Bu
kitabın alt başlığı "Dışardalık Üstüne Deneme"dir. Levinas'ın
temeldeki fikri, Öteki'nin (her zaman için, saygı ifade eden bir büyük harfle
yazılır) bütünüyle başka olduğudur, bütünüyle dışarda ve her türlü
sahiplenmenin, mülkiyetçiliğin, özümleme ve benliğe indirgeme fikrinin üstündedir,
böylelikle mutlak aşkınlığı temsil eder. Öteki'nin başkasılığı kesinlikle
başkadır, beni bütünüyle aşar, benzer olanla özdeşleştiremem onu, benzer olana
indirgeyemem, "bütünüyle sahiplenemem" (sözcüğün Hegel'deki
benimsenmiş anlamıyla), onu özümseyerek kendime mal edemem: Tanrı gibidir.
Öteki,
Mutlak-Öteki, yani Mutlak. Öteki benim yadsınmam, karşıtım, Aynı olanın karşıtı
değildir yalnızca (benden başka, benden farklı, benim tam karşıtım, bana
muhalif olan, hatta Hegel ve Marx'tan Sartre'a kadar Hegelcilerin kanıtlamaya
çalıştıkları gibi, benim kimliğimin tamamlayıcısı), olumlu aşkınlıktır,
"metafizik olarak arzulanan Öteki'dir" (Aristoteles'in "metafizik"
tanımına bir gönderme, "arzulanan" bilim olarak ilk felsefedir
metafizik). "Dışardalık bir yadsıma değil, bir harikadır" [Bütünsellik
ve Sonsuz], "Bu devinimin son durağı -dışarısı ya da başkası- en üstün
anlamıyla başkası'dır. Hiçbir yolculuk, hiçbir iklim ve dekor değişikliği
burada ortaya serilen arzuyu doyuramaz. Metafizik olarak arzulanan Öteki, yediğim
ekmek gibi, yaşadığım ülke gibi, seyre daldığım manzara gibi, kimi zaman
kendime karşı kendim gibi, şu 'ben', şu 'başkası' gibi "başka"
değildir. Bu gerçekliklerle "beslenebilirim" ve geniş bir ölçüde,
sanki yalnızca eksikliklerini hissetmişim gibi kendimi tatmin edebilirim. Bu
noktada bile, onların başkasılığı, düşünen ya da sahiplenen olarak benim
kimliğimde erir" (a.g.y). Ayrıca Levinas a contrario, Aristophanes'in Şölen'de
anlattığı ve bilindiği gibi, aşkı, âşıkların yeniden oluşturmaya çalıştığı
bir birlik özlemi olarak sunduğu mitosa gönderme yapar. Ona göre bunun tam
tersine, metafizik arzu ‘‘bütünüyle başka olana, kesinlikle başka olana
uzanır" (a.g.y), ve Platoncu bir birleşme ya da Hegelci bir sentez
girişiminde ancak alçalabilir ve görmezden gelinebilir.
Dolayısıyla
arzu farklılığı, yadsımayı, çelişkiyi ve Aynı olanla karşıtlığı kısıtlayan
(farklı olanı özümsemek, onu aynı olana indirgemek isteyen) gereksinime indirgenemez:
aşkınlığı hedefler, dolayısıyla kendini doyuramaz (yeterince -satis- elde
etmek gibi en güçlü anlamıyla)*. Öteki'nin mutlak olumluluğu, kavranamaz,
özümsenemez, indirgenemez doğası, "görünmezliği" karşı koyar buna.
Bundan böyle aşk belirsizleşir: bir gereksinim nesnesinin hedefidir, dünyevi
bir zevktir, Öteki'nin haz alma istencidir, ama aynı zamanda aşkınlık
arzusudur - bu "teğetlik", "erotik" olanla, "ikircilliğin
en yetkin örneğiyle" ortaya çıkar ve simgelenir, ele geçirme (cinsel
olarak elde etme) ve uzaklık, Öteki'nin ulaşılamaz, bütünüyle erişimimiz
dışındaki doğası arasındaki oyun ya da belirsizliktir bu. Beklenti, temas ve
uzaklık olarak okşama, aşkın bu belirsizliğini örneklendirir, Levinas da,
buraya aldığımız ikinci metni izleyen sayfalarda bu durumu çözümleyecektir:
"Sevgili, ele geçirilebilir, ama olanca çıplaklığı içinde ona el değmemiştir
(...), Dişiye özü gereği el sürülebilir ve sürülmeyebilir {...}, şehvetli
temasta bile dokunulamayabilir ona" (a.g.y). Burada Lucretius'un çiftleşme
sırasında, partnerin ele geçmez doğasıyla ilgili çözümlemesini doğrulayan olumsuz
-ya da daha çok "olumlu"- bir değişke buluyoruz, güzellikten alınacak
hiçbir şey yoktur, der şair, aşkta arzunun uyandırdığı hayallerden başka:
"Güzel bir çehreden ve hoş bir pembelikten bedenimizi doyuracak hiçbir şey
sızmaz içimize" [Doğa Üstüne, IV, 1094-1096]. Lucretius, "ele
geçmez" der, Levinas ise "Öteki'nin erişilmez başkasılığı"
diyecektir.
*
Kendini doyurmak: Fransızcada "satis-faire". (Ç. n.)
A. Alışılageldik arzu
çözümlemesi benzersiz iddiasının üstesinden gelemeyecektir. Her yerde
yorumlanan arzunun temelinde bulunan şey gereksinim olacaktır; arzu, muhtaç ve
kusurlu ya da geçmişteki üstünlüğünü yitirmiş bir varlığı gelip bulacaktır.
Bir şeyleri yitirmiş olmanın bilinciyle çakışacaktır. Her şeyden önce bir özlem
duygusu, geri dönme sıkıntısı olarak görülecektir. Ama bu durumda gerçekten
başka olandan kuşku duymayacaktır bile.
Metafizik arzu geri dönüşe
heveslenmez, topraklarında doğmadığımız bir ülkeye duyulan arzudur çünkü. Her
şeyiyle bize yabancı, yurdumuz olmamış, asla yerleşemeyeceğimiz bir ülkeye
duyulan arzudur. Metafizik arzu öngörülmüş hiçbir yakınlığa dayanmaz.
Doyurulamayacak bir arzudur. Doyurulmuş arzular ya da cinsel gereksinimler,
hatta ahlaki ya da dini gereksinimler hafife alınır çünkü. Aşkın kendisi de bu
şekilde, yüce bir açlığın giderilmesi olarak görülür. Bu dil olanaklıysa eğer,
arzularımızın çoğu arı değildir, aşk da öyle. Doyurulabilecek arzular, ancak
doyum fikrinin düş kırıklığı yaratması, ya da şehvetin ta kendisini oluşturan
doyumsuzluk ve arzunun şiddetlenmesiyle metafizik arzuya yaklaşırlar.
Metafizik arzunun niyeti başkadır - kendisini doyurmakla kalacak her şeyin
ötesini arzular o. İyilik gibidir -arzulanan, bu arzudaki boşluğu doldurmaz,
derinleştirir.
B. Aşkınlığın metafizik
olayı -Öteki'ni karşılama, arzu-konukseverlik ve dil- aşk gibi gerçekleşmez.
Ama söylemin aşkınlığı aşka bağlıdır. Aşkınlığın aşkla birlikte, nasıl dilden
daha uzağa gittiğini ve gidemediğini göstereceğiz.
Aşkın bir kişiden başka
varışı yok mudur? Kişi burada bir ayrıcalıktan yararlanır - aşkın niyeti
Öteki'ne, dosta, çocuğa, kardeşe, sevgiliye, anne babaya yönelir. Ama bir şey
de, bir soyutlama, bir kitap da aşk nesnesi olabilir. Şöyle ki, temel görünüşlerinden
biriyle aşkınlık olarak Öteki'ne yönelen aşk bizi içkinliğin ötesine götürür:
varlığın, arayış girişiminde bile bulunmadan önce bağlandığı şeyi arayışının
(üstelik onu bulduğu dışardalığa karşın) devinimini belirler. En yetkin serüven
de hazırlıksız bir yönelmişliktir: Seçilmemiş olanın seçilmesi. Öteki'yle
ilişki olarak aşk bu temel içkinliğe indirgenebilir, her türlü aşkınlıktan
sıyrılabilir, yalnızca ortak doğadan bir varlığı, bir ruh ikizini arayabilir,
ensest biçiminde ortaya çıkabilir. Platon'un Şölen'inde, Aristophanes'in, aşkın
tek bir varlığın iki parçasını birleştirdiği yolundaki mitosu, serüveni kişinin
kendine dönüşü biçiminde yorumlar. Haz bu yorumu doğrular. İçkinlik ve aşkınlığın
sınırında yer alan bir olayın anlaşılmazlığını açığa çıkarır. {...}
Aşkın olanın verdiği haz,
ifadesinde bile neredeyse çelişkilidir, aşk hakiki anlamda ne duyum olarak
yorumlandığı erotik dilde bulur ifadesini, ne de aşkınlığı arzulama düzeyine
yükseltildiği düşünsel dilde. Öteki için, başkasılığını koruyarak bir
gereksinim nesnesi olarak belirme olanağı, hatta Öteki'nden haz alma, aynı anda
söylemin hem ötesinde hem berisinde yer alma olanağı, kendisine hem erişen hem
de kendisini aşan muhatabının karşısındaki konumu, gereksinim ve arzunun,
kösnül istekler ve aşkınlığın eşzamanlılığı, itiraf edilebilir olanın ve itiraf
edilemeyenin birbirini teğet geçmesi bu anlamda ikircilliğin en yetkin örneğini
oluşturan erotiğin özgünlüğünü oluşturur.
Aşk Öteki'ni hedefler, onu
zaafları içinde hedefler. Zaaf burada herhangi bir sıfatın alt derecesini,
bana ve ötekine ortak bir belirlemenin görece yetersizliğini göstermez.
Sıfatların su yüzüne çıkışından önce, başkasılığın ta kendisini niteler. Sevmek,
başkası için korkmaktır, onun zayıflığının imdadına yetişmektir.
Eric Blondel / Aşk
Görsel :Michael Parkes
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder