
Kişilik çözümlemesi
yoluyla iyileştirme, bireylerin zırha takılıp kalan bitkisel enerjilerini
özgürlüğe kavuşturur. Bu zırhlanmanın en dolaysız sonucu, topluma aykırı ve
sapık içtepilerin yoğunlaşması, toplumsal bunalım ve ahlâki baskıdır. Aynı
anda çocukluktan kalma baba ocağına bağlanıp kalmalar, küçük yaştaki
örselenmeler ve cinsel yaşamı engelleyen yasaklar ortadan kaldırılabilirse,
gittikçe artan oranda enerji cinsel dizgeye döner. Böylece, doğal cinsel
gereksinimler yeniden canlanır ya da ilk kez uyanır. Ayrıca, hastanın tam bir
bedensel doyuma erebilmesi için cinsel bilinçaltına itişlerle cinsel bunalım
yok edilirse, hasta kendine uygun bir cinsel eşe rastlayacak kadar talihliyse,
genel tutumunda insanı şaşırtacak kadar geniş bir değişiklik olur. Şimdi bu
değişikliğin en önemli görünüşlerini inceleyelim.
Sağaltımdan
(tedaviden) önce düşünce ve eylemin bütünü bilinçdışı, akıldışı dürtülere
bağlıyken, hasta gittikçe akılcı eylemde bulunabilme yeteneğine kavuşur. Bu süreç
içersinde, gizemcilik, dincilik, çocukça bağlanma, boş şeylere inanma
eğilimleri yavaş yavaş yok olur, üstelik de hastaya herhangi bir «eğitim»
verilmeden. Eskiden kalın bir zırh içersindeyken, kendisiyle ve çevresiyle
ilinti kuramazken, yalnızca doğal olmayan sözümona ilintiler kurabilirken,
gerek güdüleriyle, gerek çevresiyle doğal ve dolaysız ilintiler kurabilme
elverişliliği gittikçe artar. Bunun sonucu, şundan bundan ödünç alınmış,
düzmece davranışların yerine, gözle görülür biçimde, doğal, kendiliğinden davranışların
geçmesidir.
Hastaların çoğunun
ikili bir yapıya sahip olduğu söylenebilir; dışardan bakıldıklarında, düzmece
ve garip gözükürler; oysa, bu hastalıklı dış görünüşün ardında, sağlıklı bir
şey vardır. Bugünkü durumda bireyleri birbirlerinden ayıran, bireysel sinir
üstyapılarıdır. İyileştirme süreci boyunca, bireysel ayrılık hissedilir
derecede azalır, yerini davranışın yalınlaşmasına, bırakır; bu yalınlaşmanın sonucunda,
iyileşme yolundaki hastalar bireysel özelliklerini yitirmeksizin, kalın çizgilerde
birbirlerine daha benzer olurlar.
Böylece, her hasta
birey, çalışmaya uyamayışını kendine özgü bir biçimde gizler; çalışmasını
engelleyen bozukluk yok olur da yetilerine güvenini yeniden kazanırsa, aşağılık
duygusunu ödünlemesine yardım eden kişilik çizgileri de silinir gider;
ödünlemeler son derece bireysel şeyler oldukları halde, herhangi bir işi
gerçekleştirmekteki kolaylığa dayanan kendine güven duygusu herkeste
temelinden benzerdir.
…
Bedensel boşalma güçleri bozulmuş kişilerin, yani insanların
çoğunun tutumuysa bambaşkadır: cinsel edimden çok daha az zevk aldıklarından,
kısa ya da uzun süre cinsel eşsiz yaşayabilirler; ayrıca, sevişme onlar için
büyük bir anlam taşımadığından, pek titiz de değildirler. Cinsel ilişkilerinin
kayıtsızlığı işte bu bozukluğun sonucudur. Cinsel yanları bozuk bu bireyler
ömür boyu tekeşli yaşamaya daha yatkındırlar. Oysa bağlılıkları cinsel doyuma
değil, ahlâki baskıyla cinsel arzularını bilinçaltına itme dizgesine dayanır.
İyileşmekte olan hasta kendine uygun bir cinsel eş buldu
mu, sinir hastalığı belirtileri yok olduğu gibi, çoğu kez şaşkınlıkla, yaşamını
düzene koyabildiğini, çatışkılarını o güne dek tanımadığı bir kolaylıkla,
hastalıklı olmayan yollardan çözebildiğini görür. Bütün bunları yaparken, en
doğal biçimde zevk ilkesini izler. Ruhsal yapısında, düşünce ve duygularında
dile gelen tutum yalınlaşması, yaşayışındaki bir sürü çatışmayı ortadan
kaldırır; aynı zamanda, bugünkü ahlâkî düzene karşı eleştirici bir tutum
takınır.
Şurası açık ki, ahlâkî düzenleme ilkesi cinsel düzensizlik
yoluyla kendi yaşamını düzene koyma ilkesiyle çelişir.
Cinsel yönden hasta toplumumuz cinsel sağlığın düzeltilmesi
girişimine katkıda bulunmaya yanaşmadığından, bedensel boşalma gücünün yeniden
kazandırılması çalışmaları bin türlü aşılmaz engelle karşılaşır: ilk engel,
hastanın, iyileşmeye yüz tuttuğu zaman rastlayabileceği cinsel yönden sağlıklı
kişilerin sayısının sınırlı oluşudur; ardından da, zorlayıcı cinsel ahlâkın
getirdiği türlü sınırlandırmalar gelir. Cinsel yönden sağlığa kavuşan kişi,
sağlıklı ve doğal cinsel yaşamının gelişmesini önleyen bütün şu toplumsal kurum
ve durumlar karşısında, bilinçsiz ikiyüzlülüğü bir yana bırakıp bilinçle
ikiyüzlü olmak zorunda kalacaktır. Kimileriyse, yakın çevrelerini, şimdiki
toplumsal düzenin sınırlayıcı etkisini önemsiz kılacak biçimde değiştirebilme
yeteneklerini geliştirirler.
…
Ruhçözümlemesinin
yanlış değerlendirdiği, kafa eğitimi konusunda ruhçözümcülerin kuramıyla
çelişen olguları özetleyelim:
·
Bilinçaltının
kendisi de, hem nicelik, hem nitelik açısından, toplum tarafından belirlenir.
·
Çocuksu
ve topluma aykırı içtepilerin bırakılması, her şeyden önce, doğaya uygun
bedensel cinsel gereksinimlerin doyurulmasına bağlıdır.
·
Ruhsal
aygıtın köklü zihinsel gerçekleştirilmesi demek olan yüceltme (sublimation)
ancak cinsel arzular bilinçaltına itilmezse başarılabilir; bu yüceltme, ergin
insanda, cinsel içtepilere değil, yalnız üretkenlik öncesi cinsel itkilere
uygulanabilir.
·
Cinsel
tutumbilimin sinir hastalıklarının önlenmesinde ve bireyin yeniden toplumsal
etkinliğe uyabilecek duruma getirilmesinde temel etken saydığı cinsel doyum,
bugünkü yasalarla ve bütün ataerkil dinlerle her yönden çelişir.
·
Ruhçözümlemesinin
hem bir iyileştirme yolu, hem de toplumsal bilim olarak önerdiği cinsel arzunun
bilinçaltına itilmesinin ortadan kaldırılması, bu itilmeye dayanan
toplumumuzun bütün eğitsel öğelerine aykırıdır.
Ruhçözümlemesi,
ataerkil kafa eğitimine bağlılığını ancak kendi zararına sürdürebilmektedir.
Ruhçözümcülerin ataerkil kültürden gelen kavramlarıyla bu kültürü aşındıran
bilimsel sonuçlar arasındaki çatışma, ataerkil dünya görüşünün yararına
çözülmüştür. Ruhçözümlemesi kendi buluşlarının sonuçlarını kabul etme
yürekliliğini göstermeyince, bilimin sözümona siyaset-dışı ("kılgısal
olmayan") karakterine sığınır; oysa, gerçekte, ruhçözümcü kuram ve
uygulamanın her aşaması birtakım siyasal ("kılgısal") sonuçları
sorun konusu eder.
Bilinçaltı içerikleri yönünden din adamlarının, faşistlerin
ve gericilerin kuramları incelendiğinde, başlıca özelliklerinin savunma tepkisi
olduğu görülür. Bütün bu öğretiler her insanın kendinde taşıdığı bilinçsiz
cehennem karşısında duyulan korku tarafından belirlenmiştir
Kimileri cinsel tutumbilime uygun yaşamın aileyi yıkacağını
ileri sürüyorlar; sağlıklı bir sevisel yaşamın doğuracağı "cinsel
uçurum" konusunda gevezelik ediyor, öğretim üyesi ya da başarılı bir yazar
oluşlarından yararlanarak halk yığınlarını etkiliyor böyleleri. Oysa neden söz
ettiğimizi bilmek zorundayız: her şeyden önce, kadınlarla çocukların gerek
iktisadi, gerekse ahlaki köleliğine son vermek istiyoruz; bu iş yapılmadıkça,
koca karısını, kadın kocasını, çocuklar da ana-babalarını sevmeyeceklerdir.
Dolayısıyla bizim yıkmak istediğimiz şey "sevgi dış görünüşü"nü alsa
da, ailenin yarattığı nefrettir. Aile sevgisi söylendiği gibi insanın en
büyük ayrıcalığıysa, bunu kanıtlaması gerekir. Eve zincirle bağlanmış bir
köpek kaçmazsa, hiç kimse kalkıp da onu sahibine bağlı bir yoldaş sayamaz. Aklı
başında hiç kimse, bir erkek elleri ayakları bağlı bir kadınla otururken
sevgiden söz edemez. Azıcık dürüst bir erkek kendisine sağladığı bakımla ya da
toplumsal gücüyle satın aldığı kadın sevgisiyle övünemez. İnsanlık onuru
taşıyan hiçbir erkek özgürlük içinde verilmeyen sevgiyi kabul etmez. Eşlik
görevinde ve aile yetkesinde kendini belli eden zorlayıcı ahlak anlayışı,
korkak ve güçsüz kişilerin ahlakıdır; bunlar doğal sevgi yetenekleriyle
yaşamayı göze alamadıkları şeyleri, boşu boşuna, polisin ve evlilik yasalarının
yardımıyla elde etmeye çalışırlar.
….
Resmî cinselbilimin
ahlâka aralık bıraktığı başka bir kapı da, cinsel ilişkilerin «tinselleştirilmesi»
yolundaki önerisidir. İşe, duyusal hazlara düşkünlük yargılanarak başlanmıştır;
ama bir de bakılmıştır ki bu, türlü hastalıklı biçimlerde, insanı çileden
çıkarırcasına, yeniden boy gösteriyor. Ee, peki «ahlâkî» yani çileci ve iffetli
yaşama biçimine eskisinden daha fazla düşman hale gelen bu güçleri ne yapmalı
acaba? Yapılacak şey, «cinsel yaşamı çok üst bir tinsel düzeye çıkarmak»tır.
Cinsel yaşam düzeltimcileri arasında pek yaygın olan bu savsöz, içinde
kullanıldığı formüllerin belirsizliğine karşın, son derece somut bir şeyi
anlatır: cinsel etkinliğin bastırılıp bilinçaltına itilişinin hortlayışı.
….
Helene Stöcker'in tinsel önderliğini yaptığı Deutscher Bund. für Mutterschutz und
Sexualreform (Alman Analığı ve Cinsel Düzeltimi Koruma Derneği),
1922'de hazırlanıp oylanan «Programını yayımladı. Önce,
cinsel tutumbilim açısından geçerli ilkelere dayanan bu «Program»ı aktaralım.
ALMAN ANALIĞI VE
CİNSEL DÜZELTİMİ KORUMA DERNEĞİ'NİN PROGRAMI
Hareketin yapısı ve
ereği
«Bu hareket, insan
yaşamının yüce değerine inanan, onu destekleyen, iyimser bir dünya görüşüne
dayalıdır.
«Hareketimiz, bu
ilkelerden yola çıkarak, erkeklerle kadınların, ana-babalarla çocukların,
kısacası insanların ortak yaşamını elden geldiğince zengin ve verimli kılmak
istemektedir.
«Dolayısıyla
görevimiz gittikçe artan sayıda bireye, fahişeliği, cinsel hastalıkları, cinsel
ikiyüzlülüğü ve zorlama perhizi hoş gören ve geliştiren toplumsal koşullarla
ahlâk anlayışlarının tiksinçliğini göstermektir.
«Bugünkü ahlâki
değerlerin karışıklığı, doğurdukları toplumsal kusur ve acılar, tez elden bu
soruna çare aranmasını gerektirmektedir. Buysa, hastalık belirtilerinin kaldırılıp
atılmasıyla değil, ancak kökteki nedenlerin yok edilmesiyle gerçekleşebilir.
«Ama hareketimizin
tek amacı hastalıkların yok edilmesi değildir; aynı zamanda, kişinin toplumsal
yaşamının sevinçle dolmasına olumlu biçimde katkıda bulunmak istiyoruz.
Dolayısıyla, ereğimiz:
1) Annenin sağlığını
güvenlik altına alarak, yaşamı daha kaynağında korumak;
2) Cinsel yaşamı
yalnızca döl vermenin hizmetinde bırakmamak, bir cinsel düzeltim
gerçekleştirerek bireyin gelişmesinde, yaşama sevincinin sağlanmasında
kullanmaktır.
Ahlâk anlayışının
genel ilkesi
«İnsan ilişkilerinin,
özellikle de cinsel ilişkilerin esenliğe kavuşturulmasının birinci koşulu,
zorunlu isteklerini uyduruk doğaüstü buyruklara, dindışı keyfî çekidüzen vermelere
ya da düpedüz geleneğe dayandıran ahlâk anlayışlarının etki dışı
bırakılmasıdır. Ahlâk da bilimin en son buluşlarına dayanmalıdır. Tam bir
sorumsuzlukla, eskiden bir anlam taşıyan ve bazı sınıfların çıkarına çalışan bir
temel ahlâk kuralını sonsuza dek saklayamayız. Bizim için «ahlâk»ın denektaşı,
gerek bireysel, gerekse toplumsal açıdan, insanı daha zengin ve uyumlu bir
yaşama kavuşturup kavuşturamayacağıdır.
«Bundan ötürü,
beden-ruh karşıtlığını kabul etmiyoruz; cinslerin doğal olarak birbirini
çekişine 'günah' damgası vurulmasını, 'duyusal haz düşkünlüğü'nün aşağılık ya
da hayvanca bir şey sayılmasını, ahlâklılığın temel ilkesinin 'beli sıkılık'
olmasını istemiyoruz! Bizim için insanoğlu parçalanmaz bir varlıktır, bedensel
gereksinimleri de, ruhsal gereksinimleri de aynı özen ve sağlığı bekler.
«Ahlâkî ilkeler,
ancak dingin, yani bireylere eşit haklar tanıyan, yeteneklerini
geliştirebilmeleri için en iyi koşulları sağlayan bir toplumsal yaşamın türlü
durumlarından doğal olarak çıktıkları zaman bu adı taşımaya değerler. Bizim
için, belirli koşullar altında, bireyin kişiliğini geliştirmesine ve daha iyi
toplumsal yaşama biçimlerinin gelişine katkıda bulunan ilke 'ahlâkî'dir.
Cinsel ahlâk
«Şimdiki ahlâk
düşüncelerimiz ve toplumsal dizgemiz cinsel ikiyüzlülüğü, dokusal hastalıkları
ve daha başka dertleri beslemektedir. Dolayısıyla amacımız, gittikçe genişleyen
çevrelere, bu durumun ne denli dayanılmaz olduğunu ve bu düşüncelerdeki
karışıklığı göstermek; ve bu düşüncelerle durumlara var gücümüzle savaş
açmaktır. Erdem'in 'cinsel perhizle bir tutulmasını da, biri erkeğe, öbürü
kadına uygulanan iki ayrı ahlâkın bulunmasını da istemiyoruz. Cinsel ilişki, bu
haliyle, ne ahlâklı, ne de ahlâksızdır.
Doğal bir
gereksinimden doğan bu ilişki, dış durum ve koşulların araya girmesiyle ve
bireylerin takındıkları tutumla ahlâklı ya da ahlâksız olur. Cinsel etkinliğin
imlemi aslında başlıca sonucu olan döl vermede tükenmez.
«Tam tersine, bireyin
gereksinimlerine karşılık veren cinsel etkinlik gerek iç, gerekse dış yaşamda
kurulacak uyumun temel koşuludur. Yapısı gereği, başka birini kendine
çekebilme olanağını gerektirir. Bu koşullarda, sevisel yaşam birtakım can alıcı
deneylere girişebilme olanağı yönünden zenginleşir, insanın yaşamı anlama ve
başkalarını tanıma yeteneğini derinleştirip inceltme yolunu açar, kişiyi
analık ve babalık'la, gerçek yaratıcılığa götürür.»
Yazıyı okuduğum kadarıyla, bu yazıyı paylaşmışsanız şunları da beğenebilirsiniz:
YanıtlaSil'Ahlakın Ahlaksızlığı-Fr Paulhan'
-bunu bulamayabilirsiniz, ikinci el almıştım ben de.-
'Evlilik ve Ahlak-Bertrand Russell'
Yazının hepsini okuyamıyorum şu an vakitsizlikten ancak okuduğumda daha iyi anlayacağımı sanıyorum.(:
herşeye rağmen paylaşımcı ruhunuza ve emeğinize sağlık..
YanıtlaSil