MEKSİKALININ MASKELERİ
Ey tutkun gönül,
derdini kendine sakla...
Meksika halk şarkısı
Genç-yaşlı, criollo (safkan İspanyol)
ya da mestizo (melez) general, emekçi ya da avukat olsun, Meksika insanı dış
dünyaya kapalıdır. Gülen yüzü aslında bir maskedir, hem çekici hem de itici
olabilen o acımasız yalnızlığında, suskunluğu ve sözcükleri, eğitimi ve nefreti,
mizah ya da eleştiri gücü ve teslim olmaya yatkınlığı onun savunma
burçlarıdır. Kendi özel yaşantıları kadar başkalarının özel yaşamını da
kıskanır. Komşusuna bakmaktan bile korkar; çünkü, tek bir bakış, çıngar çıkmasına,
dolu tüfeklerin birden boşalmasına yetebilir. Yaşamı boyunca, koruyucu derisi
yüzülmüş bir canlı varlık gibidir. Her şey onu kolayca incitebilir. Dolayısıyla
yalın sözcükleri bile kuşkuyla karşılar. Sözü sohbeti, suskunluklar,
benzetmeler, dolaylı anlatımlar ve bitirilmemiş tümcelerle doludur. Bunlara
karşılık suskunluğunda renkli tepkiler, ezilip büzülmeler, fırtına yüklü
bulutlar, birden beliren renkli gökkuşakları, anlamı tam çözümlenemeyen
gözdağları vardır. Ağız dalaşında bile, örtülü deyimleri, mertçe aşağılamaya ve
küfüre yeğ tutar: «Anlayana bir söz yeter!» der. Kendisiyle gerçek arasına aşılmaz
bir sınır perdesi çeker. Görünmez olduğu için aşılması zor bir perde! Meksikalı
dünyadan, insanlardan hattâ kendi kendisinden uzak yaşayan insandır.
Halkın dilinde kendisini dış dünyadan
ne denli korumaya çalıştığının öyküsü yankılanır; erkekliğin övgüsü ise hiç mi
hiç eksik olmaz dillerden. Başkalarına açılanlar «korkaklar»dır. Öteki
insanlardan ayrılarak dışa açılmayı, güçsüzlük ya da «erkekliğin ölmesi»
sayarız biz. Meksikalı yıpranabilir, eğilebilir, hattâ gereğinde secdeye varıp
yakarabilir ama gerilemez. Yani dış dünyanın özel yaşamına girmesine,
karışmasına izin veremez. Bu yüzden gerileyen ya da sözünden dönen kimseye
güvenilmez. O ya hain ya da alçak bir kişidir. Sır tutamaz; korkulan bir durumu,
zorbayı göğüsleyecek yüreği yoktur. Kadınlar erkeklerden daha aşağı görülür.
Çünkü onlar cinsel ilişkiye baştan «peki» demekle kendilerini dışa açmış
olurlar. Ne var ki onların güçsüz olmaları beden yapılarından, dişiliklerinden
ileri gelir. Cinsel ilişkiye bir kez «evet» demiş olması hiçbir zaman kapanmayan
bir yara izi olarak kalır kadın için.
Dünyaya karşı beslediğimiz kuşkuyu ve
güvensizliği, köşemize ve içimize çekilmekle gösteririz. Bu, içgüdüsel
düzeyde, dünyayı korkulacak bir yer olarak gördüğümüz gerçeğini belgeler.
Tarihimizi ve yarattığımız toplumun özelliklerini gözden geçirince, bu tepkimizi
ancak bir ölçüde anlayabiliriz. Çevremizin düşmanlarla dolu ve bize sakıncalı
görünen havasındaki o anlaşılmaz sinmişlik bizi dünyaya kapalı tutar: Çölde
yaşamak için su biriktiren kaktüsler gibi. Başlangıçta belki gerekli ve doğru
sayılabilecek bu koruyucu tutum, şimdi kendiliğinden işleyen bir aygıt
olmuştur. Yakınlığa ve içtenliğe karşı da duyarlı olmak isteriz. Çünkü bu
duyguların gerçek mi, yoksa yapmacık mı olduğunu önceden kestiremeyiz. Ayrıca, erkeklik
onurumuz, düşmanlık kadar, sevgi ve sevecenliğin de baskısı altındadır. Genel
savunma düzenimizdeki herhangi bir duygusal gevşeklik, erkekliğimize gölge
düşürebilir.
Erkekçe iş-güç ilişkilerimizde de bizi
en çok etkileyen duygu kuşkudur. Meksikalı ne zaman bir dostuna ya da
tanıdığına açılıp derdini paylaşsa, erkeklik tahtından inmiş sayılır. Derdini
açtığı kimselerin kendisini küçük görmelerinden korkar. Bu nedenle karşılıklı
güvene dayanarak kurulan kişisel ilişkiler, onurun yitirilmesine yol açar;
böyle bir ilişki, güvenen kişi kadar güvenilen kişi için de sakıncalı
görülür. Kendine âşık olan Narcissus (Nergis) gibi, kendi yansımamızı
gördüğümüz havuzda boğulmamak için görüntüyü bozarız. Kuşku ve gerilim, güvendiğimiz
kişi tarafından kötüye kullanılmak korkusundan doğmaz yalnızca. Bu korku
herkes için söz konusudur. Aslında kaygımız, yalnızlığımızı çoktan bir yana
itmiş, ondan artık kurtulmuş olduğumuzu sanmaktan ileri gelir. Başkasına sır
vermek kendini yok etmek anlamına gelir. Meksikalı, güvenilir olmayan birine
sır vermek zorunda kalınca «kendimi falancaya sattım» der. Ele sırvermek,
«çatlamak» ya da benlik burcuna bir yabancının girmesine izin vermek gibi
dramatik bir olaydır. Birbirine sır veren iki erkek arasındaki karşılıklı saygı
ve güveni sağlayan, sürdüren uzaklık ya da perde ortadan kalkmış olur. Bir
başkasına açılmakla, kendimizi onun eline acımasına (acımasızlığına) bırakmış;
daha kötüsü, başkalarının gözünde «erkeklik» tahtından inmiş sayılırız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder