Güvenlik
1990’lı yılların temel değeri haline geldi. Bir zamanların dünyayı değiştirme
(ya da olduğu gibi koruma) tutkularının yerini güvenliği sağlama kaygısı aldı.
“Güvenli” etiketi insanın bir dizi faaliyetine yeni bir anlam kazandırıyor
günümüzde; ve bu faaliyetlere katılan anlamları bizim otomatik olarak
onaylamamız bekleniyor. “Güvenli seks” sadece “sağlıklı” biçimde yaşanan seksi
değil, hayata dair bütünsel bir yaklaşımı ifade ediyor. Dahası güvenli seks,
günümüzdeki güvenlik meseleleri içinde yalnızca en fazla gündeme geleni.
Kişisel
güvenlik büyüyen bir sektör haline geldi. ABD’de ortaya çıkan ama hızla
Atlantik’i geçerek İngiltere’ye de yayılan yeni bir trendle beraber, her hafta
bireye dönük yeni bir risk ve buna uygun bir güvenlik önlemi keşfediliyor.
Kişisel güvenliğin her yönüyle ilgili tavsiyeler sunmayı amaçlayan geniş bir
örgüt ağı gelişmiş durumda ve önemli siyasi partilerin çoğunun programında bu
konudaki kaygılar dile getiriliyor. En açık ifadesini “yardım hattı” fenomeninin
kurumsallaşmasında bulan bu gelişmenin toplumsal ve kültürel hayat üzerindeki
ciddi etkisi ortada.
Günümüzde
bütün kamusal ve özel mekanlar güvenlik perspektifinden inceleniyor.
Profesyonel sağlıkçılar açısından, hastane güvenliği temel bir sorun haline
geldi. Yeni doğmuş bebekleri kaçırılma tehlikesinden uzak tutma kaygısı ve
bunun için alınan önlemler güvenlik takıntısının yaşı olmadığını gösteriyor.
ABD’de şiddet uygulayan bebek bakıcılarına dair korkular, “bebek bakımı
güvenliği” mesleğinde müthiş bir patlamaya yol açtı. ABD’li bir gizli gözlem
ekipmanı üreticisi olan Quark International 1996 yılı yazında, “bakıcı-kamerası”
satışlarında patlama yaşandığını bildiriyordu. Bunlar genelde oyuncak
bebeklere yerleştirilen ve ana-babalar tarafından çocuk bakıcısını denetlemede
kullanılan çok küçük video kameralardı. Amerikan basınında bakıcıların
istismarları konusunda çıkan haberlerden sonra, bu cihazların satışında artış
yaşanmıştı.
İngiltere’deki
okullarda güvenlik önemli bir konu. Günümüzde rutin hale gelen kameralar,
manyetik kartlar ve diğer önlemlerden oluşan geniş bir yelpaze sayesinde
okullar birer düşük güvenlikli hapishaneye dönüştü. Arabasında saldırıya
uğramaktan korkan kadınların güvenliği için araba telefonları pazarlanıyor ve
elektronik endüstrisi kapalı devre televizyonun evlere girmesinin an meselesi
olduğunu iddia ediyor.

Günümüzde,
ekonomik hayat da açıkça riskin önlenmesine yönelmiş durumda. Batı dünyasında
sağlık harcamalarındaki inanılmaz artış genelde yeni tıbbi buluşların yüksek
maliyetinin bir sonucu olarak açıklandı; oysa sağlık endüstrisini ABD’deki en
kârlı sektörlerden biri haline getiren yeni tıbbi teknolojiler değil riskleri
minimuma indirme kaygısıdır. Alternatif ilaç ve tedavi pazarındaki büyüme,
talebin sadece ileri teknoloji ürünlerine dönük olmadığını gösteriyor. Risk
önlemeye yönelik bütün ürün ve hizmetler iyi iş yapıyor. İngiltere’de içecek
pazarında en hızlı büyüyen sektör şişelemmiş sudur. Musluktan su içmenin riskli
olduğu gerekçesiyle şişe suyu satışları 1990’dan 1995’e iki kat arttı. Büyüyen
bir diğer sektörde kişisel güvenlik endüstrisi. 1990’lı yıllarda hırsız alarmı,
yangın alarmı, araba alarmı ve kişisel alarmlara talep ciddi ölçüde arttı.
1990’lı yıllarda, ekonomide durgunluk yaşanmasına rağmen güvenlik önlemlerine
duyulan talep sayesinde bu endüstri yılda yüzde 10 büyüme gerçekleştirdi.
Gazete başlıklarına kişisel güvenliğe yönelik yeni bir tehdit çıkar çıkmaz
yeni risk önleme ve korunma yöntemlerine gösterilen talep daha da artıyor.
Risk
kaygısının yaygınlaşmasından en çok yararlanan sektör kuşkusuz sigortacılık
oldu. Finansal hizmetler sunan Allied Dunbar’ın reklam sloganı “Hayatın henüz
bilmediğiniz yönlerine karşı", günümüzün ruh halini çok iyi yansıtıyor.
İngiltere’de hane başına düşen yıllık sigorta harcaması son on yılda iki
katına çıktı. 1980’lerden beri özellikle ciddi hastalıklara karşı yapılan
sigortalarda büyük bir artış yaşandı. Laing & Buisson sağlık danışmanlığı
firmasına göre, 1983 yılından beri özel sağlık sigortası yaptıran insanların
sayısı yüzde 50 arttı. Amerikalı ve Britanyalı tüketiciler arasında yapılan
araştırmaların birçoğuna göre özel sağlık sigortası yaptıranların harcama
kalemleri arasında güvenlik kaygısı ciddi bir tutar teşkil ediyor.
Risk
önleme, politik tartışmalar ve toplumsal eylemler açısından da önemli bir konu
haline geldi. Çeşitli çıkar grupları kampanyalarında riski minimuma indirme
amacını savunuyor. Bu yöneliş sendikalarda da hakim. İş veya ücret konusunda
artık nadiren eylem örgütleyen sendikaların asıl hedefi iş güvenliğini
artırmak ve üyelerini taciz ve saldırılardan korumak üzere yönetimle görüşmek
haline geldi. Eskiden siyasi konularla yoğun bir biçimde ilgili olan öğrenci
aktivizmi de yerini güvenlik konulu kampanyalara terk etli. Öğrenci
birliklerinin tecavüze karşı alarm sistemleri kurması ve güvenli içki içme
konusunda tavsiyeler vermesiyle birlikte öğrenciler kampüste düzenli olarak
güvenlik konusunda bilgilendirilmeye başladı. Kitabın yazıldığı sırada National
Union of Students (Ulusal Öğrenci Birliği) ülke çapındaki olayları takip etmek
için internette bir suç ihbar sayfası kurma fikrini değerlendiriyordu.
Uyuşturucu kullanımı bile güvenlik konusuyla ilişkilendiriliyor. Birçok insan
Ecstacy’i tercih etmesine gerekçe olarak bunun kendisini daha güvende
hissetmesini sağladığını ifade ediyor.
Güvenlik
gündemi kesinlikle kişisel güvenlikle ilgili risklerle sınırlı değil. Gerçekten
büyük olan tehlikelerin yanında kişisel güvenlikle ilgili riskler hiç kalıyor.
Çevresel tehlikelerin yarattığı riskler medya kanalıyla sürekli olarak bize
hatırlatılmakta. İnsan türünün varlığının da tehlikede olduğunun söylenmesiyle,
hayatın kendisi büyük bir güvenlik meselesi haline geldi. Karşımızdaki risk yelpazesi
neredeyse gün be gün genişliyor. Bir gün, trombosise yol açan gebelik önleyici
hapların, ertesi gün et yiyen süper virüslerin tehdidi altında oluyoruz. Bu
arada, aldığımız gıdaya dahi güvenemiyoruz. En son olarak biftek ve yer
fıstığının güvenli olmadığı ilan edildi. Musluklarımızdan akan suyu da içemez
olduk. Potansiyel tehlikeler kümesinin dur durak bilmez biçimde genişlemesinin
sonucu olarak güvenlik giderek kalıcı bir kaygıya dönüşüyor.
Güvenlik
takıntısının rutin ve banal hale gelmesinden sonra, insan davranışlarının
hiçbir alanı bunun etkisinden muaf kalamaz. Bugüne kadar sağlıklı ve eğlenceli
olarak görülen faaliyetlerin (güneşlenmek gibi) sağlık açısından önemli
riskler barındırdığım öğrendik. Ayrıca, özellikle riskli olduğu için yapılan faaliyetler
dahi tekrar güvenlik perspektifinden değerlendiriliyor. Bu bakış açısıyla
gençler ve risk konusunu inceleyen bir yazı dağcılık alanında yeni güvenlik
önlemlerinin uygulanmasını olumlu buluyor:
Hiç kimse gençleri risk almaktan
alıkoyamaz. Ancak bu tür risklerin boyutlarının azaltılması da mümkündür. Son
yıllarda kaya tırmanışı yapanlar daha iyi ipler, sağlam botlar, kasklar ve
çeşitli ekipmanlar sayesinde riski önemli ölçüde azaltmıştır
Bizi kendimizden korumaya
çalışan ve yüksek bir güvenlik bilincine sahip olan bu uzman, dağcılıkla
uğraşan gençlerin riskin ürperticiliğinden vazgeçmek istemeyeceği gerçeğini hiç
hesaba katmıyor.
Her
şeyin güvenlik perspektifinden değerlendirilmesi günümüz toplumunun belirleyici
niteliklerinden biridir. Güvenliği mutlaklaşmalı ve riski toptan kötü gören
toplum, yaşama dair bir değer yargısında bulunuyor demektir. Dağcılık bir kere
riskten kaçınma ile ilişkilendirildikten sonra bu sporun tamamen yasaklanması
an meselesidir. Dağcılık yaparken kaza geçirenlerin “buna kendilerinin sebep
olduğu” söylenecektir; çünkü onlar güvenlik öğütlerine uymayarak yeni ahlâk
anlayışını hiçe saymıştır.
RİSK
BİLİNCİ
Yukarıda
değinildiği gibi risk büyük bir sektör haline geldi günümüzde. Binlerce
danışman “risk analizi”, “risk yönetimi” ve “risk iletişimi” konularında
tavsiyeler veriyor. Medyanın da konuya ilgisi giderek artmış bulunuyor; gazete
sütunlarında “risk toplumu” ve “risk algılaması” gibi terimler sürekli geçer
oldu. Aslında, bizi yeni tehlikelere karşı uyarmaya çalışan ve görünüşte uzman
olan kişilerin sayısı o kadar çok ki bunların tavsiyeleri birbirleriyle çelişmekte
ve neyin güvenli neyin riskli olduğu konusunda tam bir kafa karışıklığı hüküm
sürmekte. Ara sıra alman bir kadeh şarap sağlık açısından yararlı mı yoksa
zararlı mıdır? Erkeklerin kalp krizini önlemek için günde bir aspirin almaları
doğru mudur, yoksa kanlı ülser ve diğer yan etkiler yüzünden bundan uzak durmak
mı gerekir? Kadınlara bir yandan sağlıklı olmak için diyet ve egzersiz yapmaları
söylenirken diğer yandan da bunun ilerki yaşlarda osteoporoz riskini
artırabileceği belirtiliyor. Bir yüksek gerilim hattının yanında yaşamanın
kanser riskini artırdığının kamuoyuna açıklanmasından sadece birkaç hafta
sonra yayımlanan önemli bir çalışma bu uyarıyı yalanlayabiliyor.

Güvenliğimize
yönelik çeşitli tehditlerin yoğunluğu ve niteliği ile ilgili farklı yorumlar
olsa da hepimizin şöyle ya da böyle bir risk altında olduğumuz konusunda
kesinlikle herkes hemfikir. Risk altında bulunmak adeta, herhangi bir spesifik
sorundan bağımsız, kalıcı bir durum olarak görülüyor. İnsanoğlunun etrafı
risklerle sarılmış durumda. Bu riskler adeta bağımsız bir biçimde var olmaktadır.
Okulda veya işyerinde risk altında bulunduğumuzdan kesin ifadelerle
bahsedebilmemizin sebebi budur. Riski özerk ve her yerde hazır ve nazır bir güç
haline getirerek, her tür insan deneyimini bir güvenlik meselesine
dönüştürüyoruz.
İngiltere’nin
önde gelen güvenlik uzmanlarından Diana Lamplaugh tarafından yazılan tipik bir
broşür, okuyucuya her durumda mevcut riskleri değerlendirmesi konusunda tavsiye
veriyor. Örneğin, broşür toplu taşımacılıktan yararlananları tetikte olmaya
çağırıyor:
Akıllı yolcu, toplu taşımacılığın da
kamuya açık bir ortam olduğunu asla aklından çıkarmaz, istasyonlarda giriş
çıkış serbesttir. Kimse dışlanmadan herkes yolcu olarak kabul edilir. Dahası,
yolculuk halindeyken genelde rahatça hareket edemeyiz ve tehlikelerden
kaçınamayız.
Burada “kamuya açık” ifadesi
riskli olma ile özdeşleştirilmiş; tanımadığımız insanların varlığı bir sorun
olarak görülmüş. İşe gidip gelme gibi rutin bir deneyim bile güvenlikle ilgili
korkularla ilişkilendirildiğinde, risk altında olmak, insanın durumunu
belirleyen temel etken haline gelir.
Artık
bütün iyi kitabevleri risk ve risk algılaması analizlerini konu alan ciltlerle
dolu. Risk literatürünü etkileyen varsayımlardan biri, bugün geçmişe göre daha
fazla riskle yüz yüze olduğumuz inancı. Bilim ve teknolojinin gelişiminin,
potansiyel felaketler barındıran yeni riskler yaratacak biçimde çevreye zarar
verdiği varsayılıyor. Bu tezin daha kaba versiyonlarına göre karşımızdaki
sorunlar çok büyüktür ve insanoğlunun soyunun tükenmesi fazla uzak değildir. Dünyanın
Sonu: İnsanlığın Yokoluşu Sorununun Bilimsel ve Etik Boyutları gibi iç açıcı
başlıkları olan kitaplar kitapevlerinde ve çok satanlar listelerinde belirmeye
başladı bile.
Ciddi
yorumcuların çoğu, insanların gerçekte eskisine göre daha uzun yaşadığını ve
eski dönemlere göre daha sağlıklı ve rahat olduğunu kabul ediyor. Ancak birçok
kişi bu iyileşmeyi mümkün kılan toplumsal, ekonomik ve bilimsel ilerlemelerin
sadece daha büyük ve yeni sorunlar yarattığını iddia ediyor. Konusunda söz
sahihi olan yazar ve düşünürler teknolojik tehditlerin riske sınırsız bir
nitelik kazandırdığını ileri sürüyor. İddialarına göre bilimsel gelişmelerden
kaynaklanan tehlikeleri hesaplamak mümkün değil. Günümüzdeki olayların hızlı
ritmi ve bugün etkili olan küresel güçler yüzünden insan eylemlerinin sonuçları
her zamankinden daha yaygın ve ölçülemez durumda. Dolayısıyla sorun bilememek
değil. Sonucun bilinmesi zaten imkansızdır.
Bu
perspektiften bakıldığında, yeni teknolojik süreçlerin çevreye görülmez
zararlar verdiğinden ne zaman şüphe duyulsa, uzman ve akademisyenlerin çağdaş
yaşamın tehlikelerine karşı yüksek bir risk bilinci geliştirmenin rasyonel bir
tepki olduğunda ısrar etmesi anlaşılır. Riski ele alan birçok sosyolojik
incelemede de günümüzdeki geniş güvenlik kaygısının temelinde teknolojinin ve
bilimin yıkıcı etkilerinin farkında olmanın yattığı belirtilmektedir. Çernobil
nükleer kazası gibi felaketlerin veya son yıllardaki petrol tankeri sızıntılarının
etrafımızdaki tehlikeler konusunda toplumu uyardığı söyleniyor. Birçok risk
teorisyeni toplumdaki risk kaygısının artmasını kirlilik ve çevre sorunlarıyla
ilgili yeni ve kişisel bir duyarlılığa sahip olan sorumlu bir yurttaş
kesiminin bir göstergesi olarak değerlendirmektedir. Birçok tartışma yaratan Risk
Society (Risk Toplumu) kitabının yazarı Ulrich Beck’e göre “artık doğanın zarar
görmesi ve yok edilmesi süreci kişisel deneyimin uzağındaki kimyasal, fiziksel
veya biyolojik tepkime zincirlerinde gerçekleşmemekte; aksine, bu süreç göz, kulak
ve burunlarımıza doğrudan etki yapmaktadır”. Teknoloji ve bilimin günümüzde
yarattığı tehlikeler konusunda son derece dar bir bakış açısına sahip bir
yorumdur bu. Gerçekte, günümüz toplumunun risk konusundaki algılayış ve kaygılarını
belirli bir olay ya da teknolojiye verilen bir tepki olarak açıklamak mümkün
değildir. Bu kaygıların, tehlikenin gerçek boyutu ve yoğunluğu ile de pek
ilgisi yoktur. Örneğin, yetersiz beslenmeden ölen insan sayısı, şu sıralar sık
sık kamuoyu gündemine gelen gıdalardaki toksik maddelerden ölen insan
sayısından çok çok daha fazladır. Bizi öldüren risklerin, bizi paniğe sokan ve
korkutan risklerle aynı şeyler olduğu söylenemez. Tarih boyunca birçok afet
ve felaket yaşanmıştır, ancak bu olaylara verilen tepki o dönemde toplumun
içinde bulunduğu ruh haline göre değişmiştir. Felaketin tanımı zamanla değişir.
Amerikan medyasındaki risk haberleri üzerine yapılan bir çalışma, nükleer enerjiyle
ilgili 1960 yılındaki haberlerin çoğunun “bu enerjinin nelere mal olacağını
değil yararlarını vurguladığını; 1984’e gelindiğinde ise bu oranların tersine
döndüğünü” ortaya koyuyor. Çalışma ayrıca kürtaj haberlerinin çerçevesindeki
dramatik değişime de işaret ediyor; 1960’da yasadışı kürtajların kadınlar için
yarattığı riskler vurgulanırken, 1984’te yasal kürtajların cenin için yarattığı
tehlikelere yoğunlaşılıyordu. Görüldüğü gibi medyanın ve diğer kurumların
neyin risk olduğunu seçici bir biçimde belirlemesi, risk bilincinin gerisinde
bir toplumsal dinamik bulunduğunu gösteriyor.
Risk
bilincinin dar teknik yorumu tehlike algısının değişimini irdeleyemez. Böylesi
bir yorum, insanın daha sağlıklı hale geldikçe sağlığı konusunda daha
saplantılı hale gelmesi paradoksunu açıklayamaz. 1967 ve 1991 yılları arasında
İngiltere, İskandinavya ve ABD’de çıkan tıbbi dergilerle ilgili önemli bir
çalışma “risk” teriminin kullanımında devasa bir artış olduğunu ortaya
koymuştur. Sözkonusu dönemin ilk beş yılında “risk” konulu yayımlanmış makalelerin
sayısı 1000 iken, son beş yıl için bu sayı 80.000’in üzerindedir. Sağlık
risklerine ilgideki bu önemli artış, tepkinin kendisinin tepkinin nesnesinden
daha önemli olduğunu gösteriyor olabilir.
1967
ocağındaki ilk Apollo uzay mekiğinin ve 19 yıl sonra da Challenger mekiğinin
parçalanmasına kamuoyunda verilen farklı tepkiler bu bakımdan öğreticidir.
Apollo alev alıp üç astronot öldüğünde Amerikan kamuoyu şok geçirerek dehşete
kapılmıştı. Ancak olayla ilgili yaygın üzüntü ve kaygılara rağmen, prestijli ay
projesinin geleceği ciddi bir tartışmanın konusu olmamıştı. Bunun aksine Challenger
r’in parçalanmasına verilen tepki sağduyunun yok olduğu topyekûn bir paniğe
dönüştü. Çoğu insan bu trajediyi teknolojinin kontrolden çıktığının kanıtı
olarak gördü. ABD uzay kurumu NASA’nın kendisi de ciddi bir travma geçirdi ve
üç yıl boyunca uzaya yeni bir mekik gönderilemedi.
Bu
iki benzer trajedi, iki çok farklı tepki yarattı; çünkü herhangi bir olaya
toplumun verdiği tepki zaman ve mekana özgü koşullara bağlıdır. Bu tür
tepkilerin felaketin kendisinden çok, toplumda o an var olan daha derin bir
bilinç tarafından şekillendirilmesi ihtimal dahilindedir.
Tükettiğimiz
gıdalarla ilgili olarak da benzer bir durum söz konusudur. Toplumun risk
faktörleriyle ilgili kaygıları, tıpkı felaketler gibi, yemek yeme konusuna da
önemli bir etki yaptı. Yemek yeme yaklaşımının değişimi, risk takıntısının
yaygın hale geldiğini gösteriyor. İngilizlerin bir Gallup araştırmasına 1947
yılında verdikleri yanıtlarla bugünkü yanıtlarını karşılaştıralım:
Bazı
insanlar her istediğini yiyebilmektedir. Bazılarıysa yediklerine dikkat
etmelidir. Siz her istediğinizi yiyebiliyor musunuz, yoksa dikkat etmek
durumunda mısınız?
|
Nisan
1996
|
Nisan
1947
|
İstediğimi
yerim
|
58
|
80
|
Dikkat
ederim
|
41
|
20
|
|
|
|
Yediklerine
dikkat eden insan sayısının iki katına çıkması insanların günlük yaşamındaki
ciddi bir değişimi yansıtıyor. Yaşamın diğer yönleriyle ilgili incelemeler de
daha ihtiyatlı, daha tedbirli yaklaşımlara doğru benzer bir kayma olduğunu
gösteriyor “Güvenlik ve ihtiyat dini”nin müritleri, risk kaygısının bilim ve
teknoloji bilgimizin bir yan ürünü olduğunu iddia eder sık sık. Oysa olayları
tarihsel bağlama oturtan bir perspektif, güvenlik ve risk kaygısında günümüzde
yaşanan artışla teknoloji ve bilimdeki ilerleme arasında bir bağlantı bulunmadığını
ortaya koyar. Kaldı ki, kaygı ve korku yaratan tek etken teknolojik ve bilimsel
gelişme sonuçları değildir. Çevre ve teknoloji konulu korkular risk bilincinin
büründüğü biçimlerden yalnızca biridir.
Günümüzde
insan faaliyetinin tüm alanlarına, yoğun bir riskten kaçınma duygusu hakim.
Geçmişte olsa talihsizlik diye geçiştirilecek olan kötü olaylar artık büyük
bir felaketin habercisi olarak yorumlanıyor. Tayland’da 1996 ocağında genç bir
İngiliz kadının öldürülmesi “güvenli yolculuk” konusunda bir öğüt patlaması
yarattı. Nadir görülen bir kişisel trajedi böylece bütün İngiliz turistleri ilgilendiren
bir riske dönüştürüldü. Daily Telegraph'daki bir tavsiye yazısının başlığı
“Sakın ‘milyonda bir ihtimal’in size düşmesine izin vermeyin”di. Milyonda bir
ihtimal için niye kaygılanalım, şeklindeki bariz soru elbette sorulmamıştı.
Bunun yerine tatil yapmak bir güvenlik meselesine dönüştürülmüştü.
“Güvenli
yolculuk” konusunun gösterdiği gibi, günümüzdeki güvenlik kaygısının yeni veya
teknoloji kaynaklı risklerle pek ilgisi yoktur. Risk duyarlılığındaki artış ve
güvenliğe olan talebin çevre ve daha genel konulara olan ilgisi, kişisel ve
bireysel deneyimlerle olan ilgisi kadar nettir. Pratikte toplum bunu kabul
etmektedir. Örneğin “risk altındaki çocuklar” ya da “risk altındaki kadınlar”a
dikkat çekilirken değinilen tehlike teknoloji ya da bilim değildir. Risk
bilinci, teknolojinin uygarlığı yok edeceği korkusundan çok, gündelik hayatla
ilgili gibi gözükmektedir.
GÜVENLİĞİN
YÜCELTİLMESİ
Güvenliğin
yüceltilmesini nasıl açıklayabiliriz? Güvenli olmayan bir dönemden geçtiğimiz
ve sonuç olarak insanların daha kaygılı olduğu ve risk almaktan korkma
eğilimlerinin arttığı genel olarak kabul ediliyor. Mary Douglas ve Aaron Wildavsky
ilginç bir yazılarında, modern toplumların risklerin daha farkında oluşunu,
kararların giderek daha belirsiz bir ortamda alınmasına bağlıyor. Bu yaklaşım,
riski, gerçek tehlikelerdeki artışın bir yansıması olarak değil toplumda hakim
olan bilince bağlı bir toplumsal yapı olarak açıklama avantajını taşıyor.
Peki, güvensizlik ve risk bilinci arasındaki bağlantı nedir?
Güvensizlik,
analitik değil tanımlayıcı bir kategori olarak ele alındığında zararlı
değildir. Bu anlamda güvensizlik mutlak biçimde riskten kaçınmaya ya da bilim
ve teknoloji korkusuna yol açmaz. Bazı durumlarda güvensizlik hisseden
toplumların güvenliği artırmak için bilim ve teknolojiye başvurması gayet
mümkündür. Bunun aksine günümüzde, güvensizlik güçlü ve muhafazakar bir ihtiyat
duygusuyla bağlantılıdır. Önlem alma ilkesinin etkisindeki artış bu açıdan
önemlidir. Çevre yönetimi bağlamında gelişmiş olan önlem alma ilkesi giderek
toplumsal deneyimin diğer alanlarına da yayılmıştır. İçtiğimiz suyu
incelemekten tutun, bir gıda konservesinin üzerindeki etiketi dikkatle kontrol
etmeye kadar, ihtiyat ilkesine uymuş oluruz.
Önlem
alma ilkesi bizim sadece riskler yüzünden kaygı içinde olmakla kalmayıp, kendi
durumumuza bir çözüm bulma konusunda şüpheli olduğumuzu gösterir. Önlem alma
ilkesine göre, sonucu önceden bilinmediği sürece yeni bir riske girmemek en
doğrusudur. Çevre yönetimi alanında sağlam bir uygulama olarak kabul gören bu
ilke uyarınca, ispat sorumluluğu değişimi öneren tarafa aittir. Değişimin
sonuçlarının önceden tam olarak bilinmesi asla mümkün olmadığından, bu ilkenin
tam olarak uygulanması her tür bilimsel ya da toplumsal deneyimin önünü
kesecektir. Önlem alma ilkesi, ihtiyatı kurumsallaştırarak bir sınırlama
doktrini dayatır. Güvenlik sağlar ama bunun karşılığı beklentilerin
azaltılması, büyümenin sınırlanması ve deney ve değişimin engellenmesidir.
Önlem
alma ilkesi genelde çevre yönetimi bağlamında tartışılsa da günümüzde sağlık,
cinsellik, kişisel güvenlik ve üreme teknolojisi gibi başka alanlarda da
hayata yön göstermektedir. İçinde bulunduğumuz dönemin özellikle çarpıcı olan
yönü güvensiz oluşu değil, bu durumun oldukça muhafazakar bir biçimde
yaşanmasıdır. Ancak risk konusunda yorum yapanların çoğu güvenlik takıntısı ve
muhafazakarlık dürtüsü arasında bir bağlantı kuramamaktadır. Aslında önlem
alma ilkesini destekleyenlerin ya da farklı güvenlik kampanyalarını
savunanların çoğu kendilerini muhafazakar değil sistemi eleştiren kişiler
olarak görmektedir. Bunun sonucu olarak politik yelpazenin tamamında, ihtiyatlı
olma hali ve güvenlik doğal olarak ya da kendiliğinden olumlu değerler olarak
ele alınmaktadır.
Güvenliğin
yüceltilmesi aynı zamanda insanın potansiyeliyle ilgili son derece karamsar
bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Önlem alma ilkesinde ısrar edenler bunu
insanlığın kendi yeniliklerinin sonuçlarını önceden göremediği iddiasıyla
temellendirmektedir. Risk toplumu teorisyenlerinden çoğu insanlığın bilgisinin
çözüm sağlamaktan çok sorun yarattığını savunmaktadır. Beck’e göre “tehlikenin
kaynağı artık cehalet değil bilgidir”. Bilginin tehlikeyle eşitlenmesi
insanoğlunun kendi davranışının sonuçlarını kontrol etme yeteneğinin olmadığı
anlamına gelmekte, Frankenstein modeli bilgi ve bilim iddialarının ardında
yatan dehşeti ortaya koymaktadır. Bu bakış açısından bakıldığında, insan sorun
çözücü olarak değil bizzat sorunun kendisi haline gelir.
Risk
saplantısının nihai sonucu insanın çaresiz bir varlık olarak görülmesi ve
insanın ilerleme potansiyelinin küçümsenmesidir. Sonuçta ortaya çıkan insan
oldukça garip bir varlıktır. İnsanın yaşadığı başarısızlıklar, hatalı bir
kararın sonucu ya da ders alınacak birer deneyim olarak görülmez, gündelik
yaşamla baş edemeyen bir yaratığın doğal durumu olarak kabul edilir. İnsanın
yaşamla baş edemeyeceği şeklindeki bu varsayım risk yelpazesini daha da genişletir.
Önlem ilkesinin barındırdığı, kötümser insan anlayışı bireyi çaresiz ya da
hasta olarak resmeder.
Günümüzde,
insanın başarısızlıklarını anlamlandırmak için, insanları etkilediği iddia edilen
çeşitli tıbbi veya psikolojik bozukluklara ya da sendromlara başvuruluyor.
Yeni risklerin icat edilmesiyle, yeni bozuklukların “keşfi” arasında çok yakın
bir ilişki var. “Risk altında” olduğu ilan edilen insanların yeni bir tıbbi ya
da psikolojik rahatsızlığın pençesinde olduğu varsayılıyor.
Sözkonusu
bozukluklar meselesi özellikle çocukları etkiledi. Özel yardıma ihtiyaç duyduğu
ya da belirli bir bozukluktan muzdarip olduğu söylenen çocukların sayısı hızla
artıyor. New York’taki devlet okullarında, yaklaşık olarak her sekiz öğrenciden
biri “engelli” olarak nitelenmiştir. Hiperaktivite, dikkat eksikliğinden kaynaklanan
hiperaktivite, travma sonrası stres bozukluğu veya okuma bozukluğu tanısı konan
çocukların sayısı giderek artıyor. Zayıf notların kötü bir eğitim sisteminden
değil de bir “akademik başarı bozukluğu”ndan kaynaklandığının açıklanması da an
meselesi!
Yetişkinler
de bu sürecin dışında kalamıyor. Bazı tahminlere göre, Amerikalıların yüzde
20’si tanı koyulabilen bir hastalıktan mağdur. Seçilen kritere bağlı olarak,
obezite sorunu ya da “yemek yeme bozukluğu” yaşayan Amerikalıların oranı yüzde
50’ye varıyor. İlişkilerinde sorun yaşayan kişilerin uyum bozukluğu çektiği
belirtiliyor. “Mükemmeliyetçilik ve inatçılık” davranışı gösterenlere ise
“obsesif-kompulsif bozukluk” tanısı koyuluyor. Utangaç kişiler ise sosyal fobi
mağduru.
Bunların
dışında yeni bağımlılıklar da var. American Associati- on on Sexual Addiction
Problems (Amerika Cinsel Bağımlılık Sorunları Merkezi) tahminlerine göre,
Amerikalıların yüzde 10 ila 15’i seks bağımlısı. Bazı yazarlara göre, “gıda
bağımlılığı en az alkol bağımlılığı kadar ciddi bir mesele” Yeni
bağımlılıkların keşfedilmesi olgusu sadece ABD’yle sınırlı değil. İngiliz
akademisyenler de kervana katılıp bugüne kadar bilinmeyen çeşitli bağımlılıkların
tehlikelerine dikkat çekmeye başladı. Bir akademisyen, Economic and Social
Research Council (Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Konseyi) tarafından sağlanan
destekle alışveriş bağımlılığı olgusunu inceliyor; Plymouth Üniversitesi’nde
görevli iki akademisyen ise bilgisayar oyunu takıntısı olan çocukların “alkol
ve sigara tiryakilerinin aldığı hazzı duyduğu”nu ve dolayısıyla bağımlılık belirtileri
gösterdiğini belirtiyor.
Yeni
bozuklukların, belirtilerin ve bağımlılıkların icadıyla birlikte, giderek artan
sayıda toplumsal sorun tıbbileşiyor, yani insanın hiçbir etki edemeyeceği
tıbbi sorunlara dönüştürülüyor. Bu eğilim, insanoğlunun sayısız eksikleri
olduğunu ve insan potansiyelinin zayıflığını vurguluyor. İnsanın yaşamla baş
edemediğine inanılıyor. Çeşitli travma ve bozukluklar yaşayan insanların
sayısının bu kadar yüksek çıkması, zavallı insanoğlunun gündelik yaşamın risklerine
karşı sürekli gözetim altında tutulup korunması gerektiği inancını daha da
pekiştiriyor.
Belirsizlikler
içindeki toplumumuz, giderek en zayıf üyelerinin standartlarını benimsemeye
başladı. Bu sürecin sonucunda da kurban ya da mağdur kültürü oluştu. Herkes
risk altında olduğuna göre, herkes kurbandır. Günümüzde insanlar bu
mağduriyetle baş edebilmek için profesyonel rehberlik hizmeti alıyor. Bu
tedavinin tek sonucu ise kişinin yaşamındaki tehlikelerin “farkına varması” ve
risk bilincinin iyice pekişmesi oluyor. Kendi hayatınızı kontrol etme çabası
olumsuzlanıyor. ABD’de kendi “bozukluk”unu aşmaya ve yaşamına devam etmeye
kalkışan insanlara “mükemmeliyet kompleksi” tanısı koyuluyor." Güvenli bir
yaşam sürmek için harcanan çabalar ise son derece meşru görülüyor.
ÇARESİZ
İNSANOĞLU
Sürekli
risk uyarıları eşliğinde güvenliğin yüceltilmesi, insan düşmanı bir
entelektüel ve ideolojik atmosfer yaratır. Toplum ve bireyler, azimlerine ket
vurmaya ve davranışlarına sınır getirmeye çağrılır. Bu sınırlama talebi,
bilim, eğitim, yaşam standartları vb. farklı konulardaki tartışmalarda dile
getiriliyor. Beklentilerin bu şekilde azaltılmasını meşrulaştırmak için de,
bilimin yıkıcı boyutu abartılıyor ya da insanlar hayatla baş edemeyen zavallı
varlıklar olarak resmediliyor.
Güvenliğin
kutsanması ve risk almanın lanetlenmesinin gelecekte önemli sonuçları
olabilir. Eğer yenilik ve deneyler engellenirse, toplum karşısına çıkan
sorunlarla uğraşmaktan aciz olduğunu kabul etmiş olur. Bizi ve çocuklarımızı
riskten koruma adına deney yapmanın sınırlandırılması aslında insanın
potansiyelinin hor görüldüğü anlamına gelir.
Buradaki
paradoks, güvenlik arayışının er ya da geç geri tepecek olması. Gerçekten de
güvenlik arayışı diğer insan faaliyetlerinden daha az riskli değil. Örneğin,
Peru’nun başkenti Lima’daki su uzmanlarının klorun risk taşıdığı düşüncesiyle
şehirdeki su kuyularını klorlamaktan vazgeçmesi üzerine Güney ve Orta
Amerika’da baş gösteren kolera salgınında 6000 kişi öldü ve 700.000 kişi has-
lalandı. Tarih boyunca her zaman güvenliğin asıl kaynağı çeşitli yenilikler ve
deneyler olmuştur. İnsan deney yaparak toplumsal ve doğal süreçlere dair
kavrayışını artırdıkça yaşam daha güvenli bir hale gelmiştir. Güvenliği
artırmak için onu daha fazla istemek yetmez. Riskten kaçınmaya ve güvenliğini
artırmaya çalışan kişi, sonuçta yalnızca saplantılarının arttığına tanık olur.
Oysa, toplumlara geçmiştekinden daha fazla güvenlik getiren şey, sosyal ve
bilimsel yenilikler sayesinde insanın yaşamı üzerindeki kontrolünün artmasıdır.
Günümüzde,
risk alma korkusu kahramanı değil kurbanı alkışlayan bir toplum yarattı.
Herkesten, adeta bir televizyon programındaki bir yarışmacı gibi, en garip ve
sıradışı insan olduğunu ve uzman yardımını en fazla hak eden kişi olduğunu
ispatlaması isteniyor. Aktif olmanın değil pasif olmanın, cesaretin değil
güvenliğin en önemli erdemler olduğu düşünülüyor. Sonuçta ortaya çıkan çaresiz
bireyi avutmak için kendisine, krizler ve felaketlerle dolu bu dünyada hayatta
kalmakla bile büyük bir iş başardığı söyleniyor.