Karşısındakini kendinden daha yüksek bir mevkide sanan iki adamın karşılaşması. Paul Klee 1903
"Herkes
aynı yöne çekseydi, dünya alabora olurdu.
Yidiş
atasözü
I
Düşüncelerimizin,
fikirlerimizin, zevklerimizin, deneyimlerimizin doğrulanmasına ihtiyaç duyarız.
Bu, bizim hem birey olarak hem de birbirimizle olan ilişkilerimizde kendimizi
güven içinde hissetmemizi sağlar. Uyuşma ihtiyacı, gerçekliğe hükmeder. Güvenlik
uğruna mutabık kalırız ve gerçeği feda ederiz. Uyuşmaya varmakla, toplu olarak
her şeyi paylaşmış ve doğrulamış oluruz. Üzerinde uyuşmaya varamadığımız
şeyler, soyutlanmış olarak kalır ve unutulur; bunların ortak kültür ve uy
garlığımızın bir parçası haline gelmesi pek enderdir. Gündelik hayatımızın
akışı içinde uyuşmayı bir rahatlık sayarız. Bir tartışma günün düzenini
bozacaksa, uyuşmazlık çıkarmanın pek bir anlamı yoktur. Anlaşma, totaliterdir.
II
Sırf
günü huzurlu geçirmek için sık sık "evet" der, ama aslında "hayır"ı
kastederiz. Uyuşmak suretiyle başkalarıyla aramızda bağ kurarız. Anlaştığımız
insanları sever, uyuşmadıklarımızdan hoşlanmayız. Genellikle uyuşmamaktan çok
uyuşmaya vakit ayırırız. Mutlu evliliklerin, uzun süreli arkadaşlıkların,
olumlu iş atmosferlerinin, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkilerin
kalıcı olabilmesi, ancak uyuşma olduğu takdirde mümkündür. Bir şey ters
gittiğinde danışmanın, öğretmenin, endüstri psikologunun, halkla ilişkiler
uzmanının görevi, taraflar arasında yeniden uyuşma sağlamaktır. İnsanlarda
yapısal değişiklik eğilimi genellikle azdır. Yeryüzündeki bütün sefalete,
adaletsizliğe ve mutsuzluğa rağmen, kendi kendimizi ve öteki türleri yok
ettiğimiz bir dünyada yaşıyor olmamıza rağmen, kurulu düzenle, kitaplarla ve
birbirimizle uyuşmayı sürdürürüz. Hep birlikte uyum içinde yaşamaya devam
ederiz. Anlaşmanın getirdiği yalancı uyum duygusu statükoyu, felakete götüren
rayları sağlamlaştırır. Yine de, anlaşmazlık çıkartarak sevimsiz olmak
istemeyiz. Birbirimizle ve yetkililerle uyuşma halinde olma eğilimini
sürdürürüz, ta ki, sonunda herkes birbirini boğazlama noktasına gelene dek.
Uyuşma, uyuşmazlıkla değil, tam bir kargaşa ile sonuçlanır. Ama o ana dek,
olumsuz beyanlarda bulunmaya cesaret edemeyiz. Kendi kurduğumuz hapishanelerde
kendi kendimizin sansürcüsü oluruz.
III
Uyuşma,
hiyerarşik totaliter toplumda zaten bize önceden verilmiş olan düzeni taklit
edip kendi içimize soktuğumuz bir süreçtir. Yetişkinliğe giden yolda hepimizin
içinden geçtiği toplumsallaşma süreci, bize uyuşmanın öğretildiği bir
süreçtir. En basit çocuk oyunlarındaki kurallardan, kurulu düzenin yasalarına
varıncaya dek, tüm kurallara uymayı öğreniriz. Toplumsallaşma sürecinde
uyuşmazlığın yeri ve tek bir örneği dahi yoktur. Uyuşmak, dostça bir hareket
sayılır. Aile içinde, okulda, dinde ya da hükümette uyuşmazlık çıkarmak, kötü,
nazik olmayan, tehlikeli bir eylemdir.
Uyuşmazlıkta
bile, uyuşmama konusunda uyuşmaya varırız. Saygın düşünürler, akademisyenler
ve kurulu düzenin bilgeleri uyuşmama konusunda uyuşmaya vararak, kendilerini
yalancı bir güvenlik duygusuyla donatırlar ve böylece ciddi bir eleştiri ya da
aforoz edilme kaygısına düşmeden çalışmalarını sürdürürler. Uyuşmama konusunda
vardıkları bu uyuşma, kendi çalışmalarından ve başkalarının çalışmalarından
büyük bir gönül rahatlığı duymalarını ve bu konularda kendilerine hemen hiçbir
temel eleştiri yöneltilmemesini sağlar. Hakikat paylaşılabilir mi? Hakikat üzerinde
uyuşmaya varılabilir mi?
IV
Son
tahlilde birbirimizle paylaşabileceğimiz tek şey, hepimizin kafasında belirli
sorular olduğudur. Bu sorulara yanıt arama süreci içinde yollarımız
kesişebilir. Sorgulamaktan ve yanıt aramaktan gelen o "bakış'ı birbirimizin
gözünde görebiliriz. Ne var ki, o bakışla bir bağ kurduğumuz anda, o bağ,
arayış deneyiminden ağır bastığı anda, o bağ, arayışın serbest akışını engellediği
anda, erişilmezin peşinde koşmak için gerekli olan tüm özgürlüğü de yitirmiş
oluruz. Artık özgür değilizdir. Ait olma konusunda uyuşmaya varırız. Uyuşma
konusunda yekvücut oluruz. O zaman da, yalnızca aynı soruları sormaya başlamakla
kalmayız, aynı zamanda sorularımız da yanıtlanabilir hale gelmiş olur. Kutsal
kitaplarda ve ders kitaplarında, anayasalarda ve evrensel bildirgelerde
yanıtlar kaydedilmiş, kodlanmış ve böylece kutsal, dokunulmaz, sorgulanmaz
hale gelmiştir. Bunlara getirilecek ilave sorular, kâfirlerden, halk
düşmanlarından, cahillerden, gerçekçi olmayan kişilerden ya da delilerden gelmiş
sayılır.
V
Çoğu
durumlarda anlaşma, bir yalandan, bir güvensizlik göstergesinden ibarettir.
Sohbetlerde çoğu kez karşımızdakini gerçekten dinlemeden onu onayladığımızı
belirtir, evet evet evet der ve başımızı sallarız ki, bir an önce konuşma
sırası bize gelsin ve biz de meramımızı anlatabilelim. Bu tür gündelik sohbetlerde
anlaşma, insanın sırf karşısındakini susturup kendi fikirlerini söyleyebilmek
için başvurduğu bir kılıftır. Savaşan ülkeler, işverenlerle işçi sendikaları,
evsahipleriyle kiracılar arasındaki bütün görüşmeler, anlaşmayla sonuçlanır.
Böyle durumlarda anlaşma, çoğunlukla güçlülerin görüş ve şartlarını zayıfların
kabul etmesi anlamına gelir aslında. İktidar ve güç peşinde koşmayanlar, birbirleriyle
mücadele içinde olmayanlar, nadiren uyuşma ihtiyacı duyarlar. Onlar daha
ziyade, tek bir ağaçtan düşen yapraklar gibi, uyum halinde oracıkta kendiliğinden
geliştirilmiş ilişkiler içinde bir arada süzülüp dururlar. Evlenmek üzere
anlaşan gençler, o anda birbirlerine öyle şeyler vaat ederler ki, bunlar
bağlanma ruhunu olumsuzlar, inkâr eder. Evlilik yemini, sevginin
doğrulanmasından çok, özgürlükten feragat edilmesi anlamına gelir. Karşılıklı
ödevler konusunda bir anlaşmadır bu ve aşka eşlik eden altrüizm duygusuna hepten
ters düşer. İnsan, arkadaş ya da sevgili olma konusunda nasıl anlaşmaya
varabilir? Bu gibi şeyler kendiliğinden olur. Arkadaş ya da sevgili oluruz.
Ama bir kez olduk mu da, aramızda bir bağ kurmuş, yazılı olmayan iki kopyalı
bir sözleşme yapmışız demektir. Ne var ki, her iki kopya, çekici bir dille de
olsa, farklı dillerde farklı şeyler söylemektedir.
VI
İnsanın
karşısındakine duyduğu güven, güvence ve inancın eşlik ettiği bir uyuşmazlık
neden olamasın? Görüş ayrılıkları ve uyuşmazlıklar neden karşısındakini
reddetme anlamına gelsin? Yıllar yılı hemen hemen her konuda anlaşan iki
insanın belirli bir konuda şiddetli bir uyuşmazlığa düşmesi neden bir felaket
sayılsın ve bu durum neden onların birbirlerini hiç tanımamış olduklarının
belirtisi sayılsın? Ya da, birbirinden farklı iki insanın, zevklerden
ideolojilere varıncaya kadar pek çok konuda uyuşmadan birlikteliği nasıl mümkün
olabilir? Birlikte olmak neden birbiriyle anlaşmak anlamına gelsin? Sağlam bir
ilişkiye neden bir anlaşma ilişkisi gözüyle bakılsın? Atomun pozitif protonu
ile negatif elektronunu ele alalım: Bunlar arasında ahenkli bir ilişki yok mu?
Hele bir de, ancak madde ile birlikle varolabilen anti-madde düşünülecek
olursa.
Özgürlük,
uyuşmazlığın bir fonksiyonudur. Hiçbir zaman uyuşma zorunda kalmama sürecidir
özgürlük. Özgürlüğün doğrulanması, anlaşma peşinde koşmamakla sağlanır.
Anlaşma
bir süreci durdurur. Şeyleri dondurur. Yaratıcılığı durduran bir frendir o.
Eleştirel düşünce, uyuşmazlığı körüklemek demektir, Anlaşmazlık yerine
anlaşmayı teşvik ettiğimizde, totaliterce ve kendimize karşı saygısızca
davranmış oluruz. Doğa, çatışma içinde ve çatışma sayesinde ahengini sürdürebiliyorsa,
biz de anlaşmayabiliriz. Kendi kendimize böyle bir borcumuz var. Anlaşmamak
suretiyle yalancılıktan kurtulur, özgürleşiriz.
16
Şubat 1987, Marburg
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder