DÜŞÜNCELER V
Yargılılar
Yargılı, önceden mutluluğa ya da mutsuzluğa yazgılı kişi anlamına geliyor.
XXVI
(...)
Şiirin, müziğin, resmin sonsuz anlatım olanakları varsa, aşkın onlardan çok daha fazlasına sahip olması gerekir, çünkü gerçekliğin analoji yoluyla -belki de verimsiz- araştırılması peşinde koşmamızı sağlayan bu üç sanat dalında insan kendi imgelemiyle baş-başa kalır, oysa aşk, iki bedenin, iki ruhun birleşmesidir. Tanrının şair, müzikçi ya da ressam olarak yarattığı kişilerin insan düşüncesini anlatmada var olan belli başlı bu üç yoldan yararlanmak için nasıl bazı ön çalışmalar yapmaları gerekiyorsa, mutlu olabilmek için de zevk aleminin gizlerine ulaşabilmek gerekmez mi? İnsanların tümü, üreme gereksemesi duyar; acıkmak, susamak gibi bir şeydir bu; ne var ki duydukları bu gerekseme onların iyi birer âşık, birer damak düşkünü olduklarını göstermez. Bugünkü uygarlığımız zevkin bir bilim olduğunu, yemeyi içmeyi bilmenin yalnızca bazı ayrıcalıklı kişilerin ulaşabildikleri bir şey olduğunu kanıtladı. Bir sanat olarak kabul ettiğimize göre, zevk de kendi fizyologunu beklemekte. Bize gelince, mutluluğun yalnızca kurucu öğelerinin bilinmesinin bütün yargılıları bekleyen bir talihsizlik olduğunu göstermiş olmak bile yeter bize.
Burada, tıpkı kireçli katmanların yer şekillerini oluşturması gibi, bu yeni sanatın oluşmasına yol açabilecek bazı aforizmaları yayımlamaya büyük bir çekingenlikle cesaret edecek, bunları filozofların, evlenecek gençlerin ve yargılıların düşüncesine sunacağız.
Evliliğin Temel Bilgileri
XXVII
Evlilik bir bilimdir.
XXVIII
Bir erkek, anatomi öğrenmeden ve en az bir kadını açımlamadan evlenmemelidir.
XXIX
Bir evliliğin geleceği, ilk gecenin sabahında belli olur.
XXX
Özgür seçimden yoksun bırakılmış bir kadın, hiçbir zaman hiçbir özveride bulunmaz.
XXXI
Aşk konusunda kadın, ruhu bir yana, gizlerini ancak onu çalmasını iyi beceren kişiye sunan bir lirdir.
XXXII
Bütün kadınların ruhunda, bir davranış karşısında gösterdikleri itici tepkiden bağımsız olarak, tutkudan yoksun zevkleri er ya da geç dışlamaya eğilimli bir duygu vardır.
(...)
XL
Evli kadınların en soğuk görüneni, aynı zamanda en şehvetlisi olabilir.
XLI
Kadınların en erdemlisi, kendi de farkında olmadan patavatsızlık yapabilir.'
(...)
XI,III
İnsanları güçlü kılan, kuvvetli ya da sık sık vurmak değil, yerinde ve zamanında vurmaktır.
XI,IV
Bir arzuyu uyandırmak, onu beslemek, geliştirmek, büyütmek, uyarmak, doyurmak başlı başına bir şiirdir.
XLV
Zevkler sırasıyla beyitten dörtlüğe, dörtlükten soneye, soneden balada, baladdan oda, oddan kantata, kantattan ditiramba doğru yol alır. İşe ditirambla başlayan koca, salağın tekidir.
XLVI
Her gecenin özel bir mönüsü olmalıdır.
XLVII
Evliliğin, her şeyi kemiren bir canavarla bıkıp usanmadan boğuşması gerekir: alışkanlık.
XLVI1I
Art arda gelen iki gecenin verdiği zevkler arasındaki farkı anlamayan bir erkek, çok erken evlenmiş demektir.
XL1X
Aşıklık, kocalıktan daha kolaydır, çünkü her gün güzel sözler bulmak, ara sıra iltifat etmekten çok daha zordur.
L
Bir koca, karısından ne daha önce uyumalı, ne de ondan daha geç uyanmalıdır.
LI
Karısının banyo-tuvaletine dalan koca, ya filozoftur ya salak.
LII
Hiçbir arzu uyandırmayan koca, yitik bir adamdır.
LI1I
Evli kadın, bir köledir; oturtulacak taht bulunması gereken bir köle.
LIV
Bir erkek, karısı sık sık gelip dizlerine oturmuyorsa onu tanımakla, mutlu etmekle böbürlenmemelidir. (...)
DÜŞÜNCELER VII
Balayı Üzerine
Bundan önceki Düşüncelerimiz, Fransa'da, evli bir kadının erdemini korumasının neredeyse olanaksız olduğunu kanıtlıyorsa da, bekâr erkeklerin ve yargılıların sayısı, kızlarımızın eğitimi üzerinde kısaca belirttiğimiz düşüncelerimiz ve bir kadının eş olarak seçiminde ortaya çıkan güçlükler hakkındaki kısa incelememiz, sahip olduğumuz bu ulusal kırılganlığı bir noktaya kadar açıklamakta. Böylece, toplumsal durumun içine düştüğü bu ağır hastalığı açık yüreklilikle ortaya koyduktan sonra, bunun nedenlerim yasalarda, törelerin tutarsızlığında, kafaların çapsızlığında, alışkanlıklarımızın çelişikliğinde aramıştık. İncelenmesi gereken tek bir olgu kalıyor geriye: Toplumumuzu kuşatan kötülük.
Balayının içerdiği önemli sorunları ele almakla, bu ilk ilkeye gelmiş oluyoruz; ayrıca balayında, aileye özgü tüm olayların çıkış noktasını bulacağımızdan, gevezelikten geçilmeyen Düşünceler'imizin dolup taştığı bilgece deliliklerin arasına amaçlı olarak serpiştirdiğimiz gözlemlerimiz, aksiyomlarımız, sorunlarımız bu düşüncelere eklenen halkalar olarak o parlak zinciri oluşturacak. Balayı, bir bakıma, düşsel iki kahramanımızı birbiriyle kapıştırmadan önce yapmamız gereken çözümlemenin doruk noktasını oluşturuyor.
Bu deyim, yani Balayı* dilimize (Fransızca'ya) İngilizce'den gelmiş ve evliliğin tatlılık ve zevkten başka bir şey olmayan kaçıcı o ilk günlerini incelikle tanımladığı için öteki dillere de geçecek ve sonuçlarına katlandığımız yanılgılarımız ve hatalarımız gibi, yaşamımız boyunca taşıyacağımız bir olgudur; çünkü yalanların en kötüsüdür. Bize kendini taze çiçeklerle taçlanmış bir peri, okşayan bir denizkızı gibi göstermesi, felaketin ta kendisi olmasından kaynaklanmaktadır; felaketse çoğu kez güle oynaya gelir.
Birbirlerini tüm yaşamları boyunca sevmeye söz veren karı koca, Balayı'nın ne olduğunu kavrayamaz; onlar için balayı diye bir şey yoktur ya da daha doğrusu, sürekli bir balayı vardır: Ölüm olgusunu bir türlü kavrayamayan ölümsüzlerden farkları yoktur. Ama bu tür bir mutluluk, bizim kitabımızın kapsamı dışında kalıyor; bizim okurlarımız için evlilik, iki ayrı ayın etkisi altındadır: Bal Ayı ve Kızıl Ay. Bu sonuncusu, gökyüzündeki devinimi sonucu hilale dönüşür; ve bu haliyle şavkı bir ailenin üzerine düştüğündeyse, orada sonsuza dek kalır.
Balayı, birbirlerini sonuna kadar sevmelerine olanak bulunmayan iki varlığı nasıl aydınlatabilir ki?
Bir kez doğarsa, bir daha nasıl batar?...
Her evliliğin balayı var mıdır?
Bu üç soruyu çözümlemek için, bunları sırasıyla ele alalım.
Kızlarımıza verdiğimiz hayranlık uyandıran eğitim ve erkeklerin evlenirken tabi oldukları yasaların koyduğu önlem dolu kurallar burada bütün meyvalarını sunacak bize. En az mutsuzlukla yürüyen evliliklerin nasıl yürüdüklerini ve karşılaştıkları durumları inceleyelim.
Törelerimiz, eş olarak aldığımız genç kızda, doğal olarak aşırıya kaçmış bir merak geliştirir; öte yandan,
Fransa'da anneler her Allahın günü kızlarını, canlarının yanacağına aldırmadan ateşe iterler; dolayısıyla bu merakın sınırı yoktur.
Naif olduğu kadar kurnaz da olan bu varlığın içinde bulunduğu derin bilgisizlik, kendisini tehdit eden tehlikeleri onun gözünden saklar; ve evlilik ona sürekli biçimde hem katlanılması gereken bir tiranlık, hem de özgürlük, hem zevk, hem de egemenlik dönemi olarak sunulduğundan, doyuma ulaştırması gereken varlığıyla ilgili istekleri sürekli artar: Bu genç kız için evlenmek, hiçlikten yaşama çağrılmak gibi bir şeydir.
Mutluluk, din, ahlak, yasalar gibi duygulara sahipse bu, annesinin ona bin kez, mutluluğun kendisine ancak sizden gelebileceğini yinelemiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Boyun eğme onda, erdem olmasa da, her zaman bir gerekliliktir, çünkü her şeyi sizden bekler. Toplumlar, kadınların öncelikle köle durumuna indirgenmesini dayatırlar, ama onlar, bu durumdan kurtulmayı özlemezler bile, çünkü kendilerini zayıf, çekingen ve bilgisiz olarak duyumsarlar.
Rastlantıyla yapılmış bir hata ya da bağışlanmayacak bir isteksizliği farkında olmadan göstermenizle ortaya çıkacak durum dışında, sizin hoşunuza gidecek şekilde davranmak zorundadır; sizi henüz tanımıyordur.
Sonuçla, güzel zaferinizi kolaylaştırmak amacıyla, kaynağı siz de bulunan zevklerden tat alması için doğanın güçlü kıldığı bir döneminde onu eş olarak alıyorsunuz. Aziz Petrus gibi, Cennet'in anahtarları sizin elinizdeyken.
(...)
İşin içine toplum ve doğa yasalarının karıştığı bu garip durumda bir genç kız, çıkarını korumak için itaat eder, kendini teslim eder, acı çeker ve susar. İtaat etmesi hesaplılık, hoşnut görünmesi umut, bağlılığı, sizin yararlandığınız bir tür yönelim, sessiz kalmasıysa cömertliktir. Anlamadığı sürece sizin kaprislerinizin kurbanı olacaktır; davranışlarınızla ona verdiğiniz acılara, kafasına dank edinceye kadar katlanacaktır; istekli olmasa da kendini feda edecektir; sahip olduğunuz ilk anda ona gösterdiğiniz sözümona tutkuya inanmaktadır; özverilerinin boşunalığını anladığı andan başlayarak da çenesi artık hiç durmayacaktır.
Böylece bir sabah, bu birlikteliğin üzerinde baskı yapan bütün yanlış anlamalar, üzerine çöken ağırlığın kalkması sonucu doğrulan dal örneği kal ki verir.
(...)
LVI
Evlilik yaşamında, iki kalbin birbiriyle anlaşabilecekleri an, bir şimşeğin çakışı kadar kısa sürer; kaçırıldığı zaman da bir daha geri dönmez.
Bu ilk ikili yaşam deneyine, kadının mutlu olma umuduyla henüz törpülenmemiş karılık görevleri duygusuyla, hoşa gitme isteğiyle, aşkıyla görevini uyum içinde gördüğü andaki o çok inandırıcı erdemiyle kendini yüreklendirdiği bu süreye Balayı adı verilir: Bu dönem, tüm yaşamları boyunca sürecek bir birliktelik için çiftler birbirlerini tam olarak tanımadan nasıl uzun sürer? Hayret edilmesi gereken bir şey varsa o da törelerimizin, evlilik yatağı çevresine yığdığı bir sürü kahredici saçmalığın nasıl olup da bu kadar az kinlenmeye yol açtığıdır!...
Ne var ki gördükleri ayrıcalıklı eğitim sonucu belirli bir düşünce gücüyle donatılmış, politikada, edebiyatta, güzel sanatlarda, ticarette ya da özel yaşamda parlamak için derinlikli çözümlere sahip kılınmış erkeklerin hepsi mutlu olmak için, bir kadını sevgiyle ya da yetkeyle yönetmek için evleniyor ve hepsi aynı tuzağa düşüyor, belirli süre belirli mutluluğu tattıktan sonra birer ahmağa dönüşüyorsa, bu işte bir sorun var demektir ve bu sorunun çözümü, insan ruhunun bilinmeyen derinliklerinde, bazılarını yukarıda açıklamaya çalıştığımız olaylarla gözler önüne sermeyi denediğimiz fiziksel gerçeklik türlerinde yatıyor demektir.
Ahmaklar, açıklamakta ne kadar zorluk çektiklerini ileri sürerlerse sürsünler, aşkın, geometrininki kadar kesin ilkeleri vardır; ne var ki her birimiz bunları kendi keyfimize göre değiştirdiğimizden, kendi yarattığımız bu sayısız düzenlerin kaprislerinden şikayet edip dururuz.
(...)
LVIII
Bir şeye, ona gösterdiğimiz özenin, çabanın ya da isteğin yoğunluğu ölçüsünde sürekli bağlanırız.
Düşüncelerimizin, aşkların bu ilk yasasının nedenleri üzerinde gözlerimizin önüne serdikleri, aşağıdaki aksiyoma indirgeniyor: Bu aksiyom, söz konusu yasanın hem ilkesini, hem de sonucunu oluşturuyor.
LIX
İnsanın elde ettikleri, verdikleriyle orantılıdır.
(...)