DÜŞÜNCELER II
Evlilikle İlgili İstatistik
(...)
Gerek bizim, gerekse bu kitabın ulaşmayı amaçladığı kişiler için kadın, insan soyunun nadide bir türüdür. İşte size bu türün belli başlı fizyolojik özellikleri:
Bu tür, altının sağladığı güç ile uygarlığın moral sıcaklığı sayesinde erkeklerin özel özenle yetiştirip geliştirdiği bir türdür. Cildinin akça pakçalığı, duyarlılığı ve yumuşaklığıyla önceki türden ayırt edilir. Doğal eğilimi onu hayranlık uyandıran bir temizliğe iter. Parmakları, tatlı, yumuşak ve güzel kokulu olmayan şeylere dokunmaktan tiksinir. Beyaz kürkünün lekelendiğini görecek olsa, kakım gibi, üzüntüden kahrolup ölebilir. Saçlarını parlatmaya, onların çevreye, insanları kendinden geçiren kokular yaymasını sağlamaya, pembe tırnaklarını fırçalamaya, onları hilal biçiminde kesmeye, nazik uzuvlarını sık sık temizlemeye bayılır. Geceleri, en yumuşak tüylü kumaşların üstünde olmaktan hoşlanır yalnız; gündüzleriyse, sert tüylü divanların üstüne yayılmayı sever; yatay konuma geçmek en çok hoşlandığı şeylerden biridir. Sesi, insanın içine işleyen yumuşaklıkta, zarifliktedir. İnanılmaz bir rahatlıkla konuşur. Zahmetli hiçbir işe girişmez; yine de, gözle görülür zayıflığına karşın, bazı yükleri mucizevi bir kolaylıkla yerinden oynatmayı, taşımayı başarır. Güneşin parlak ışınlarından fellik fellik kaçar, dahice yöntemler kullanarak kendini bu ışınlardan korur. Yürümek, onun için yorucu bir iştir; yemek yer mi? Bu bir gizdir. Öteki türlerin gereksemelerini paylaşır mı? Bu da soru işaretidir. Aşırı meraklı olduğundan, kendisinden en küçük bir gizi saklayan kişinin bile tuzağına düşebilir, çünkü aklı sürekli olarak bilmediği şeylerdedir. Sevgiye tapar, sevdiğinin hoşuna gitmeyi düşünür yalnızca. Sevilmek tüm davranışlarının, arzu uyandırmak tüm hareketlerinin amacıdır. Aklı fikri, çevresinde ışıl ışıl parlamakta olduğu için ancak zarif ve ince çevrelerde hareket eder. Hintli genç kızlar, Tibet keçisinin yumuşak tüylerini, Tarare, incecik tüllerini onun için dokur; Brüksel, mekiklerini en saf ve en ince keten iplikler arasında koşturup durur; Visapour, onun için dünyanın öbür ucundaki parlak taşları elde etmeye çalışır; Sevres, beyaz kilini altın yaldızla onun için kaplar. Gece gündüz demez, yeni süsler, takılar düşünür; yaşamını giysilerini kolalamakla, söküklerini dikmekle geçirir. Doğruluğuna inanmasa da, övgüleri gururunu okşayan, duydukları arzu kendisine çekici gelen yabancılara parlak ve taze görünmeye bayılır. Kendi bakımına ayırdığı, kendini zevke bıraktığı saatleri, en tatlı ezgileri söyleyerek geçirir; Fransa ve İtalya, nefis konçertolarını onun için yaratır; Napoli, yaylı sazlarına o uyumlu ruhu onun için verir. Sonuçta bu tür, dünyanın kraliçesi, arzuların kölesidir. Evliliğe, sonunda güzel bedenini bozacağından korksa da, mutluluk vaat ettiği için razı olur. Çocuk sahibi olursa, bunu yalnızca rastlantıyla yapar; büyüdüklerinde de onları gözlerden saklar.
(...)
Kadının yaşamında, birbirinden kesin çizgilerle ayrılan üç dönem vardır: Bunlardan ilki beşikte başlayıp evlenme çağında biter; ikincisi, kendini evliliğe verdiği süreyi kapsar; üçüncüsüyse, kritik yaşa gelmesiyle başlar ki bu dönemde Doğa, tutkularının sona ermesi gerektiğini oldukça kaba biçimde ona ihtar eder. Bu üç yaşam çevresi süre bakımından çok az farklarla eşit uzunlukta olduğundan, belirli sayıdaki kadın topluluğunu eşit olarak böler. Böylelikle, altı milyonluk bir kadın topluluğu içinde, araştırılıp ortaya çıkarılması bilginlere düşen bazı küçük gruplar dışında, bir-on sekiz yaş arasında iki milyon kız, on sekiz yaşın üzerinde, kırk yaşın altında iki milyon kadın, bunların dışında da iki milyon yaşlı kadın vardır. Dolayısıyla, evlenme çağında bulunan iki milyon kadın; Toplumsal Durum'un kaprislerine bağlı olarak üç büyük kategoriye ayrılır. Bunlar, yukarıda açıkladığımız nedenlerle kızlıklarını koruyan kategori; erdemli olup olmadıklarına kocalarının pek aldırmadığı kategori ve bizim üzerinde duracağımız, toplum içinde yasal konumda bulunan bir milyon kadının oluşturduğu kategoridir.
Kadın milletinin bu oldukça doğru bölümlenmesi sonuçla bize, Fransa'da yaklaşık bir milyon beyaz kuzucuktan oluşan bir sürü bulunduğunu gösteriyor ki bu ayrıcalıklı ağıla bütün kurtlar göz dikmiş durumda.
Tülbentten süzülmüş bu iki milyon kadını bir başka elekten daha geçirelim.
Bir kocanın, karısına duyması gereken güveni daha iyi değerlendirebilmek amacıyla, bu kadınların hepsinin kocalarını aldatacağını bir an için düşünelim.
Bu varsayımda, yukarıda sayıca belirtilmiş kadınların yaklaşık yirmide biri kadarını, yeni evlenmiş ve yaptıkları evlilik sözleşmesine belirli bir süre sadık kalacak genç kadınları düşmemiz uygun olacaktır.
Yirmide birlik bir başka bölümü de hasta kabul edeceğiz. Bu oran aslında, insanların çektikleri hastalık acılarını hafife almak olacaktır, ama neyse.
Söylendiğine göre, sağlık dışı kabul edilebilecek bazı durumlar, örneğin çirkinlik, rahatsızlıklar, gebelikler, erkeğin kadın kalbinde kurduğu tahta zarar verirmiş; bu gibi durumların da yirmide birlik bir bölüm oluşturduğunu düşünelim.
Evli bir kadının kalbinde, kocasını aldatma düşüncesi, sıkılmış bir tabanca kurşunu gibi bir anda uyanmaz. Yine de ilk görüşte duyulan sempatinin kadınlarda duygular uyandırdığı, ailelerde görülen sadakatsizliklerin toplam sayısının, bu duygulanmanın yol açtığı çekişmeler sonunda kocanın ne ölçüde gözden düştüğüne bağlı olduğu varsayılabilir. Bu çekişmeyi sürdüren kadınların sayısını, doğuştan savaşçı olan bir ülkede, toplam kadın sayısının yirmide biri olarak kabul etmek, Fransa'daki edepli kesime neredeyse kara çalmak olur; öyleyse bazı hasta kadınların âşıklarını yatıştırıcı ilaçlarla ellerinde tuttuklarını, öte yandan, gebelikleri iki yüzlü bazı bekâr erkekleri gülümseten kadınların da bulunduğunu varsayacağız. Böylelikle de erdemleri için savaşan kadınların edebini kurtarmış olacağız.
Yine aynı düşünceyle, âşığı tarafından terk edilen bir kadının hemen bir yenisini bulduğunu düşünmeye kalkışmayacağız; bu nedenle gözden dilden erkeklerin sayısı zorunlu olarak bir öncekinden daha düşük olduğundan, bu durumdaki kadınların sayısını kırkta bir olarak kabul edeceğiz.
Bu eksiltmeler, evlilik inancına saygısızlık eden kadınların sayısını belirlemek köz konusu olduğunda, bu kitleyi sekiz yüz bine düşürecektir.
Bu durumda, bu kadınlarımızın erdemli oldukları düşüncesini kim korumak istemez ki? Ülkemizin çiçekleri değil midir bu kadınlar? Hepsi taptaze, çekici, akıl karıştıracak güzellikte, gençlikte, canlılıkla, aşk dolu değiller mi? Onların erdemliliğine inanmanın, bir tür toplumsal dine inanmaktan farkı yoktur; çünkü onlar dünyanın süsü, Fransa'nın medarı iftiharıdırlar.
Demek ki,
kocalarına sadık kadınların sayısını, erdemli kadınların sayısını
bu bir milyon kadın arasında aramamız gerekiyor.
Bu araştırma ve bu iki kategori, uzun Düşünceler'in kaleme alınmasını gerektiriyor ki bunlar bu araştırmanın eklerini oluşturacak.
(...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder