınıra gelince
Sanki o tel örgülere yapışmış gibi
Bir duman oluverirler ya da kaskatı
Bir kömür parçası, bir ceset..
Nedir bu durumda insanın anlamı?

LUSİN
Aşmalı bu durumu Stepan.

STEPAN
Duymuyorum ben acılarımı. Ve yitirdim çoktan
Yitirdim bütün karşıtlıkları. Ne umut
Ne umutsuzluk, ne hiçbir şey
Kurtaramaz varlığımı benim. Ve yoğun bir anlamsızlığın içinde
Sanki renksiz, boyutsuz
Ve göksüz, zamansız bir evrende
Tek çıkar yol yaşamaksa Lusin
Yaşıyorum ben de kaygısız
Değişmez bir anlamsızlığı böylece.

LUSİN
Yani bir çıkmazı sürdürüyorsun kısaca
Bu yitiriş kendini, bu çöküş
Sanki bir üstünlük duygusu veriyor sana

STEPAN
Bense bir yalnızlık tarihini örüyorum ustaca. Ve gelecekteki
Bir önseziyi kuruyorum şimdiden.

LUSİN
Asıl iş bir sonuca varmakta.

STEPAN
Varabilir misin?

LUSİN
Öyleyse çok uzun bir yol bu doğrusu.

STEPAN
Bir konyak daha içer misin?

LUSİN
Ayrılalım Stepan, belki biz anlaşıyoruz ama
İlkemiz ayrı yaşamak
Ve ne varsa işte bu ayrılıkta.

STEPAN
Adım Stepan, Lusin. Yani ben
Bir satranç oyuncusu olamam

LUSİN
Elini ver Stepan, ne de olsa bir anlaşmadır bu
Belki de bir anlaşmadır.

IV

(Bir insan yaşanmamışlığı bulunca
Onu artık hiç kimse anlatamaz
Kalır sonsuz gücünün buyruğunda
Ve bütün kesinliklerin üstünde, yalnız
Dolaşır bir ateşböceği gibi kendi aydınlığında).


                                                                                Görsel:Theo Altenberg

1 Nisan 2011 Cuma

Aksi İstikamet / Cemil Yüksel



seni kırlara götüreceğim
bunun için çok kullanışlı ellerim var
bahaneler, baştan savmalar çeşidi
bir işlikten alarak baş döndüren o iç ağrımızı
her şeye doymuş, hayretler uyandıran kırlara

fazlasıyla yıldız ve zifir karanlık
neymiş görsün gerekçesiz ayrılamayışımızın gevezeliği
görsün bahçesinde sakladığı her şeyiyle o küçük kız
avuçlarım yerleştirdi o sabahı
seni kırlara götüreceğim ısıtarak
parkları seven bir marangoz kalfasının
ceplerinde uğraşan, sigarasını yakan
unutan sonra ne kadar yaktığını
kalın sararmış tırnak izleriyle
derinliğine koyu bir akşam
tüm sesleri duymanın imkanına ve
sesimizle dalları uyardığımız o buluşmaya
vardık mı vardık diyeceğim

yüzünün omzumdaki duruşundan anlayacağım bunu
kollarının bir sarılmakla kurduklarıyla
anlayacağım; bileceğim yetersizlikle
seni kırlara götüreceğim, ne oldu diyeceksin
toz toprak karışır gibi tüm kelimeler
o sakinlikle yüzümde kokacak sevginin ayrıntıları
kayalıkların duruşuyla yaslanmış bulacağım dudaklarına
yılları görmeksizin ne yaşadımsa
kırlar kırlar kırlar diyeceğim
o yeşilliğin kudurduğu vahşilikteki dakikalar

zamanın hükmü ancak kapı deliğinde
genişleyecek gözlerimiz, kurulacağız kırlara
ve diyeceğiz ki bizim yüzümüzden
ey büyük kendiliğindenlik
al düzelt bu bozulmuşluğumuzu

seni kırlara götüreceğim
hazırlanmış şatafatlı salonun birden ışıklarının kesilmesi gibi
atkının şalların ve nice ruj izinin kendini yitirdiği
eldivenleri sıyırıp çiğlerin değdiği vücuda
toynakların ezdiği saçlarımızı silkeleyerek
bir sabahın en erken ayrımına titremelerle
gözlerimize yasladığımız yumru parmaklarımızla
uyandırmak için kollayacağız sevinçleri
sahilde su seslerinin vurgusunu öğrenmiş oyuncak bir kürekle
ne vakittir gözlüyorduk biz bu  karanlığı

-sahil kelimesi ne kadar da uzak şimdi bir kıyıya-

bir şey olmasın yanında, yeter çalı örtü ve kirpikler
gıcır bir masala başlıyoruz en başından okunmaya.

                                                                                                    Görsel:Valériane Leblond